Burjuva imanı
Günlük hayatta yeni bir tavır görüyorum. Birçok insan, dindar denilen insanlar bunlar, işlerine gelince hukuka, işlerine gelince İslam şeriatına, icabında romantizme, mecbur kaldıklarında Protestan ahlakının umdelerine, modern psikolojik verilere yahut burjuva hayatının realitelerine yaslanarak davranışlarını aklama yoluna gidiyor. O ân hangisi en büyük faydayı sağlıyorsa; yapacağı şeyi daha şık gösteriyorsa.
90’larda benzeri bir tavrı radikal İslamcıların devlet karşısında gösterdiğine tanık olmuştum. “İmam nikahı”yla kapattığı genç kadınla basılınca mahkemede kendini laik hukukun özel hayatın gizliliği prensibi ile savunan cemaat lideri de gördü bu gözler; dergide “devlet, vatan, bayrak” aleyhine üfürdüğü için DGM’de* hakkında dava açılınca polisten, savcıdan laik ve milliyetçi tanıdık arayışına giren “İslam devrim”cisi yazar da.
Onlar yaptıklarına inanmıyordu. Allah’tan daha çok devletten korktukları için kendilerince pragmatik bir çözüm bulmuşlardı: takiye. Şimdi bahsettiğim tavır belki de uzun sürmüş bir takiyenin mantıksal sonucu. Takiye sayesinde köylüler şehirli, fakirler zengin, muhalifler muktedir, işçi çocukları doktor, avukat, mühendis, mimar, psikolog, akademisyen vb. oldu. Aynı zamanda “dinlerini muhafaza” ettiler. Bazıları da bu süreçte siyasal İslamcılığı bırakıp “dindar”laştı. Yani dinin toplumsal tarafını yok sayıp vicdana hapsettiler. Yola antipsikiyatriyle çıkıp hastalarına fahiş fiyat çeken ünlü psikiyatrlara dönüşen Müslüman doktorlar. Faizin haramlığını dilinden düşürmediği günleri geride bırakıp faiz artışının enflasyonla mücadelede temel enstrüman olduğunu savunmaya başlayan Müslüman finans uzmanları. Üniversitede liberal, baba evinde gelenekçi, cemaatte mutasavvıf, arkadaş ortamında siyasal İslamcı, Bodrum’da burjuva rolünü hep aynı yılgın hoşgörüyle oynayabilen Müslüman akademisyenler. Gayri meşru ilişkisini romantizmle aklamaya çalışan Müslüman şairler. Başörtüsünü gururla taşırken hastalarına başlarını açmayı tavsiye eden psikologlar.
Bu işin temelinde bir hata var; bir tuhaflık, bir bozukluk var.
İnsan, tabiatı gereği en iyi bildiğini konuşur. Kendimiz yapamasak da iyi ve doğrunun ne olduğunu bildiğimizi varsayarız. Yalan söylediğimiz olur ama yalanın kötülüğünü tartışmayız bile. Yalan kötüdür. Başkasının hakkını gaspetmenin savunulabilir tarafı yoktur ve ilkesel düzeyde kimse de savunmaz bunu. Ama bu insanların en iyi saydıkları, yüzyıllardır en iyi sayılanla aynı değil. Sorun burada.
Konu karmaşık ve uzun; kendi payıma nihai sonuçlara varabildiğimi de söyleyemem. Kendimi ve başkalarını gözlemeye devam ederken teorik dayanaklarını da gözden geçiriyorum henüz. Ama pratikte belli bir ekonomik seviyede, belli bir eğitim standardını yakalayabilmiş Müslümanların üç konuda tıkandıklarını, hayatı açan Müslümanca bir tavır geliştirmeye niyetlerinin olmadığını görüyorum.
1) Para 2) Seks 3) İktidar.
Bu üçü insana dopamin salgılatıyor. Bir başka deyişle zevk, kendinden memnuniyet ve motivasyon sağlıyorlar. Hormon bilimiyle ilgili bir şey söylemiyorum. Hormonların ötesinde başlıyor mesele; bunun için dopamin diyorum. Müslüman para konusunda dikkatli olacak. Ebu Zer olmak zorunda değilsin ama paranın miktarı ölçü oldu mu, haram/helal ayrımı belirsizleşti mi; dopamin seni ele geçirmeye başlamış demektir.
