BAAS rejiminin İsrail karşıtı olduğunu söyleyenlere birkaç soru


Bazılarımızın tuhaf bir huyu var. Kimi zaman söze bir türlü başlayamayız nedense. Lafı evirir, çeviririz. Konuşmamız gereken kadar değil konuşabildiğimiz kadar konuşabiliriz yani. Ve bir şey konuşurken, söylemek istediğimiz başka bir şeydir aslında. Konuşmalarımız imâlarla doludur o nedenle. Bir şey söyleriz ama ne dediğimizi kendimiz bile anlamayız. Ya da kendimizin çok akıllı, karşımızdakinin ise salak olduğu vehmine kapılırız. Şimdi birden hatırladım. Lisede Yılmaz hoca isminde bir öğretmenimiz vardı. Çocuklar, derdi. Kimseyi salak yerine koymayın, karşınızdaki insanın da sizin kadar aklı ve düşünme kabiliyeti olduğunu unutmadan hareket edin.  Bu söz, o anda üzerimde büyük bir etki yaratmamış gibi dursa da, nasıl da aklımda kalmış meğerse.  Her neyse, tamamen açık konuşacak ve cevabını çok merak ettiğim birkaç soru soracağım şimdi sizlere.

Şehit İzzeddin el Kassam

Bildiğimiz gibi (yani biliyorsunuz diye umuyorum) Suriye 1. Dünya Savaşı’nın sonunda Fransızlar tarafından işgal edildiği zaman başlayan direniş hareketleri, Fransızların yakın takibi altındaydı. Tedirgindiler çünkü Suriye’deki Fransız karşıtı hareketlerin diğer yerlerdeki, özellikle de mevcut güçlerini büyük oranda sayesinde elde ettikleri Kuzey Afrika’daki sömürgelerini etkileme ihtimalinden çekiniyorlardı. Ayrıca Filistin’de bir manda idaresi kurmaya hazırlanan İngilizlerin eline koz vermek de istemiyorlardı. Zira İngilizler, o sırada Şerif Hüseyin ve oğlu Faysal’ı himaye etmeye devam ediyorlardı. Fransızların, durumu toparlamak için başka bir siyaset gütmeleri gerekiyordu sizin anlayacağınız. Ve çözümü Suriye’deki etnik azınlıkları destekleyerek, kendilerine bağlı bölgesel liderler çıkarmaya çalışmakta bulmuşlardı. Çok değişik bir şey yapmamışlardı da, her zamanki klasik yönteme başvurmuşlardı yani. Derhal Hristiyan, Ermeni ve Nusayri azınlıklarla görüşmeye başlamalarının sebebi de buydu. Amaçları ayrıştırıcı politikalar uygulayarak, azınlıkları Suriye toplumundan koparmak ve karşılarındaki direniş cephesini zayıflatmaktı.

Filistin direnişinin büyük kumandanı Suriyeli İzzeddin el Kassam, Fransızlara karşı direnişi ilk başlatanlardı. Aynı amaçla mücadele eden başka liderler de ortaya çıkmıştı elbette. Halep bölgesindeki direnişin kumandanı İbrahim Hananu, İstanbul’da eğitim görmüş ve 31 Mart İsyanı’nı bastıran Hareket Ordusu içerisinde yer almıştı. Şeyh Salih Ali, Suriye’nin kuzey sahilindeki direnişin kumandanlığını yapıyordu. İzzeddin el Kassam’la aynı bölgede, Ömer el Baytar vardı bir de mesela. Ömer el Baytar, önce Lazkiye taraflarındaki direnişe liderlik eden Şeyh Salih el Ali ile birlikte hareket etmiş, daha sonra gönüllülerden oluşan birlikte Cebele’nin sahil bölgelerinde Fransızlara karşı mücadele etmeye başlamıştı.  Ve hepsinin ortak bir amacı vardı. Suriye’yi Fransız işgalinden kurtarmak.

Fransızlar da bu esnada, ayrıştırıcı siyasetlerini uygulamaya koymuşlar da ya hani, Dürzi liderlerle görüşerek Suriye’nin güneyinde bağımsız bir Dürzi devleti kurulması için kolları sıvamışlardı. (Anlamadığınız bir yer varsa çekinmeyin sorun, tane tane tekrar edebilirim.) Cebel-i Lübnan, Trablusşam ve Beyrut’un yanı sıra ve Suriye’ye bağlı Bekaa, Baalbek, Hasbeya ve Reşaya kazalarını içine alan Büyük Lübnan Devleti’nin kurulduğunu ilan etmişler, Halep ve Şam devletleri altında iki farklı siyasi yönetimden oluşan bir Suriye devleti kurmuşlardı.  Suriye sahilindeki Nusayrilere Alevi ismini vererek, merkezi Lazkiye olan bir Alevi devletinin temellerini atmışlardı. Yani direnişçilerin, bir yandan bu bölünmenin getirdiği zorluklarla da mücadele etmeleri gerekiyordu.

