Bir Sırp yazarın hikayesi: Vidosav Stevanoviç


Bundan seneler evvel beş arkadaş Saraybosna’ya gittiğimizde, önce Merhum Aliya İzzetbegoviç’in kabri başında bir süre sessizce oturmuş, ardından Sırp askerlerinin büyük bir katliam gerçekleştirdiği Markale pazarına gitmiştik. Bu pazarda 68 kişi havan topu saldırısı sonucu hayatını kaybetmişti. Birbirimize kurabileceğimiz cümleler tükenmişti o ân. Bir de, Markale pazarı gibi katliamların olduğu yerlerde, sonradan hiçbirşey olmamış gibi gezip dolaşmak oldum olası garip gelir bana. İsimleri neydi, yaşları kaçtı, ne yapmaya gelmişlerdi oraya ya da korkunç biçimde öldürülmeden önce en son ne düşünüyorlardı acaba, gibi bir sürü şey gelir aklıma. Elimden gelse, buralara bir daha kimseyi sokmayacağım. 

Biliyorum, bu da doğru bir düşünce biçimi değil aslında. Cezayir’in meydanlarına kurulan idam sehpalarının olduğu yerlerde çocuklar koşturuyor şimdi. Maraş’ın, Urfa’nın, Bağdat’ın, Gazze’nin, Beyrut’un insansız kalan camileri, cemaatle dolup taşıyor tekrar. İçlerinde hayatın söndüğü evlerde ışıklar yanıyor yine.  

Markale pazarından fazla oyalanmadan çıktık. Travnik’e geçtik oradan. Bosna şehidi Selami Yurdan’ın kabrinin olduğu şehre. Orada gördüğümüz bir duvar yazısı, bu kez başka bir katliamın acı hatıralarını çarptı yüzümüze mavi sprey boyayla, “Never Forget Srebrenica” yazmışlardı duvara boydan boya. Srebrenitsa’yı unutmak mümkün müydü hiç?

Türkiye'ye döndükten kısa süre sonra, ki Bosna gezimizin hatıraları henüz çok canlıydı, bir isim çıktı karşıma: Vidosav Stevanoviç. Balkan edebiyatından okuyacak bir şeyler bakınıyordum. Stevanoviç’in adını ilk kez duyuyordum. Türkçeye çevrilmiş sadece tek bir kitabı vardı zaten: Halkın Tirani Miloseviç. Herkesin gözü önünde oluşan bir kötülüğü ve verdiği hasarı benzersiz biçimde resmeden bir metin. Üstelik Sırp bir yazar tarafından kaleme alınmış. 

Vidosav Stevanoviç’in Sırp olmasına rağmen bunları kaleme alması çok değerliydi gözümde. Çünkü insanı sevdirecek olan tek neden, hikayesi. Nerede doğduğunun, hangi inanca ya da ırka mensup olduğunun hiçbir önemi yok. İster Fransız olsun, ister Pakistanlı, ister İngiliz olsun ister Yemenli. Bana ne? John Berger’in çok sevdiğim bir sözü var. Der ki, “Güzellik, hep bir şeylere rağmen var olandır. Bizi etkilemesi de bundandır.” İnsanın, yetiştiği çevreye ya da aidiyetlerine rağmen gösterdiği duruştur önemli olan. Yol ayrımına geldiği zaman yaptığı seçimlerdir. Mesela Mısırlı Hristiyan bir gencin Rabia katliamı esnasındaki tavrı. Ya da solcu bir Türk kadının başörtüsü yasakları sırasında söyledikleri. Bu kadar toplumsal şeyler olmasına da gerek yok aslında. Kişinin tamamen kendi küçük çevresini ilgilendiren bir şey de olabilir. Örneğin işyerinde geçen bir konuyla ilgili aldığı tavır. Romanda, öyküde, şiirde ya da gerçek hayatta olsun, insan hikayelerini bu şekilde izlemeyi ve beni etkileyecek bir güzellikle karşılaşabilme ihtimalini çok severim. 