Para ifadesini kaldırıp bütün maddi mübadele ilişkilerini yerine koyabilirsin. Ev, araba almak, tatile gitmek, maddi rezerv sahibi olmak… bunlar kendiliğinden bir öze sahip değildir. İlişkisel olarak anlam kazanırlar. Uzun lafın kısası, paranın sağladığı saadetin hikmetini kendinde buluyorsan, parayı kendinin ürettiğini sanıyorsan ya da başkalarının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa etmeye kalkıyorsan hapı yuttuğunun resmidir.
Seks çağımızın en mühim problemlerinden biri. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde nüfus artış ivmesi kırıldı. Kadın erkek ilişkisinde çocuk sahibi olmak ikincil hale geldi. Büyük aileler ortadan kalktı veya kalkıyor. Kadınla erkeğin baş başa kaldığı yeni bir ilişki formu ortaya çıktı. Batılılar bu işi II. Dünya Savaşı’ndan sonra hallettikleri için onlarda mesele kadın erkek ilişkisini taşmış, tek kişinin seks ve toplumsal cinsiyet yönelimi görünümü kazanmış durumda. Kendi kendinin imali olan modern Batılı insan artık fıtratının ona buyurduğu biyolojik cinsiyetle sınırlı kalmayı tahammülfersa buluyor. Heteroseksüel olsa bile Batılı birey cinsiyet ve seks yönelimi söz konusu olduğunda herhangi bir X’tir artık.
Toplumsal cinsiyet mevzuunda liberalleşme rüzgarı Müslümanları fazla etkilemiş görünmüyor. Bizde böyle atraksiyonlar için ortam müsait değil. LGBT, AB Uyum Yasaları sayesinde toplumsal temsil hakkına sahip olsa da, Türkiye’nin ön ayak olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden kendi eliyle çıkması ve akabinde vuku bulan gelişmelerden sonra İslamcıların LGBT üzerinden Batılılaşma cephesine yönelik yeni bir kültürel taarruzuna şahit oluyoruz. Biyolojik kadın ve biyolojik erkek bizde henüz ölçü olmaya devam ediyor.
Büyük aile dağıldı, evlilik yaşı ilerledi, nüfus artış hızı düştü; bu da cinselliği, özelde kadın cinselliğini bir mesele haline getirdi. Geleneksel toplumumuzda kadın cinselliği yok sayılıyordu. Bunun İslam’a uygunluğu tartışılır fakat olan buydu. Bugün Müslüman kadının da haz için cinsellik mefhumuyla tanıştığını söyleyebiliriz. Bundan önce erkek çok eşliliği ve erkek aldatması gibi etik sorunları tartışırken kendimizi kadın davranışının ölçüleri üzerine eğilmişken buluverdik.
Meselenin daha baştan yanlış etiketlendiği kanısındayım. Kadınların aşk hayatları üzerinde feminizm ve romantizmin hayaleti dolaşıyor. Hayalet diyorum çünkü iki ideolojik konumun gerçek hayat karşısında bir geçerliği olmadığını müşahede ediyorum. Feminizm beklenenin aksine Türkiye’de kadınların ekonomik dezavantajını gidermeye yardım etmedi, etmiyor. Kadın yoksulluğu çok ciddi bir problem, belki de kadınlarla ilgili temel problem olduğu halde, Türkiye’de feminizm bu konuda sıtmadan kaçar gibi kaçıyor. Feminizm kadınların “açılması” üzerinden anlaşılıyor çoğunlukla. Özgürlükle çıplaklık arasında kurulan korelasyon rasyonel olmadığı halde Türkiye’de de Batı dünyasında da son derece geçerli nedense.
Romantizm de erkek fırsatçılığının, erkek suistimalinin paravanı görevini görüyor. Evli erkeklerin bekar kadınları avlamak için takındığı bir pozdan ibaret.
Seks konusu nispeten kolay bir konu. İffet ve namus dışında her kabul, her ölçü, her strateji sizi küfür sahasına taşımaya yeter. Bu kadar kolay.
İktidar meselesi para ve seks ilişkileri dahil bütün insan ilişkilerini belirleyen ana temadır. Ne var ki yazı uzayacak. O halde, bir dahaki yazıda görüşmek üzere.
* DGM: Devlet Güvenlik Mahkemesi. Rejimi korumakla görevli özel siyasi mahkemeler. 1973’te ihdas edilmiş, 1982 Anayasası’ndan sonra standart haline gelmiş, 2004’te yapılan Anayasa değişikliğiyle lağvedilip yerine özel yetkili ağır ceza mahkemesi ikame edilmiştir.