Batılı ülkelerin soykırım destekçiliğine bir çizik daha
İsrail, Gazze’de insanlık suçu işlemeye devam ederken Güney Afrika Cumhuriyeti, Tel Aviv’in Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Lahey’e başvurmuştu. Hazırlanan 84 sayfalık dosyada, İsrail ordusunun Gazze’de neden olduğu yüksek sivil kayıplara dikkat çekilip zorla yerinden etme, gıdadan mahrum bırakma gibi faaliyetlerle soykırım oluşturan eylemler gerçekleştirmesinin yanı sıra
İsrail, aynı zamanda soykırımı teşvik eden açıklamalarda bulunmakla da suçlanmıştı. Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan dava, İsrail’in bir uluslararası yargı organı karşısında duruşmaya çıkacağı ilk dava olma özelliğini taşıyordu.
Beklendiği gibi İsrail soykırım uyguladığını ifade eden söylemleri "iğrenç" bulduğunu belirterek reddetmişti ve bunun bir "kan iftirası" olduğunu ileri sürmüştü. Davanın hukuki temelden yoksun olduğu ve mahkemenin "aşağılık bir şekilde istismar edilmesi ve ucuzlatılması" anlamına geldiğini iddia eden İsrail'in soykırıma varan katliamlarına en büyük desteği ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya hükümetleri gibi Batılı ülkeler vermişti. Hatta Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sebastian Fischer, İsrail'in Filistinlilere soykırım yaptığını düşünmediğini bile söyledi.
Başından beri İsrail’in Gazze’ye yönelttiği şedit saldırıları bölgeye gönderdikleri uçak gemileri ve yaptıkları açıklamalarla destekleyen ABD, İngiltere ve diğer dolaylı bile değil (Batılı ülkelerin bu tavrı garipsenmemeli. Bu ülkelerin İsrail’e verdikleri destek artık eskisi gibi değil aşikardı. Niçin “eskisi gibi dolaylı değil” dediğimizi aşağıda uzun uzun açıklayacağız). Öyle ki bu ülkelerde İsrail’e tepki göstermek bile handiyse suç addedilmeye çalışılmıştı. ABD’de Siyonizm karşıtlığının bir yerde anti-semitizm olarak işaretlenmesi ve suçlanması, İsrail karşıtı görüş dile getiren üniversite rektörlerinin para zoruyla istifa ettirilmesi, Avrupa’da başta Habermas olmak üzere bazı sosyal bilimcilerin İsrail’e desteklerini açık açık dile getirmeleri İsrail aleyhine açılan bu davanın sonucu konusunda pek çoğumuzu kuşkuya düçar kıldı. Kuşkular, davanın içeriğine yönelik değil elbette, İsrail’in soykırımcı tabiatı aşikâr; bunun ayrıca uluslararası bir mahkeme kararıyla tescil edilmesi malumu ilam etmekten başka bir anlama gelmiyor. Kuşkular davanın formuna yönelik: Formel olarak dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bizim gözümüzde İsrail ve Siyonizm suçlu.
Almanya’nın dava konusunu niçin eleştirdiğini de anlamak mümkün: Modern dönemin en bilinen “soykırım”ını gerçekleştirmiş bir ülke Almanya. İkinci Dünya Savaşı esnasında, Nazi döneminde Auschwitz ve diğer toplama kamplarında Yahudileri katleden, onlara Shoah’ı yaşatan Almanların bu etiketi şimdilerde İsrail’e kaptırmaya niyetli olmamaları anlaşılır bir şey. “Bizden daha kötü olamaz bu İsrail” deme şekilleri bu belki de.
Diğer yandan Fransa’nın İsrail’i desteklemesi de şaşırtıcı değil, en azından 1994’teki Ruanda katliamını hatırlayanlar neyi kastettiğimizi anlayacaklar. Hatırlanacağı gibi bu ülkede yaklaşık yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu aşırı uç Hutular tarafından öldürüldü. Soykırımı gerçekleştiren Hutu hükûmetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi ise Fransa idi.
Katliamın nasıl gerçekleştiğini anlatarak bu desteğin boyutlarının ne olduğunu açığa kavuşturmak mümkün: En ücra köylere kadar her yerde Interahamwe adı verilen yerel yarı-askeri örgütler kurularak Tutsiler ve ılımlı Hutular fişlendi. Ülkenin ekonomisi silah alımına uygun olmadığı için Çin'e yüzbinlerce satır siparişi verildi. Satır verilemeyenlere ise, sivri uçlu sopalar verilerek bunları yakında başlayacak olan "böcek" avında kullanmaları söylendi. Bütün bu hazırlıkların farkında olan Hutu hükûmeti önlem olarak hiçbir şey yapmadı. 6 Nisan 1994'te sadece moren çağı değil, belki de tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başladı. O gün, bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başladılar.
İşin ilginci o dönemde yaşadığı Somali başarısızlığının etkisiyle bölgeden uzak durmak isteyen ABD, baskı yaparak ve bölgede öldürülen 10 BM askerini sebep göstererek, BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini sağladı. Bunun üzerine katliam daha da şiddetlendi. Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle, balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü satın alıyorlardı, olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülüyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı. Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdi.
Fransızlar için normaldi belki bu: Sözde değerlerinin merkezine koydukları Fransız devrimi esnasında kiliseye bağlı oldukları için öldürülen binlerce insanın cesedi Seinne nehri boyunca akmıştı günler boyunca. Ki, bu Fransa’nın 1960’larda Cezayir Bağımsızlık Savaşı esnasında gerçekleştirdiği katliamlar da unutulmamalı.
Bugün ısrarla vurgulanması gereken şu ki dünyadaki soykırımlara seyirci kalmayacağını söyleyen Fransa ve ABD gibi ülkeler, Ruanda’da yaşanan katliama müdahale etmemek için BM'de soykırım sözcüğünü içeren tüm önergelerde değişiklik yapılmasını, belgelerden bu kelimenin çıkartılmasını istemişlerdi.
Bu olaydan hemen bir yıl sonra bu kez Avrupa’da Bosna Hersek İç Savaşı esnasında Temmuz 1995'te yaşandı ve onbinlerce Bosnalı Mladiç komutasındaki Sırplarca katledildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olmasıyla da dikkat çeken Srebrenitsa katliamında kadın ve küçük yaşta çocukların da öldürüldüğünü söyleyelim. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın Hollanda barış gücü askerinin katliam tehlikesine rağmen şehri Sırplara terk ettiği söylenmeli.
İsrail’in Gazze soykırımına destek olan ülkelerin “olağan şüpheliler” olması elbette Lahey’deki davaya onların karşı çıkmasını gerektirecekti. Açıklamaları bu açıdan şaşırtıcı değil.