Bağlanmanın ve kopuşun şiiri: Bir Düğün İki Cenaze
Şiir, bu kopuşu yaşayan şairin terk edişi. Terk ettiği şey ne? Kendini terk eden şey neyse onu terk eder şair. Bağlanma cehdi bu noktada başlıyor. Bu cehdin adı, şiir. Çünkü şair terk edildiği ve terk ettiği yerin enkazında yeni bağlantılar kurmaktadır. Yeni bağlantılar, yeni anlamlar, öteki (terk eden) karşısında yüceliş, yuvayı bulma duygusu. Ve her zaman tekrar kopuş. Şairin fasit dairesi bu. Sisifos bile değil. Onun en azından bir dağı vardı. Şairin sadece enkazı var. Selman Ertaş’ın şiiri bu kopuş ve bağlılık anaforunda gelişiyor.

Bağlılık için cehd edebilmenin koşulu kopuşu yaşamaktır. Şiire ilk yönelişlerin psikolojik temeli burada. Şair adayı erken yaşlarında terk edildiğini hisseder. Ama kim tarafından? Cevabın bir önemi yok. Somut bir karşılığının olmasına, trajik bir yaşantının tecrübe edilmesine gerek de yok. Bu his varsa her şey zaten trajiktir.
Şiir, bu kopuşu yaşayan şairin terk edişi. Terk ettiği şey ne? Kendini terk eden şey neyse onu terk eder şair. Bağlanma cehdi bu noktada başlıyor. Bu cehdin adı, şiir. Çünkü şair terk edildiği ve terk ettiği yerin enkazında yeni bağlantılar kurmaktadır. Yeni bağlantılar, yeni anlamlar, öteki ( terk eden) karşısında yüceliş, yuvayı bulma duygusu. Ve her zaman tekrar kopuş. Şairin fasit dairesi bu. Sisifos bile değil. Onun en azından bir dağı vardı. Şairin sadece enkazı var. Selman Ertaş’ın şiiri bu kopuş ve bağlılık anaforunda gelişiyor. Kitabın açılış şiiri Fadel’de bir dosta:

Karşımda oturdun
Yanımda
Masada omuz verdin sahada pas
İnerken merdivenleri bir bir
Bayat çayımızı yudumlarken
Her sabah
Ben göğsüme bıçaklar saplardım
Sen sigara sağlığa zararlı
şeklinde sesleniliyor. Masada omuz sahada pas veren erkekçe bir dostluk. Fakat şiirin sonu Türk şiirinin o güzel sorusuyla bitiyor: “Nerdesin.” Ahmet Kutsi Tecer “ Geceleyin bir ses böler uykumu / İçim ürpertiyle dolar:-Nerdesin;” Faruk Nafiz Çamlıbel “ Mehtap ışık tutar yola, hasretle… Nerdesin;” İbrahim Tenekeci “Dünya küçük demişlerdi, nerdesin” diye sormuştu. Selman Ertaş da soruyor Fadel’ine: “ Doktor çıkıp kardeşlerine bakacaktın/ Neredesin?”
Türk şiirinin aradığı cevabın kitap boyunca peşinden gidiliyor. Kitabın adında dahi bu var: Bir Düğün İki Cenaze. Düğün, yani bağlanma ve sonrasında cenazeler, kopuşlar. “Karlar gibi eriyip giden arkadaşları ölür gibi sevmedim mi?”. Bağlılığın ve kopuşun bir mısrada birbirine düğümlenmesi. Bu açmazdan geriye sadece vazgeçilemeyen ve ulaşılamayan arzular kalıyor. “Bütün mevsimler güzü getirsin/ Ben arkadaşlarım dağlara yağsın istedim”.
Kopuşun arkadaşlık ilişkilerindeki tonu kadın erkek münasebetinde daha da koyulaşıyor. Sonlanan bir kadın-erkek münasebetindeki katı gerçeğin ve soysuzlaşan acının şair elbette farkında.
