Ahmet Çiğdem'e açık mektup
Ahmet abi,
Öncelikle Sadakat Güzergâhı’nı, yani bugüne kadar yazdıkların içerisinde en okur dostu metni bize hediye ettiğin için teşekkür ederim. Biz derken kaç kişi olduğumuzu, kimleri kast ettiğimi inan ben de bilmiyorum. Kitabı bir çırpıda okudum. Bu kolaylığı sağlayan biçimsel unsurlara, son yıllarda sağlı sollu artan entelektüel biyografilerin mantığına ve biyografi yazımının düşünce tarihini müşahhas kılan yönlerine, kişisel bir neden olarak da kendi kültürlenme sürecimle (kavrukluğumla mı demeliydim?) kitapta betimlediğin güzergâh arasındaki benzerliklere bu mektupta girmeyeceğim.
Halbuki başta böyle planlamamıştım. Kitap çıkar çıkmaz alıp okudum. Niyetim hakkında review yazmaktı. Review ilk defa bu mektupta kullandığım bir kelime bu arada. Fayrap’ta öğrendiklerime sadakatimden dolayı bir kitap hakkında yazmanın birden fazla kitap okumayı gerektirdiğini unutmamıştım. Biyografi ve Tarih yanında kitaplığımda bulunan entelektüel biyografilere, portre metinlerine yeniden göz attım. Ayrıca Sadakat Güzergâhı’na esin kaynağı olduğunu söylediğin Enzensberger ve Badiou’nün kitaplarını da okudum. Ne var ki zihnimde yazıyı pişirmeye çabalarken böyle sıcak bir metin hakkında review yerine mektup yazmanın daha isabetli olacağını düşündüm, daha Doğulu olacağını ise hissettim.
Dediğim gibi Ahmet abi, okur dostu bir kitap olmuş Sadakat Güzergâhı. Bunun üzerinde niçin durduğumu belirtmem gerekiyor. İslamcı düşünürler hakkında söylediğin kendi kendine çalıp oynama, birbiri hakkında yazmama, bir diğer tabirle kürsüden konuşma ve dolayısıyla konuşmanın tıkandığı yerde, kürsünün tabiatına uyarak, jestlere başvurma tavrıyla Türk sosyal bilimlerine özgü yazma biçimi arasında ilginç bir benzerlik olduğunu fark ettim. Türkçenin taşıyamayacağı kadar girift, belki de ulusal sınırları aşan fikirlerle dolu olduğun için bundan önceki kitaplarının dili epey ağırdı. O kitaplar her ne kadar diyalog, kolektivite, demokrasi, kamusallık vurgusu taşısa da en az kürsüden konuşan metinler kadar okurun uzağına düşüyordu. Kürsü metinleri içerikleriyle diyalojiyi dışlarken senin yazdıkların biçimsel yönüyle aynı şeyi yapıyordu. Building üslubu, bir zamanların kamusal entelektüelinin kâğıda serpilmiş yeni sürümü gibi duruyordu. Belki benim yetersizliğim, belki de Türkçenin yetersizliği, bilmiyorum. Ama sanırım benim yetersizliğim (kavrukluğum da olabilir). Değilse şiir de yazmış, hatta şiir kitabı çıkarmış bir entelektüelin Türkçeyi yetersiz bulacağını düşünmek safdillik olur.
Benim yetersizliklerim saymakla bitmez Ahmet abi. 15 Temmuz hakkındaki kitabını mesela, iki kez okudum. İlkinde bazı yerlerin altını da çizdim. Bir arkadaşım “Üsluba takılma önemli şeyler söylüyor,” deyince yeniden okudum. Zannediyorum “önemli şeyler”in altını zaten çizmiştim. Metnin biçimsel yönü altını çizdiğim yerlerden daha çok alakadar etmişti beni. Öyle ya, 15 Temmuz gibi apaçık ve ortaklaşa deneyimlenmiş bir somut hadiseyi Mucizenin Etik Uğrağı gibi bir sıfatla soyutlamak, her şeyden önce biçimsel bir nazarı sence de davet etmiyor muydu?
