Ataol Behramoğlu'na...
Hayatımda hiç şiir yazmaya teşebbüs etmedim. Lise yıllarında arkadaşlar bazen bir şeyler yazar, şiir yazdık diye getirir gösterirlerdi. Okur ve ayıp olmasın diye güzel olmuş derdim. Ama ne o zamanlar ne de bugün, ben de bir şiir yazsam mı acaba, diye düşünmedim. Çok yoğun birtakım duygular içindeyken bile aklımdan geçirmedim. Bence insan beceremeyeceği bir işe hiç kalkışmamalı. Düzyazı biraz duygu, çokça okuma ve çalışmayla iyi kötü üstesinden gelinebilecek bir şey. Ama şiir öyle mi hiç? Şairlerin insanoğlundan bir adım önde olduğuna inandım daima. Allah’ın ayrıcalıklı kulları olduğunu düşündüm.
Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan çok okurdum eskiden. Tuhaftır, görüşlerim zamanla değişti ama örneğin Attilâ İlhan’a olan sevgim hiç azalmadı. Çok severim hâlâ tıpkı 18 yaşımdaki gibi heyecanlandırır, ağlatır beni. Solcu şairler okudum; sonra Müslüman şairler okudum. Kimini çok sevdim, kimini daha az. Ama görece daha az sevdiğim şairlerle bile aramda duygusal bir bağ oldu daima. Tıpkı Nâzım Hikmet’le seneler sonra yüzleşmem gibi sahip oldukları bazı kişisel zaafları görsem bile insani bir taraf daima buldum onlarda. İnsani ve çocuksu bir taraf. Kavga ediyorlar, aşık oluyorlar, üzülüyorlar, seviniyorlar, türlü badirelerden geçiyorlar ama masumiyetlerini asla kaybetmiyor, hepimizden bir adım önde durmaya devam ediyorlar. Sanki onlar tökezlese, hepimiz devrileceğiz peşi sıra. Şairlerin kirlenmesinden, arsızlaşmasından, haysiyetsizleşmesinden, insanlıklarını yitirmelerinden çok korktum. Ucu hepimize dokunacaktı çünkü.
Bu yüzden Ataol Behramoğlu’nun geçen gün yazdıkları çok ağır geldi bana. Şöyle söylüyordu:
“Türkiye ile hiçbir sevgi, duygu, bilgi bağı olmayan Mülteci güruhuyla birlikte aynı hedefe oy kullananacak olanlar ise mümkünse eğer utansınlar.”
Dürüst olmak gerekirse, Behramoğlu hayatımın hiçbir döneminde sevdiğim şairler arasında yer almamıştı. Zaten uzun süredir benzer şeyler söylüyordu. Muhteris ve kötü bir insandı. Bunu bilmeme rağmen neden bu kadar sarsıldığımı anlamıyorum. Büyük bir öfke duygusu var içimde. Ama bundan da beteri büyük bir üzüntü. Bir insanın kötülüğü her seferinde nasıl bir bıçak daha saplar kalbimize? İnsanlığa olan inancımın aldığı en ağır darbelerden birini kendini “yaşayan en büyük Türk şairlerinden” olarak gören birinden alabilirim ben? Şu anda karşımda olsa, ona kızıp bağıracak gücü bile bulamıyorum kendimde. Yüzünü görsem karşısında çocuk gibi hüngür hüngür ağlamaktan başka elimden bir şey gelmeyecek sanki.
Geçtiğimiz senelerde Ataol Behramoğlu’nun “güruh” olarak adlandırdığı Suriyeli küçük bir kız çocuğu bir süre misafir olmuştu evimizde. Babası Baas zindanlarında işkence ile öldürülmüş, 8 yaşında Halepli bir kız çocuğu. Gece önce yarım saat, bir saat uyuyacak gibi olur, sonra kendinden geçercesine ağlamaya başlardı. Yanına gider sarılırdım, kucaklar kaldırırdım yataktan. Mutfağa giderdik, ekmeğe çikolata sürüp verirdim biraz mutlu olması için ama yemezdi. Salona geçerdik, çizgi film açardım ama izlemezdi, içini çeke çeke sessizce ağlardı sadece. Upuzun saçları vardı, öper, koklardım.
Bir keresinde arkadaşlarla Ümraniye’de mülteci aileleri ziyaret ediyorduk. İnkılap mahallesini bilenler bilir. Orada, pencerelerinde demir parmaklıklar olan tek katlı, çok eski bir gecekondunun camından Suriyeli bir abi bize el salladı ve içeri davet etti. Biz o abinin engelli olduğunu dışarıdan anlamamıştık. Meğerse belden aşağısı bir bombalama sonucu kopmuş. İçeride karısı ve 4 tane çocuk vardı. Çocuklardan birisi, babasını oturduğu pencere kenarından tıpkı bir oyuncak bebek gibi kucaklayarak aldı ve yanımıza koydu. Hayatım boyunca en utandığım, en kahrolduğum ânlardan birisidir bu. O sahne asla gitmiyor gözlerimin önünden.
O sokaktaki başka bir evde yaşlı bir adam yere uzanmış, boylu boyunca hareketsiz yatıyordu. Ölüm döşeğindeydi, tedavi işe yaramamış, üç oğlunu birden katletmişler Deraa’da çünkü. İstanbul’un başka bir mahallesinde ise İntizar’la tanışmıştık seneler önce. Kocasını bir gün alıp götürmüşler, senelerdir haber yok. WhatsApp profilinde sürekli kocasının farklı fotoğraflarını paylaşıyordu. Bazen sokakta gördüğüm adamların yüzlerine dikkatlice bakmaya çalışırken yakalıyorum kendimi. Acaba İntizar’ın kocasını bulabilir miyim? Boylu poslu, dağ gibi dedikleri türden bir adam. İnsan öldürülüp bir kenara atıldığına inanmak istemiyor bir türlü.
Ataol Behramoğlu’nun sözlerini, son 10 senedir şahitlik ettiğim insan hikayeleriyle birlikte düşününce kederim daha da katlanıyor. Çok sevdiğim Suriyeli bir yazar arkadaşımın babası vefat etti Gaziantep’te. O, rahat koltuğunda klavye başında mülteciler hakkında atar tutarken ve bilmem kaç sene evvel yazdığı aşk şiirlerinden dem vururken, benim arkadaşımın dünyada görüp görebileceğiniz en kaliteli insanlardan birisi olan babası, tüm bu işittiklerinin hüznü ile can çekişiyordu hastanede.
Böyle bir yazı yazmayı hiç hesap etmemiştim. Üzüntüm bir ânda dayanılmaz hale geldiği için yazmaktan başka çare bulamadım. Keşke tüm farklı düşüncelerimize rağmen küçük de olsa bir paydamız kalabilseydi Ataol Behramoğlu ile. Birlikte tutunmaya devam edebileceğimiz ufacık bir dal bıraksaydı keşke bizlere. İnsanın insana ettiği zulmü görmezden gelen, şiirimizi bile kirleten bütün ideolojilerin Allah belasını versin.
Lise yıllarında defterlerimizin kenarına dörtlükler yazdığımız Türk şiiri böyle mi temsil edilecekti? Baba diye ağlayan küçücük kız çocuklarının gözyaşlarını görmezden mi gelecekti? Çocuklarının gözleri önünde tecavüze uğrayan ve bir kısmı ülkemize sığınan binlerce kadının haysiyetine dil mi uzatacaktı? Biz gelecek nesillere bırakacağımız şiir antolojilerinde, yetimleri dahi hedef gösterecek kadar alçalan insanlara mı yer verecektik Türk şairi diye?