Bir adam bir kadın bir çocuk
Çocuk kucakta olunca kucak sıcaktır
Kucak sıcaktır çocuk ağlayınca
Adam soğuktur kadın kaçınca
Çocuk soğur
Kadın kaçınca başka adama
Yani adam ve çocuk kadın kaçınca
Adam, kadın kaçınca adam mı
Adam saf mı biraz adam mı?
Adamın saflığı olmadığı gibi bir suçu da yok
Katil olmasına da gerek yok
Son dize bir vazgeçişin dizesi. Oscar Wilde “ Merhametli kişi bıçak kullanır/ Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur” diyordu, “Herkes öldürebilir sevdiğini” dedikten sonra. Selman Ertaş’ın şiirinde soğuma ölümden önce başlıyor. Adam soğuyor, çocuk soğuyor. Bu soğuklukta ve kendi suçsuzluğunda vazgeçiyor adam. Kadın öldürülmeyi bile hak etmiyor. İnsan ilişkileri bütün çirkinliğiyle anlatıldıktan sonra o ilişkilerden sıyrılıp bir üst gerçekliğe, başlangıçtaki gerçeğe dönüyoruz şiirde: “ Konuya dönelim konuya bana ve Allah’a.”
Kitabın dramatik yönü öne çıkan şiiri Nacak. Dramatik monolog çay ocağında çalışan yetim bir yeniyetme üzerinden kuruluyor. Şiir, öznenin anasızlığına yeminiyle başlıyor:“Anasızlığıma/Yeminler olsun ki ana”. Kopuşun en sert hali. Destanlardaki karakterlerin hızla doğumdan yetişkinliğe geçişi gibi birkaç dizelik girişten sonra hemen karakterin bugününü görüyoruz.
Anasız çırak oldum çayladım
Topladım boşları
Dağıttım
Tazeledim
Bulaşıkları yıkadım
Sıkmadım kimsenin avurtların
Basmadım damarına
Koştum adımlarla, o masadan bu masaya
Yine destanlardaki gibi kısa ifadeler ve fiillerle sağlanan akışkanlık. “Çırak oldum çayladım” mısraında tıpkı masadan masaya giden çırak gibi Türkçe bütün kıvraklığıyla şiirde. “Zulüm amorti gelir bana” diyerek de argo ve arabeskin felsefeyle kesiştiği bir yere varılıyor. Şiirdeki karakterin adı İbrahim. Şiirin adı Nacak. Bu nacağın tarih olduğunu öğreniyoruz şiirin sonunda, parçalayacağı put da kibir: “Tarih kibri parçalayacak”. Bu mısra çırağa entelektüel laflar ettirmesiyle dramatik yapıyı zedelese de şiirdeki karakterin psikolojisiyle bir açıdan uyumlu. Çay ocağındaki bir çırağı en çok insanların kibri zedeler.
Selman Ertaş tahkiyeye dayanan bir şiir yazmasına rağmen belli bir söz ekonomisine sahip. Şiiri kalabalık tutmuyor. Doğrudan, kısa ve net ifadeleri seçiyor. Sözü presliyor. Üç mısrada gerilimi, hikayeyi, acıyla başlayacak inisiyasyonun ilk işaretlerini vermeyi başarıyor:
Preslenince göğsüm
Anamın öldüğünü evler öteden
Hissetmişliğim vardır
Bütün bu yıkıcı keşmekeşten geriye bir yakarış kalıyor: “Allah’ım bana haykıracak bir vadi yarat.” Sisifos’un dağı var, şairde o da yok demiştik yazının başında. Görüyoruz ki bir vadisi de yok. Şuara suresini hatırlıyoruz vadi deyince. Şiirin terk ettiği şey bu mısrada şairlerin şaşkın şaşkın dolaştıkları vadiler, sefil dünya. Allah’tan niyaz edilen, dünyaya dair bir şey değil. Sadece kendi sesini ünleyeceği bir vadi istiyor şair. Bir vadi, bir haykırış ve Allah. Şiirindeki insan kalabalığına rağmen insanlardan kopup yine konuya dönüyor. Konuya yani kendi sesine ve Allah’a.