Ahmet abi, İslamcı entelektüel konusuna dönersek, kitapta yer verdiğin isimlerden İsmet Özel meselesine değinmek istiyorum. Özel’in pek çok İslamcı entelektüel gibi her konuda yazdığını, belli bir konuda derinlik ve süreklilik elde edemediğini söylüyorsun bir konuşmanda. Yine İslamcı düşünürlerde gözlemlediğin, yola düşünür olarak çıkıp fakihliğe evrilme olgusundan yakınıyorsun. Diyelim ki İslamcı entelektüellerin önemli bir kısmı fakihliğe soyundu, soyunuyor. Peki, bunun karşısına överek koyduğun entelektüel profilin ayetullah olmasına ne demeli? Malum, bir fakih içtihatlarında yanılabilir. Ayetullah için aynı şey söylenebilir mi? Senin tespitlerine göre tematik süreklilik, derinlik ve kamuya konuşma meziyetlerine sahip olan ayetullahı hangi yönüyle, nasıl tanıyacağız? Rakı balık gurmesi, İstanbul rehberi, Sezai Karakoç okumamış edebiyat eleştirmeni, militarist modernleşme uzmanı, akil insan, aktivist, liberal, Türkiye’ye özgü sosyalist dönüşüm sevdalısı, hatta komik ama bir yakın tarihçimize göre Tahirilerden bir solcu… Hangisi? “Hiçbiri” diye iç çekip, “İşte senin anlamadığın building böyle bir şey,” dediğini hissediyorum.
Hislerimi bir kenara bırakırsak, İsmet Özel’in Üç Mesele dışındaki yazı serüvenine dair eleştirilerinin, hele ki bunun karşısında ayetullaha dair övgülerinin her iki ismin metinleri üzerinden kolayca çürütülebilecek yorumlar olduğunu söyleyeceğim. Takdir edersin ki mektubumu böyle bir eleştiriyle soğutmaya niyetim yok. Sadece şunu sorayım: Konusu olan bir yazar mı arıyoruz, yoksa building mi? Building ne Ahmet abi? Ayrıca bireyin mahareti gibi gördüğün süreklilik aslında bireye değil de Türk sosyal bilimlerinde dallanıp budaklanarak yüz yıldır devam eden batıcı/modernleşmeci perspektife ait değil mi?
Abi dediğim için umarım kızmıyorsundur. Sol denemecilerden birinin (çevirmen miydi yoksa?) kitabın hakkında yazdığı yazıyı okudum. Denemecinin Peyami Safa’dan alıntıladığı milli terbiye ile ilgili bölümü sen hatırlamadan ben hatırlatayım. Sözünü ettiğim iktibasla mektuptaki hitap şeklim yan yana gelince kavrukluk bir kez daha kendini göstermiyor mu? Bu kavrukluk meselesi de bir mektuba sığmayacak cinsten. Kavrukluk ya da Anadolulu olmak, Türk solunun (artık Türkiye solu) başkalarını değil kendini tanımlama gayretinin bir sonucu bence. Kavruğun karşısında beyaz var çünkü Ahmet abi. Beyaz, bembeyaz Avrupalı. Batı karşısında kendisini kavruk göre Türkiye solcusu, benden daha kavruğu var dercesine toplumu işaret ediyor. Bu konuyu Beyaz Mitolojiler’den ilhamla tartışmam veya kavruk Fransız Bourdieu’den icazet alarak temellendirmem gerekiyordu belki de. Çünkü her şeye rağmen temel hala batı demek. Temellendirme ise yazma biçimi başta olmak üzere bakış açısını batılılaştırma, modernleşmeci perspektifi şu ya da bu şekilde yeniden üretme anlamına geliyor. Bunları bizden daha iyi biliyorsun Ahmet abi. Ama bilmiyormuş gibi yaptığını düşünüyoruz bazen.
Yine dilim bize gitti. Kimiz biz? Kaç kişiyiz? Bilmiyorum Ahmet abi. Biz derken okurlarını kast etmediğimi anlamışsındır. Dolayısıyla seni okuyanlar içerisinde küçük bir azınlık olduğumuz ortada. Dahası azınlığın azınlığı olduğumuz da böylece açığa çıkıyor. Belki de sadece kendimi kast ediyorumdur. Cemaatçi kavrukluğum biz dedirtiyor, cemiyetin hür bireyi olamıyorumdur. Neyse, bu otoanalizler için de mektubun sınırları epey dar. Sadece ben ve biz arasında kalmadım gördüğün gibi. Mektup boyunca sen ve siz arasında kalarak da olsa abi dedim. Şimdi sizin aklınıza Çağlar Keyder'in "...büyüklerine eski usul saygı gösteren gençler gerçekten modernleşebilir miydi?" sorusu gelmiştir, kimbilir. Ya da ayetullahın "Çocuklarım bana baba değil Murat der," sözü. Hitabıma buna benzer sayısız yapısal anlamlar yükleyerek beni mazur görecek kadar entelektüel bir birey olduğunuzdan kuşkum yok.
Baki selam.