Akif’in realizmine bir bakış
Mustarip bir yürek, sözleri odun kadar doğru; hatta odundan daha doğru bir şair… Sevdiği aziz vatanın zor zamanlarında gah şehirlerde gah çöllerde vatandaşlarına ve asilere verdiği vaaz ve nasihatlerle, gah yedi düvelle mücadelede şehit düşenler için Çanakkale Şehitleri, Bursa’nın Yunan kuvvetleri tarafından işgali dolayısıyla Bülbül Kasidesi, Ankara’da kurulan TBMM’nin kurtuluş mücadelesine destek için kaleme aldığı İstiklal Marşı gibi şiirleriyle tanıdığımız ve daha çok tanımamız gereken bir isim…
Ülkenin bağımsızlığa kavuşması sonrası inkılapçıların peşine taktığı polisler sebebiyle Mısır’a gitmek zorunda kalan, ama ölümü öncesi özlediği vatan topraklarına dönen Akif’in yaptıklarını ve bu yaptıklarının benim için ifade ettiklerini söze dökmem güç belki ama söylemek gerekir ki modern Türk şiirinin kuruluşu Akif’siz düşünülemez. O vatan mücadelesinin salt silahla, şiirle, buna benzer enstrümanlarla yapılmasının yetmeyeceğini hatırlatan, bu mücadelenin doğru ahlakla, inançla, aşkla beslenmesi gerektiğini bize gösteren, öğreten kişidir.
Sezai Karakoç’a kalırsa Türk edebiyatında hayatı şiire, şiiri hayata sokmuş Akif kadar bir şair yoktur. Ancak Akif’in hayatı merkeze aldığı söylenemez, yaşadığı dönemdeki Türkiye şartları içinde hayatın acı çizgileri en objektif ve dıştan tespit edilerek yakalanırken metafizik bir yük bulaştırılmaz, insanın genel kaderiyle ilgili hükümler barındırılmaz bu şiirde: “Fertlerin hayatı belli bir çöküntünün, tarihî bir anın içindeki değerleriyle ölçüp biçilirler.”
Akif’in bu hayatı değerlendirirken temel çıkış noktası, kullandığı ışık hiç şüphesiz İslam’dır ve bu ışık altında toplumumuzun ahlakî, içtimaî, ruhî ve iktisadî şartları deşilir. O yüzden Akif’in şiirinin temel tarihî kadrosunun “şimdiki zaman” olması garipsenmez. Onun bir cerrah titizliğiyle deştiği hayatın da temel kategorisidir şimdiki zaman. Tarih en fazla şimdiki zamana bütün yıkıcı birikintileri taşır. Geçmiş zaman görüntüleri Akif’te bugünü anlamak üzere başvurulan bir mukayese aracıdır eni sonu.
Akif’in şimdiki zamanı tasvirinde sık sık hasta, küfeci bir çocuğun ağır hayat tarzı, Doğu ülkelerinin sefaleti, mahalle kahvesindeki genel seviyenin hurda hali, kadınların durumu, genel toplumsal tembellik, bezginlik, yılgınlık, karşılaşılan kötü hallerin kadere atfı, yaşamanın ve düşünmenin dejenerasyonu tablolaşır. Bu noktada Akif’in realist, hatta natüralist bir tutum benimsediği belirtilebilir. Ancak Akif’in realizmini Fransız romancılığında, sözgelimi Emilie Zola’da görülen realizmden ayırmak gerekir. Fransız romancılığındaki realizmler toplumu belli bir noktaya getirmeyi amaçlamazlar, daha doğrusu toplum hakkındaki öğretilerinde belirsiz kalırlar; oysa Akif, realist tutumunu idealinin yedeği kılar ve bu realizmi bir vasıta olarak kullanır. Bu ideal, yani İslam “tarihin belli bir döneminde en trajik şartları yaşayan Müslüman bir milletin halini” tespit için devreye girer. Akif’te toplum ve hayat, biyolojik ve sosyolojik bir gerçek olarak insanın tabiat ve ötesi (metafizik) karşısındaki durumuyla değil, tarihî ve güncel şartlarıyla şiire konu olur. Bu bakımdan Sezai Karakoç, Akif’in şiirini iki ana unsurun, İslam ve realitenin özetlediğine kaildir.