Fransızların, bu esnada kafayı en çok taktığı isimlerin başında ise İzzeddin el Kassam geliyordu. (Vallahi Allah korusun ama ben Fransız olsam, ben de en çok ona kafayı takardım herhalde) Hakkında idam kararı çıkarmışlar, her yerde harıl harıl onu arıyorlardı. Bulup getirene de büyük bir para ödülü verilecekti. Ancak şehit Kassam’ı kolay yakalayabilmek için bölgesel liderlerden işbirlikçilere de ihtiyaçları vardı. Yardımlarına yetişen ise, Fransızlar tarafından bölgede kurulan Nusayri Devleti’ydi. Derhal bir örf divanı toplayarak, İzzeddin el Kassam’ın gıyabında idam edilmesine hükmetmişlerdi. O örf divanında kimler vardı? Hafız Esad’ın babası Süleyman el-Esad’ın, Filistin direnişinin büyük kumandanı Şehit İzzeddin el Kassam’a karşı Fransızlarla nasıl işbirliğini yaptığını anlatır mısınız mesela? Hani Şehit İzzeddin el Kassam sizler için çok değerli ya, kimler tarafından Fransızlara satılmak istendiğini söyler misiniz?

Süleyman el-Esad’ın 15.06.1936 tarihli dilekçesi

Filistin direnişinin ilk ortaya çıktığı dönemlere yani Nekbe öncesine bakmaya devam edelim. Osmanlı’nın en önemli vilayetlerinden olan Şam’ın Fransızların, Kudüs’ün ise İngilizlerin işgali altında olduğu zamanlara yani. Sizler, bu dönemde  İngilizlere karşı bir direniş başlatan

Filistinli bütün öncü isimlerin yolunun Suriye’den geçtiğini biliyorsunuz, değil mi? Muhammed İzzet Derveze’nin arandığı zamanlarda Şam’da saklandığını mesela… Ya da Hacı Emin el Hüseyni’nin… Filistin ve Suriyeli öncü isimlerin tamamen ortak bir mücadele yürüttüklerini… Hatta gazete ve dergilerde yan yana sütunlarda yazdıklarını…Fransızlara karşı mücadelenin önemli kalemlerinden olan Bedevi El Cebel lakaplı Suriyeli şair Muhammed Süleyman El Ahmed’in, Filistinli yazar Ekrem Zuaiter’le yakın arkadaş olduğunu… Hatta Ekrem Zuaiter’in arkadaşının kitabı için önsöz yazdığını. Bütün bunlardan haberiniz varsa, Suriyeli ve Filistinli direnişçilerin sadece Fransız ve İngilizlere karşı değil, bölgesel işbirlikçilere karşı da ortak bir mücadele yürüttüklerini bilirsiniz değil mi? ( Ya da mantık yürüterek, anlayabilirsiniz) Peki Hafız Esad’ın babasının yani Beşar Esad’ın dedesinin bu mücadele esnasındaki pozisyonundan haberiniz var mı? Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarında 3547 arşiv numarasıyla yer alan, 15.06.1936 tarihinde yazılmış o dilekçeyi biliyor musunuz? Büyükbaba Süleyman el-Esad’ın, Büyük Filistin İsyanı esnasında Fransızlara yazdığı dilekçeden bahsediyorum… Fransız Sosyalist Partisi ve Suriyeli tarihçi Abdullah Hanna tarafından afişe edilen bu dilekçeden haberiniz var mı?

Golan tepeleri 

Şimdi Nekbe sonrasına gidelim. Golan Tepeleri’nin İsrail’in eline geçtiği 67 senesine…Aslında buraya gelene kadar da söylenecek çok şey var ama o kısımları, kendiniz tekrar çalışırsınız biraz daha. Esad ailesinin Nekbe esnasında neler yapıp ettiğini, ev ödevi olarak vermiş olalım sizlere yani. Biliyorsunuz değil mi? Filistin direnişini açısından çok büyük bir stratejik öneme sahip olan Golan Tepeleri’nin İsrail’in eline geçmesi, sadece Siyonist ordunun becerisi sebebiyle değil birilerinin düşmanla kurduğu ileri derecede suç ortaklığı sonucunda olmuştu. Kimdi acaba bu işbirlikçi, hadi siz söyleyin…. O sırada Suriye Savunma Bakanı ve Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hafız Esad’ın, İsrail’den Golan Tepeleri karşılığında 100 milyon dolar rüşvet aldığı iddialarını duyduysanız bilirsiniz…. Suriye Ordusu’nun sahip olduğu tüm avantaja rağmen tek kurşun atmadan Golan Tepeleri’ni İsrail’e bırakması konusunda ne düşünüyorsunuz, diye soruyorum yani özetle? Peki ya Şam Radyosu’nda, İsrail birlikleri Golan Tepeleri’ne gelmeden 12 saat önce yapılan “Golan Tepeleri’ni İsrail işgal etti” anonsları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kara Eylül olayları