Vidosav Stevanoviç, kurtuluş savaşlarıyla dolu Sırp mitolojisini dinleyerek büyüyen bir yazar. Kendilerini, tarih boyunca var olmuş cesur Sırp askerlerin ve kardeş Güney Slav milletlerinin kurtuluşu için uğraşan savaşçıların mirasçısı olarak gören insanların arasında yetişmiş. Sürekli savaşan, savaşta büyük kayıplar veren ancak daima dürüst ve korkusuz kalmayı başaran askerler... Fakat her nasılsa bu savaşlar sırasında ya da sonrasında daima kardeş milletlerin ihanetine uğruyorlar.  Kosova Miti ya da Prens Lazar efsanesi gibi Sırp milli gururunu manipüle eden bir dolu hikaye. Her milliyetçilik önce kendini sevmekle başlar ancak demagogların eline düştüğü vakit kendinden başka herkese nefret duyan hastalıklı bir hal alır. O hastalıklı halin orta yerinden çıkıyor Stevanoviç de. Ve oradan dışarı adımını attığı an, her şeye “rağmen” başlıyor hikayesi işte. 

İlk şiir kitabını 1967 senesinde, yani 25 yaşındayken yayınlanmış, o dönemden 80’lerin sonlarına doğru yazdığı pek çok yeni şiir, öykü ve romanı var. Aynı zamanda Belgrad’ta büyük bir yayınevinin yöneticiliğini yapıyor. Ancak şimdiye kadar sayısız kez yargılanan Stevanoviç’in yazarlığındaki en kritik eşik 80’lerin sonundan itibaren başlıyor bence. Sırp faşizminin iyice yükselişe geçtiği zamanlar, yazarlar birliğindeki pek çok Sırp yazar, kendini bu akışa kaptırmış gidiyor. Miloseviç, Cumhurbaşkanı olmuş, hepsinin eli dili bağlanmış adeta. Stevanoviç ise yaşananlar karşısında, eski arkadaşlarına tabiri caizse “Hepinizin Allah cezasını versin," diyerek kendini yalnızlığa mahkum etmiş. Belgrad’ta, Bağımsız Yazarlar Birliği’ni kurduğu zaman yanında birkaç kişi varmış o yüzden. Tekrar bir dergi çıkarmaya çalıştıklarında ise, yine Miloseviç’in baskısıyla karşılaşmışlar ve kapatmak zorunda kalmışlar dergiyi. Vidosav Stevanoviç, ülkesinden de sürgün edilmiş derginin kapatılmasının hemen ardından. Önce Yunanistan, sonra da Fransa’ya gitmiş ve yaptığı tercümelerle geçinmeye çalışmış uzun süre. Keşke Türkiye’ye davet edilseydi, öyle değil mi?

Savaş hakkında yazılmış ilk roman, Kar ve Köpekler’i de sürgünde yazmış. Bu kitap Türkçeye tercüme edilmedi ne yazık ki. Ben Schnee und Schwarze Hunde isimli Almanca baskısından okumuştum. Sırp askerleri tarafından işkence gören küçük bir kızı anlatıyor ve “Daha kaç tane daha çocuğun hayatı, böyle bizim ellerimizde sönecek?” diye soruyordu. Türkçeye tercüme edilen Halkın Tiranı Miloseviç, bu romandan sonra yazılmış bir kitap. Kendi ülkesinde büyük bir sansüre uğrayan Vidosav Stevanoviç’in kitapları 20 dile çevrilerek elden ele dolaşmaya başlamış artık.

Stevanoviç'in en çok isyan ettiği şey, Sırp yazarların çoğunun savaş esnasında sessiz kalması olmuş. İnsanların köşelerinden çıkıp belirli değerler için mücadele etmeleri gerektiğini söylemiş daima. Bir yandan da Sırp faşizmini savunan, savaş propagandası yapan, kin ve nefret saçan aydınlarla savaşmanın öneminden bahsetmiş. Bir ülkenin edebiyatı, edebiyatçıları bunun için varmış çünkü ona göre. Kalemin namusundan bahsedilir ya hep, evet kalemin namusu tam da böyle bir şey değil mi zaten?

Vidosav Stevanoviç, hikayesini çok sevdiğim yazarlardan birisi. Her şeyden öte cesur bir adam. Cesaret en çok yakışan şeydir bir yazara bana göre. 30’a yakın kitabı var ve daha çok eserinin Türkçeye çevrilmesi gerekir mutlaka. 2007 senesinde sürgün hayatı son bulmuş, doğup büyüdüğü topraklara geri dönerek, Kragujevac yakınlarındaki Botunje köyünde yaşamaya başlamış. Belki oralara yolunuz düşer, dünyanın her yerinde insanlığa olan inancınızı taze tutacak birilerinin olduğunu görmek için şimdi 81 yaşında olan Stevanoviç’e de bir selam vermek istersiniz.

Etiketler
Halkın Tirani Miloseviç Vidoslav Stevanoviç Never Forget Srebrenica Bosna savaşı Markale katliamı Kar ve Köpekler