Bu niteliğiyle Akif’in şiirini bir nevi günlük sayan Sezai Karakoç bu günlüğün “bir şairin beni etrafında toplanan eşya ve olayların anlatılışı değil, bütün bir toplumun günlüğü” olduğunu tasrih eder. Şiirin handiyse yer yer bir kronik özelliği kazandığını vurgulayan Karakoç, Akif’in bütün şiirlerini Safahat başlığı altında toplamasının da bu günlük şuurunu taşıdığına işaret eder. Karakoç’un anlatımıyla Akif, savaş olmadığı zamanlar toplumun gündelik hayatından tablolar çizer. Bu tablolarda camiler, kahveler, hastalar, alıcılar ve satıcılar, meyhane, içki ve kumarın açtığı yaralar, yetimlerin, dulların, yoksulların yaşamak zorunda kaldığı problemler, idarenin bozukluğu, rüşvet ve faiz faciaları resmedilir. Burada şiirin tasvirî ve objektif olduğunu vurgulayan Karakoç onu sakin akan bir nehre benzetir. Ancak bu şiir, toplumun sıra dışı günlerinde (savaş ve diğer felaketlerde) birden değişir; nehir bulanır, coşar, bazen büyük şelaleler oluşturur. Toplumsal hayat ile nehir arasında eğer bir mütekabiliyet kurulursa Akif’in bu toplumsal hayatı yansıtan şiiri de bir nehre benzetilmesi doğru olacaktır. Sezai Karakoç, Safahat’ı sosyolojik planda ele alır ve onda “bir cemiyet, gerçekten, belli başlı cepheleriyle ve temel perspektiflerden tanıtılmıştır, sanki bir plan dairesince işlenmiştir” denebileceğini belirtir. Bu açıdan Akif “şiirle düşünme”yi edebiyatımıza sokan hemen hemen tek şairdir. Safahat, bir toplumun bir ömür başından geçenleri anlatmasıdır bu bakımdan. Handiyse millet bu şiirde düşünmüş, ağlamış, haykırmış ve umutsuzluğa batmış, umutla çırpınmıştır.
Akif’in şiiri söz konusu olunca ne Nazım Hikmet’in ne de Orhan Veli okulunun şiirlerinin Türk şiirinin realizmine yeni ve fazla bir şey katmadığını söyleyen Karakoç, onun edebiyatımızdaki yerinin şiirinin özellikleri dolayısıyla tek olduğunu vurgular: “Modern Türk edebiyatında (gerekse eski edebiyatımızda) bir dönem fikriyle donanmış olarak, belli bir dünya görüşünün ışığında, geniş anlamdaki kronikler halinde, safha safha bir kuşağın dramını veren, ilk bakışta birbirine zıt realist çizgilerle mitleşmeye elverişli davranışlarını kaynaştırarak canlandıran böyle bir başka realizm ve destan şairimiz yoktur.”
Akif’i yirminci yüzyılda din ve metafizik şairi olarak ünlenmiş Fransız Claudel ile İngiliz T. S. Eliot’la kıyaslayan Karakoç, onların şiirlerinin konusu olarak tek kişinin metafizik ürpertisini ve din karşısındaki durumundan doğan kaygıları seçtiğini vurgulayarak Akif’in farkının altını çizer: “belli bir toplumun belli bir zamanını pratik bir gaye ile hükme bağlamıştır. Eliot, tarihi, insan kaderi açısından ele alırken, Claudel, tam bir din duygusunun verdiği ruh sükûnunu ve saflığını işler. Akif’teyse ahlâk ve içtimâi problem ön plana geçer ve metafizik, uzak yankılarla duyulur… Akif’in şiiri öbürlerinden çok ayrılır ve temporel bir şiir olur.”
Akif’in anılmasını aslında kendimizin anılması addeden Sezai Karakoç’a bu noktada katılmamak mümkün değil. Milleti yaşayan Akif şiiriyle de bu milletin başına gelenleri geçenleri anlatıyor. Şiiri “temporel” ancak bu temporalite deyim yerindeyse bir millet temporalitesi. Onunla kaim ve o var oldukça var olacak.