Aynur Dilber: Benim içimde yazar olmak isteyen bir Aynur vardı
İlk kez ne zaman ve ne hakkında yazdığınızı hatırlıyor musunuz?
Hatırlamıyorum. Ortaokulda âşık olmuştum. Bir şiir defterim oldu o zaman. Oraya şiirler yazıp defteri kimse görmesin diye gizlerdim. Kimse yokken halının üzerinde ödev yapan çocuklar gibi açıp tutkulu bir heyecanla okurdum. O an aldığım hazzın ne olduğunu şimdi biliyorum: Yaratım hazzı. Aşk duygusundan çok beni orada etkileyen bu duygumu kelimelere döküp bir yaratım gerçekleştirmiş olmamdı. Sonra aynı hazzı derslerde kompozisyon yazarken de günlük tutarken de aldım. Sanırım kendimi tanımak, fark etmek, bunu kelimelerle yapmak iç dünyasının genişliğini sezinleyen ve kendiyle baş başa kalmaktan memnun olan biri için olması gerekendi zaten.
İlk kitabınız basıldığında neler hissetmiştiniz?
Değerli, önemli, mutlu, daha güçlü, daha cesur.
Sizi öykü yazmaya iten şey ne idi?
Ben aslında üniversite son sınıfta bir roman yazmaya giriştim. Ülkü Eliuz hocam -Edebiyat okudum ben- o kadar güzel metin şerh ederdi ki... Sanırım hepimize bir yazma şevki geldi o sıralar. Benim içimde zaten yazar olmak isteyen ama bunun bir yandan imkansız olduğunu düşünen bir Aynur vardı. Lisedeyken bir insanın kelimeleri birleştirip ortaya bir kitap çıkarmasını hayretle karşılardım. Müthiş bir “imrenme” yaşadığımı biliyorum. Beni sanırım o imrenme yazmaya itti. Daha önce de söyledim. Çok küçük yaşlarda büyük sorularım vardı. Neden dünyadayız, neden öleceğiz, neden kıyamet kopacak, neden sura üflenecek... Zamanı durdurma denemelerim vardı. Yaşadığım anları zihnime kodlamaya çalışırdım. Demem o ki bu mizaç “hayatın manası” üzerine her yaşta kendince sorular sorup cevaplar bulmaya çalıştı. Kelime anlamdır. Manayı arzuladığım için yazmaya başladım sanırım. Öğretmen olmaya hak kazandığımda Trabzon’dan İstanbul’a gitmek istedim. Çünkü yazar aynı zamanda hayatın farkında olan, hayatı deneyimlemesi gereken biri demekti benim için. Yazar olacaksam İstanbul’a gitmeliyim dedim ve gittim. Orada çok şükür ki Güray Süngü ile tanıştım. Beni yazabileceğime inandırdı. Yazmaya başladım. Kolay değil, birçok etkenin, hissin birleşmesiyle adeta bir mucizeyle bu yola girmiş oldum. Öyküyü seçmemin özel bir nedeni olmadı, yazarlık atölyesinde öykü yazın denildiği için yazdım.
Yeni bir şiir kitabınız çıktı, öyküden şiire de yöneldiniz, bu yolculuğu nasıl anlatırsınız?
Öyküden şiire yönelmedim aslında. Şiir yazma denemelerim vardı. Hikaye yazıp dergilerde yayımlayınca, kendime inancım pekişince şiir yazma isteğimi artık bastırmadım, üzerine daha da eğildim.
Yazdığınız öykülerden iyi bir okuyucu olduğunuz da belli oluyor. Okumaya yeni başlayanlar için bir tavsiyeniz var mıdır?
Okuma hastalığına kapılmadan, okumaktan yüksek bir bilinçle faydalanarak, zevk alarak en iyileri okuyup örnek almaları ama her zaman kendi sesini bulmanın derdinde olmalarını haddim olmadan tavsiye edeyim.
Çağdaşlarınızdan kimleri okuyorsunuz?
Güray Süngü, Mahmut Coşkun, Handan Acar Yıldız, Dilara Ayşe Akdeniz…
Eserlerinizde hüznü ve mizahı harmanladığınızı görebiliyoruz. Bunu özellikle mi yapıyorsunuz yoksa kaleminizin doğasında bu mu var? İroni bunun neresinde?
Her türlü duygunun yer aldığı ironik metinler kaleme aldım. Bu kez hüzün arka planda kaldı. Daha çok öfke, rahatsızlık duygusu, haksızlığa itiraz, adaletin yerini bulması arzusu, iğneyi kendine batırma, manidar tebessümler vs. var.
Bugüne dek birçok platformda, TV programında kendinizi, eserlerinizi anlatıp röportaj verdiniz. Birçok soru size çoktan soruldu. Ancak bizim en çok merak ettiğimiz şey Aynur Dilber özel yaşantısında ne yapar? Neleri sever?
Gündelik hayatım üç aşağı beş yukarı herkesle aynı. Uzun zamandır tek yaşıyorum ama yalnız yaşamıyorum, kendimle yaşıyorum. Elbette kendimle yalnız kaldığım da oldu. Tabiatı tefekkür etmeyi çok severim. Yalnız başıma yolculuk yapmaktan büyük haz alıyorum. Hayatın her hâlini deneyimlemeyi severim. Okumayı yalnızca sayfalara indirgemiyorum, hayatı okuma arzum var.
Sizi yakından tanımayan insanları şaşırtabilecek bir huyunuz ya da bir davranışınız var mı?
Yok sanırım. Öte yandan kafamızda kesip biçtiğimiz kişi hiçbir zaman o kişi değildir. Ne kolay olurdu o zaman her şey.
Sosyal medyada ses getirdiğinizi görebiliyoruz. Bir tweet’inizle birçok insana ulaşabiliyorsunuz. Bunun artıları ve eksileri nelerdir?
İnsanlar sizi kendi sınırlarına, algılarına, köşelerine hapsedebilir. İlişkiler üzerine herkesin binlerce kez tekrar ettiği sözleri ilk defa duymuş gibi beğenirlerken bir bakış, duyuş, düşünce yakalamış sözlerin alıcısı daha az. Twitter daha ziyade goygoyun revaçta olduğu, aynı şeylerin pişirilip pişirilip önümüze geldiği yer. Yine de üç beş gözü gönlü insanla karşılaşıyorsunuz. Bu bir kazançtır.
Genç şair, genç yazar, genç öykücü kavramı sizin için kullanıldığında ne hissediyorsunuz? Bu kavram üzerinden çıkan tartışmalar ile ilgili bir düşünceniz var mı?
Yaş itibariyle bizlere söyleniyor. Eserlerin niteliğine göre bu sıfatı yakıştırmıyorlar çünkü durum değişirdi. Bu tartışmaların yerine daha nitelikli mevzuları tartışıyor olabilirdik.