Avrupalılığın tarih tekeli


 

İtalyan felsefeci Giorgio Agamben hem Buyruk Nedir hem de Yaratım ve Anarşi kitaplarının giriş kısımlarında kendi geçmişiyle yüzleşme olarak yorumlanabilecek bir tavrı Avrupalılığa hasrediyor. Avrupalılığın kurucu bileşeni bir bakıma Agamben’in tarihle hesaplaşma olarak vasıflandırdığı tutum.

Sözü edilen kitaplarda yer alan konferans ve yazılarda Michel Foucault’ya uyarak tarihsel soruşturma yolunu “arkeoloji” olarak belirleyen Agamben’in Avrupalılığa atfettiği “kendi geçmişiyle yüzleşme” meziyetinin üzerinde durulmalı elbette. Tarihsel soruşturmayı Foucault’nun şimdiye ilişkin soruşturmanın geçmişe düşürdüğü gölge olduğu görüşünü benimseyen Agamben arkeolojiyi ona erişmenin yegâne yolu addediyor. Bir anlamda eğer geçmiş şimdinin ortaya çıkmasında önemli bir etkense -ki bizce de öyle- ona ulaşmak için yürütülen tarihsel soruşturmanın yolunun arkeolojik bir çaba olarak belirlenmesinin haklılaştırılması ya da delillendirilmesi gerekir. Bu haklılaştırma ya da delillendirme, doğrusu ne tam anlamıyla Foucault’da bulunur ne de Agamben böylesine zorlu sayılabilecek bir teşebbüstedir. Amerikalıların ya da Asyalıların aksine Avrupalıların kendi hakikatlerine geçmişle yüzleşerek, onunla hesaplaşarak eriştiğini ileri süren Agamben (kıyaslamaların kıta ölçekli olmasının özel bir anlamı var mıdır, varsa bu anlam nedir? Kıta ölçeği kıyaslarda bir unsursa niçin onlara Afrika dahil edilmez; bunu bilme imkânımız yok) erişilen bu hakikate dair herhangi bir ahlaki-etik değerlendirmede bulunmadığı için meziyet sayılan özelliği bu hakikatte aramayacağız. Bu yazıda sadece tarihle, kendi tarihiyle hesaplaşmayı sırf Avrupalılığa hasreden görüşü konu edinip eleştireceğiz.

Demek istediğimizi özetlemek gerekirse Agamben ne “geçmişle yüzleşme eylemi”nde ne de şimdiki “hakikat”e dair -sadece onlara özel- herhangi bir ahlaki-etik değerlendirmede bulunmadığı, aksine meziyetin onların artikülasyonunda -ki ona göre bu artikülasyon Avrupalılığın ayırıcı meziyetlerindendir- olması gerektiğini düşündüğü için arkeolojik çabayı geçmişle hesaplaşmanın asli unsuru yapar. Kastımız açık aslında: Pekâlâ bir katil ya da bir hırsız da kendi mel’un geçmişiyle yüzleşerek, o geçmişle hesaplaşarak var olduğu hale, kendi hakikatine erişebilir. Ancak ne katil ne de hırsız kendi geçmişiyle arkeoloji yoluyla hesaplaşmaktadır, aksine bu hesaplaşmasında o “hafıza”sına, yani geçmişte işlediği cürümleri ne sebeple nasıl yaptığını hatırlamasına dayanır. Muhtemelen hafızası geçmişin “arkeolojik” kalıntılarıyla doludur veya bir bıçak yahut bir maske bir yerlerde sürekli duruyordur. Şu anki hakikatini hem kendine hem çevresine meşrulaştırmakta geçmişle hesaplaşmasını baz alma tutumunun Avrupalı toplumlara has sayılması bu durumda mümkün değil bana kalırsa. Üstelik bu hakikat hep şu anki hakikat olacak, geçen ve böylelikle geçmiş olan zaman (kendisiyle hesaplaşılan unsurlardan biri olarak zaman) bu hakikatin değişimine çanak tutacaktır. Deyim yerindeyse erişilen hakikat hesaplaşma esnasında inşa edilen hakikat olacak, geçmişiyle hesaplaşan toplumlar böylelikle şimdiki hakikatlerini oluşturacaklardır. Bir nevi troçkist devrimdir yaşanan, sürekli yaşanmalıdır yani. Hesaplaşma ve hakikate erişme bitimsiz bir süreçtir neredeyse.
Bu açıdan arkeolojik çabayı tarihsel geçmişi eleştirmenin, onunla hesaplaşmanın muhtemelen politik bir yolu olarak konumlamakta herhangi bir beis yok elbette. Lakin mümkün arkeolojik çaba, hep geçmişin kendisiyle değil, kalıntılarıyla karşılaşır. Kurumlar, kişiler, olaylar hep geçmişin kalıntısı olarak görünür hale gelir arkeolojik bir çabada. Bu kalıntılardır geçmişe düşen gölge. Üstelik onların arkeolojik anlamda kalıntı olmaları için bir şekilde (bu şeklin genelde arkeolojik-politik bir şekil olacağı açıktır) yorumlanmaları gerekir. Agamben’in kendi arkeolojik çabasında, yani hep ‘arkhe’yi (ilke/köken/buyruk) gezme, keşfetme girişimlerinde de bunu görürüz: yürütülen arkeoloji Agamben’in iddialarına konu olduğu üzere anarşizmi öne sürmeye imkân tanımak yerine deyim yerindeyse bizzat onun zaten başta benimsediği anarşist tutumla yorumlanır. Arkhe’ye yönelik neolojilerle desteklenen bir arkeolojidir bu. Söylemek gerekir ki politikaya arkeoloji neticesi ulaşmayız, aksine politika arkeolojiyi besler, yüreklendirir daima. Bir yerde geçmişle hesaplaşma hep şimdinin, şimdiki hakikatimizin keşfi değildir aslında; şimdinin, şimdideki hakikatimizin de meşrulaştırılmasıdır da.

Nihayetinde kendi tarihiyle hesaplaşmayı sırf Avrupalılığa hasreden görüş, tarihi, tarihyazımını Avrupalılığa hasreden bir görüştür. Hemen bütün toplumlarda kroniklerin bile tutulma sebebini geçmişte neler yaşandığını merak eden zihinlerin bu açlığını gidermek olmadığını biliriz. Tarihten “ibret” ya da “ders” almak denir geleneksel bakışla eleştiriye, hesaplaşmaya. Şu anki davranış ya da tutumun inşasında bu ibretin ya da dersin bir faydası var mıdır, bu ibret ya da ders alınmış mıdır? Tarihyazımının geliştiği her toplumda ibretin ya da dersin alındığı iddia edilir, yoksa sırf merak gidermek uğruna niye uğraşsınlar ki o kadar arşiv oluşturmaya, kütüphane kurmaya, adam (vakanüvis ya da müverrih) beslemeye…

Diğer yandan “kendi tarihiyle hesaplaşma” ibaresinde özeleştiri sezilebilir. Bu hesaplaşma özeleştirel bir hesaplaşmadır. Bu ibareyle işaret edilen eylemi Avrupalılığa hasretmenin sadece tarihyazımını Avrupalılığa değil, özeleştiri eylemini de ona hasrettiğini düşünebiliriz pekâlâ. Biz de biraz neoloji yaparsak, bütün geçerli akçelerin Avrupalılığa hasredilişinin, Agamben’in anarşizminin bile Avrupa normativitesine dahil olduğunu vurguladığını ihtar eder bize.

 

 

Etiketler
Avrupa Eleştiri Giorgio Agamben