Cahit Zarifoğlu'nun Rilke'de gördüğü
Alman şair Rilke, 1902 yılında Paris’e gider. Amacı ünlü heykeltıraş Rodin’i görmektir. Nitekim görür de. Zaten hayranıdır fakat gördükten sonra onun öğrencisi, sıkı bir takipçisi olur. Aradığı Rodin’dedir. Rodin’in sanatının ince sırlarına nüfuz ettiğinde, şiirin de sırrına erecektir.
Rodin’i izlemeye başladıkça onun çalışma metodunun aradığı sığınak olduğunu anlayacaktır. Rodin taşı bir nesneye dönüştürmektedir. Bunu yapabilmesinin nedeni gördüklerini gizleriyle de özümseyebilmesidir. O bakıp geçmemektedir. Eşyanın görünmeyen özüne dokunabiliyordur. Bu dokunuş sayesinde de taşın görünmeyen fakat içinde barındırdığı özü, eşyada görebildiği özle buluşturuyor ve ortaya kendine has bir nesne çıkarıyordur. Rodin’in ortaya çıkardığı el bir el değildir örneğin. O, sadece Rodin’in ortaya çıkarabildiği eldir.
Rilke, aynısını şiirde uygulayabilme aşkına düşecektir. O da Rodin gibi eşyanın özüne nüfuz edecek, görünmeyeni görecektir. Rodin’in taştan özel bir nesne var etmesi gibi, o da kelimelerden özel bir nesne var edecektir.
Eşyayı göremeyen, eşyayı inşa edemeyecektir. İnşa, sıradanlığın ötesine geçmeyi gerektirir. Var olandan yeni bir var ortaya çıkarmaktır inşa. Heykeltıraş taş ile gerçekleştirmektedir inşa işlemini, şair ise kelimelerle. Beşerî göz, zahiri görebilmektedir. Zahirin içini görmek ise ancak iç ile bakmakla mümkün olacaktır. Şair, eğer gerçekten şair olma vasfına sahipse, beşerî gözünü kapatmış ve basiret gözüyle bakmış, dolayısıyla da görmüştür. Sonucunda şairin kelimeleri, insanların algıladığı boyutların dışına çıkabilmiştir. Kelimelerle inşa ederken şair; esasında kelimeleri de inşa etmiştir.
Cahit Zarifoğlu, ilhama inanır. Çünkü dünya idrak edilemezdir, idrak, idrak söz konusu olduğunda yetersizliğe mahkumdur. O zaman geriye idraki aşmak kalacaktır. İdrak edilemez dünyada, beşeriliğin ötesine geçip de tefekkür etmeyi başarmış şair, ilhamı kucağında bulacaktır. İlham, ilmin vehbi yönünü işaret eder. Şair, vehbi bir kaleme sahip olan kişidir. (Şair sözü elbette yalandır. Beşerî düşünme biçimiyle meşgul olup vehbi tasavvura kavuşamayanlar, şairin sözünün mahiyetine erişemeyecektir. İnsan, erişemediğini inkarla meşhurdur.)
Elegie’leri yazmak için 11 yıl bekleyen Rilke, ilhamı beklemiştir. Kalemini elinin ve zihninin değil, kalbinden doğacak olan vehbi görüşün yönetmesi için uğraşmış, aramış, sabretmiş ve pişmiştir. Pişen hem kendisi hem kalemi hem de yaklaştığı sözcükleridir.
Cahit Zarifoğlu’nu Rilke’ye çeken, ondaki görünenin değil de gerçeğin peşine düşme arzusu olsa gerektir. Zarifoğlu, kelimeleri şiirlerinde bir hazine olarak kullanabilmiş, çeşitli anlam katmanlarıyla herkese bulunduğu mertebeden kazanacağı bir anlam sunma başarısına erişmiştir. Çünkü Zarifoğlu, anlamını arayan ve bulan nadir insanlardan olabilmiştir.
Rilke buldu mu? Bilinmez. Ancak aradığı kesin. Zarifoğlu, onun arayışını bir hakikat aşığı olarak hürmetle karşılamış ve kendi anlam dünyasına bir değer olarak katmıştır. Anlamını Arayan İnsan, Rilke Kitabı; gerçeği dileyenlere ikramda bulunacak bir şaheser.