Üç sene ileriye gidelim ve 1970 senesine gelelim. Herhalde biliyorsunuzdur, 1970 senesinde Ürdün’de Kara Eylül Olayları meydana geldi. İsrail’in 1967 senesinde 6 gün süren Arap-İsrail savaşından zaferle ayrılması ve topraklarını daha da genişletmesinden sonra Filistinli gerilla grupları Ürdün’de toplanmaya başlamışlardı. Ancak Ürdün Kralı Hüseyin bu durumdan hiç hoşnut değildi zira İsrail’in tepkisini çekmekten ve olası saldırılara hedef olmaktan korkuyordu. Ayrıca ülkesi, İsrail devleti ile en uzun ortak sınırı olan ve bu nedenle misilleme risklerinin büyük olduğu bir ülkeydi. Üstelik nüfusun büyük çoğunluğu Filistinli’ydi, Filistinli bir iktidarın başa geçerek, yetkisini elinden almasından korkuyordu. Bu yüzden, sadece binlerce Filistinliyi ülke dışına sürmekle kalmamış, Filistinli mültecilerin kaldığı kampları da bombalamaya başlamıştı. Ve 1971 senesinin temmuz ayına kadar süren çatışmalarda 8000’e yakın Filistinli hayatını kaybetmişti. Peki Hafız Esad’ın Kara Eylül Olayları esnasında, ki bu dönemi Gassan Kenefani’den okumanızı öneririm, Suriye halkının Filistinli direnişçilere yardım etme girişimlerinin hepsini engellemeye çalıştığını biliyor musunuz? Şimdi sizin Hafız Esad’ın bu yüzden milleti birbirine düşürdüğünden, Baas Partisi içinde ayrılıklara sebep olduğundan, Suriye’de büyük bir iç kriz yarattığından ve Kasım ayında yapacağı darbeye zemin hazırladığından da haberiniz yoktur.

Tel al Zaatar katliamı 

Kara Eylül Olayları esnasında Filistinlilere ihanet eden Hafız Esad, darbeyle başa geçtiği 1971 senesinden sonra Filistin direnişini baltalamak için elinden ne geliyorsa yapmaya devam edecekti. Önceki senelerde Suriye, Filistinli mültecilerin Nekbe’den bu yana en çok sığındığı yerlerin başında geliyordu aslında. Ve Nekbe ile birlikte vatanlarından çıkarılan 1 milyona yakın Filistinli’nin 280.000'i Ürdün Nehri'nin batı kıyısına, 70.000'i Ürdün Nehri'nin doğu kıyısına, 190.000'i Gazze'ye, 100.000'i Lübnan'a, 7.000'i Mısır'a ve 4.000'i Irak'a giderken, Suriye topraklarına yaklaşık 100.000 Filistinli göç etmiş ve Suriye’de 1948-1953 yılları arasında Filistinli mülteciler için 10 kamp kurulmuştu.

Siyonist İsrail devletine karşı savaşmak üzere bir araya gelen Arap ordularında içinde de, Suriye İhvân-ı Müslimîn teşkilatının kurucusu Mustafa es-Sibâî (Allah ondan razı olsun) komutasında çok sayıda Suriyeli gönüllü vardı.  Ayrıca İsrail’in kurulduğu duyulur duyulmaz, Suriye genelinde genel grev ve gösteri çağrısı yapılmış, öğretmen, öğrenci, doktor, avukat, mühendis ve diğer meslek gruplarından binlerce Suriyeli’nin katılımıyla kitlesel protesto gösterileri düzenlenmişti. Ve Suriye’ye ilk geldikleri dönemlerde nispeten iyi şartlara sahip olan, en azından doğrudan bir güvenlik tehdit yaşamayan Filistinliler, önce 1949’da ardından 1956 senesinde çıkarılan iki farklı yasayla Suriyelilerle eşit haklara da sahip olmuşlardı.  Ancak Hafız Esad darbesiyle birlikte, artık karşılarında İsrail'e düşman gibi görünen ancak Filistin halkının her kritik anında İsrail’in yanında olan bir sistem gelip zebellah gibi çökmüştü tepelerine.

