15 Temmuz: Türk milletinin varlık beyanı
Yazının tamamına yayılacak ve çıkış noktamızı yansıtacak fikri hemen girişte ifade edeyim: 15 Temmuz 2016 tarihi, uluslararası üst aklın Kızıl Milyarder’ler gibi birtakım finansörler yardımıyla öteden beri desteklediği FETÖ, PKK-PYD vb. bileşenleri aracılığıyla Türkiye'yi işgal girişimine muazzez halkımızın verdiği cevabı yansıtır. Bu tarih öncesinde, daha 2014’te yazdığım bir yazıda FETÖ’cü yazarlarda rastladığım nihilist hırçınlıklara değinmiştim, Türkiye’de arzu ettiği iktidara ve güce ulaşamadıkça, üstlerinden cümle “kamusal kamuflajlar” çekildikçe FETÖ’cülerin nihilist eylemlere kalkışabileceği zımni bir iddiasıydı o yazının. Açıkça söylemek gerekir ki darbe girişimi de bu “nihilist-hırçın” eylemlerden biriydi hiç kuşkusuz.
Mel’un darbe ve işgal girişiminden tam 10 gün önce yazdığım bir yazıda ise o sıralar 17-25 Aralık süreci dolayısıyla kimilerinin “AK Parti-Cemaat kavgası” olarak sunmaya çabaladıkları sürecin aslında “Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesi” olduğunu vurgulamıştım. Bana kalırsa FETÖ ile mücadele Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir “varlık mücadelesi” idi. Mücadele, “bazı küresel güç odaklarına karşı bu milletin ve bu devletin öz savunması, bir nevi ölüm kalım savaşı”ydı.
Ölüm-kalım savaşı
15 Temmuz gecesi, bu varlık mücadelesinin neler ihtiva ettiğini, edebileceğini bize hatırlatması bakımından önemli. Ama tabii ki salt bu bakımdan değil, başka birçok unsur bakımından da önemli bu devrim. İlkin siyasi-tarihsel anlamını belirginleştirmeliyiz söz konusu mücadelenin.
O gece, geçirdiğim üç ameliyat sebebiyle evde koltuk değneğiyle bilgisayar başında bütün gelişmeleri, yüreğim ağzımda izlemek zorunda kalmamın bana yaşattığı tüm mahcubiyetle yazıyorum şimdi: Şerri def eden elleri, ağzı ve kalbiyle bu ülkenin, üzerinde hayat sürdüğümüz toprakların kaderini değiştiren bir geceyi yaşatmıştı çünkü muazzez halk. Devlet içinde, birtakım kamusal kamuflajlarla görünmez bir hale gelmiş kriptoların koç başlığını üstlendiği işgal girişimini kanıyla ve canıyla bertaraf eden bir halktı bu. Salt devleti değil, kendini de savunmuştu bu halk, kendi iradesini, varlığını, onur ve haysiyetini; sadece geçmiş kazanımlarını değil, gelecek umutlarını da o yüzden bu savunmaya dahil edebilirdik. Biz kazanmış, birtakım “manda suratlılar”, Kızıl Milyarder’in adamları, o gece sela okuyan müezzinlere düşman olanlar, darbeciler için kadeh kaldıranlar, Bağdat caddesinden geçen tankları alkışlayanlar kaybetmişti.
Esasen uluslararası üst aklın Gezi olaylarından 17-25 Aralık’a, oradan 15 Temmuz’a ve devamında 14-28 Mayıs tarihinde gerçekleşen seçimlere kadar birçok teşebbüsü varitti. Her teşebbüsünde bu aklın kullandığı birtakım araçlar arasındaydı FETÖ, Kızıl Milyarder’in finanse ettikleri, PKK-PYD, birtakım siyasi unsurlar ve diğerleri…
Uluslararası üst aklın kullanabileceği birtakım “manda suratlıları” arayıp tarayıp bulmasına ya da bizatihi yetiştirmesine şaşırmadık hiç, şaşırmadık çünkü yüzyılı aşan bir süreyi kuşatıyordu bu aklın temsil ettikleriyle bu halkın varlığının temsil ettikleri arasındaki mücadele. 15 Temmuz gecesi TBMM’nin bombalanmasının bana ilk hatırlattığı bu yüzden bu halka saldıran, onun topraklarını işgale çalışan “yedi düvel,” Çanakkale cephesi, Irak cephesi, Filistin cephesi, Kurtuluş Savaşı, bundan ötesi son yüzyılımızda cümle aleyhimize yaşananlar olmuştu. Düşman Sakarya’ya kadar dayanmış, ama biz geri adım atmamıştık yüzyıl önce; 15 Temmuz gecesi halkın geri adım atacağının düşünülmesi belki de sırf bundan dolayı muhaldi, muhal olmaya mahkumdu.
Varlık beyanı, milletin haysiyeti
15 Temmuz’da Türk halkının doğrudan ortaya koyduğu “varlık iradesi”nin ya da başka bir deyişle “varlık beyanı”nın yüzyılı aşkın bir süredir bu milletin öz varlığı ile zaten ispatlı olduğu, bu durumu değiştirmeye çalışan her teşebbüse karşı tarihsel bakımdan da görülebileceği üzere doğrudan ya da dolaylı bir biçimde ama mutlaka nitelikçe alt edilmesi imkansız bir özsel kuvveti ihtiva ettiği de söylenmeli. FETÖ, darbe ile salt Recep Tayyip Erdoğan’ı ve AK Parti’yi değil, onu seçen halkın varlığını da tasfiye etmeye çalışmıştı.
Bütün bu söylediklerimizin 15 Temmuz gecesinin siyasi-tarihsel anlamından tutamaklar sunduğu açık. O gecenin siyasi ve tarihsel bakımdan bize ifade ettikleri sadece bunlarla kayıtlı değilse de buraya kadar aktardıklarımızın yüzyıllık bir arka plana yaslanarak yorumlanması gerektiği, bir mücadelenin varit olmasından ötürü de siyasi olduğu, bu gecenin tarihsel ve siyasi bakımdan bir varlık beyanı olduğu ısrarla bariz hale getirilmeli.
Elbette bu gece söz konusu varlık beyanı/beka kaygısından yola çıkarak belirlenecek birtakım felsefi anlamları bize gösteriyor. Ancak onları da inşallah başka bir yazıda tebellür ettirelim.