52 gün boyunca yaklaşık 55.000 top mermisinin atıldığı, yaşlıların göğüslerinin deşilerek, kefen parası diye sakladıkları 3-5 kuruşlarının bile çalındığı, gönüllü doktorların içeri girmesine izin verilmediği için yaralıların acılar içerisinde son nefesini verdiği Lübnan’daki Tel al Zaatar Kampı’nı duydunuz değil mi? Peki 3000 Filistinli’nin acımasızca katledildiği Tel al Zaatar’da yaşananların başlıca sorumlusunun kim olduğunu biliyor musunuz? Hafız Esad’ın, Filistin direnişi açısından büyük bir ümit ışığının doğduğu 1976 senesinde, Lübnan’daki varlığını hangi pazarlıklar sonucu güçlendirdiğinden haberiniz var mı? Bildiğiniz gibi Filistinliler, 1971’de Ürdün’den çıkarıldıktan sonra Lübnan’ı kendilerine yurt edinmişlerdi. Ve Güney Lübnan, neredeyse tamamen Filistinli direnişçilerin kontrolüne girmişti. Peki Hafız Esad’ın 1 Haziran 1976 günü, İsrail’le anlaşarak Lübnan’a müdahale etmesinin, Filistin direnişine vurduğu büyük darbeden haberiniz var mı? Ya da bu müdahaleyi sert bir dille eleştiren Dürzi lider Kemal Canpolat’ın kısa süre sonra bir suikaste kurban gittiğinizden haberiniz var mı? Tel al Zaatar’da katledilen kadınların kollarındaki bileziklerin dahi Baas askerleri tarafından çalındığını duydunuz mu?

Sabra ve Şatilla katliamı

Hafız Esad, Tel al Zaatar Katliamı’yla pek çok yeni katliamın önünü açacaktı. Önce 1982’de Hama’da… Hama’dan 4 ay sonra ise Sabra ve Şatilla Mülteci Kampı’nda… Biliyor musunuz, 16-17 Eylül 1982 tarihinde Lübnan’daki Sabra ve Şatilla kamplarından gelen haberleri duyanlar, duydukları vahşetin boyutlarına inanamışlar. Sabra ve Şatilla sokakları, kimlikleri dahi tespit edilemeyen yüzlerce cesetle doluymuş. Bu katliama bizzat tanıklık eden Suriyeli şair Nuri el Cerrah şöyle söylüyordu; Karşımda insan cesetlerinden bir dağ vardı. Filistinlilerin kesik kollarından ve bacaklarından oluşan bir dağ… Hama’da büyük bir katliama imza atarak, gözünü kırpmadan onbinlerce Müslümanı öldüren Hafız Esad’ın, tıpkı Tel al Zaatar’da olduğu gibi Şabra ve Şatilla’da da yine başrolde olduğunu biliyor musunuz peki? Hafız Esad’ın Sabra ve Şatilla’daki Hristiyan Falanjist çetelerle olan ilişkisinden haberiniz var mı?

Yermük mülteci kampı

2013 senesinde yani deccal Hafız Esad öldükten sonra başa geçen oğlu deccal Beşar zamanında, Yermük’te katledilen çoğu kadın ve çocuk yüzlerce Filistinli’ye dair anlatacak birşeyiniz var mı bize? Bu çağda, Suriye’nin başkentinde, Baas Partisi’nin yöneticileri tıka basa yemek yerken, karıları en lüks elbiseleri giyerken ve en pahalı arabalara binerken, Filistinlilerin açlıktan öldüğünü unuttunuz mu? Eğer gerçekten Filistin konusunda bir bilginiz varsa, Filistinli mültecilerin tarihleri boyunca ilk kez Suriye’de açlıktan öldüklerini de biliyor olmanız gerekir. Filistinlilerin, 2011 senesinden bu yana Suriyelilerle aynı kaderini paylaştığını biliyor musunuz mesela? Binlercesinin rejim tarafından katledildiğinden, binlercesinin ise ortadan kaybedildiğinden haberiniz var mı? Rejim tarafından sorgusuz sualsiz idam edilen Filistinli gençleri duydunuz mu hiç?

Duymadınız değil mi? Bilmiyordunuz? Çünkü derdiniz Filistin değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı. Sizin, Filistin diye bunca senedir insanlara anlattığınız, Kudüs diye anlattığınız, Mescid-i Aksa diye anlattığınız, Gazze diye, Batı Şeria diye anlattığınız, Şiilik sosuna batırılmış Sasani goygoyculuğundan başka bir şey değildi aslında.

Oturun. Sıfır. Sadece Suriye değil Filistin dersinden de sınıfta kaldınız. Kiminiz şair, kiminiz yazar, kiminiz gazeteci… Hem bilgi hem de vicdan karnelerinizde iki sıfır, hayatınıza kaldığınız yerde devam edebilirsiniz şimdi.

 

Etiketler
Peren Birsaygılı Mut İsrail Filistin Gazze Suriye Tel al-Zataar Yermük mülteci kampı Sabra ve Şatilla katliamı İzzeddin el Kassam