Chomsky kimin parmağına işiyor?


Immanuel Wallerstein ve Edward Said gibi Avram Noam Chomsky de 1950 Kuşağından; o da diğerleri gibi beşeri bilimler (dilbilim) okumuş; tıpkı diğer kuşaktaşları gibi Chomsky de üniversite ve bilim alanında zirvede olmakla yetinmemiş, siyasette de rol almaya yönelmiş, muhalif Amerikalıyı oynuyor. Zaten Wallerstein, Said ve Chomsky arasındaki benzerlikler saymakla bitmez.

Irksal kökenlerinin tipik Amerikalıdan farklılığı bunun en belirgin işaretini de içinde taşıyor mesela. Burada sadece farklılık da söz konusu değil; çünkü İtalya veya İrlanda kökenli birilerinden söz etmiyoruz. Wallerstein bir Alman soyadı. Said bir Arap soyadı. Chomsky de bir Rus soyadı. Yani Amerika’nın ne kadar kompleksi, hıncı, kaygısı, kuşkusu varsa bu adamlar bunların simgelerini de taşıyorlar daha isimlerinden başlamak üzere. Muhaliflikleri doğuştan!

Amerika için bir küçük Amerika / Büyük Amerika ayrımı yapılır. Küçük Amerika veya milli Amerika bir yanıyla 1776’nın, Boston Tea Party’nin, Jefferson’ın, Lincoln’ın, İngiliz işgalcilere kafa tutmanın Amerika’sıdır; yani varlığını Avrupa sömürgeciliğine kendi içinde yapılan sıkı bir itiraza borçludur. Milli mücadelesi ile demokrasisi iç içe geçmiştir, biri olmadan diğeri değerlendirilemez ve hem çok eski bir medeniyetin devamı hem de yeni kurulmuş bir ülke olmanın bütün karmaşasını yaşamaktadır. Muhacirlik Amerika’yı tepeden tırnağa belirleyen bir gerçekliktir mesela aynı zamanda. Bu yüzden de neyin Amerikan, neyin Amerikanlık dışı olduğuna karar vermeleri sayısız kompleks ve bunalımı, sonu gelmez kapris ve tedirginlikleri davet etmektedir.

Küçük Amerika’nın diğer tarafı ise üzerinde daha sıklıkla durulan bir şeydir. Bu kısaca WASP olarak ifade edilen bir kimlikle ilgilidir. W: Beyaz, AS: Anglo-Sakson, P: Protestan. Buna erkekliği, orta sınıf mensubu olmayı, kültürden çok medeniyete, bilimsel meraklardan daha fazla mal mülke yönelmeyi de katabilirsiniz. Küçük Amerika’nın sahibi olup seçkini olamayan bu insan tipi ne kadar gerçeğe uygundur, bu başka bir konu ama; WASP için çok da harikulade şeyler söylenmez. Kızılderilileri katleden, Siyahların ırzına geçen, Yahudi düşmanı, Arap düşmanı, Latino düşmanı, Avrupa düşmanı ilh. bir şöhreti olan bu insan ve yarattığı kültür dünyanın her tarafında hem kıskançlıkla izlenen hem de öfkeli bir şekilde lanetlenen şeylerin başında geliyor bugün.

Bu çapraşıklık, yani tipik Amerikalının hem özenilen hem lanetlenen bir figür oluşu küçük Amerika’nın kendiliğinden bir başarısı veya başarısızlığı değil. Büyük Amerika denilen siyasi devin onun adına giriştiği zalimce, adi, pis işlerden kaynaklanıyor. Tipik Amerikalı yahut küçük Amerika bu işlerin tamamen arkasındadır da denemez bu yüzden. Dezenformasyon stratejileriyle tanınan Amerikan medyası, Hollywood filmlerinde bile sevimsizlikleriyle, güven vermezlikleriyle, anlaşılmaz hesaplarıyla, insanlık dışı siyasi karizmalarıyla boy gösteren Federal örgütler, birbirlerine diş gösterme fırsatını asla kaçırmayan Eyalet yönetimleri ve nihayet küçük Amerika’nın başlıca fobisi olan Avrupalı, Doğulu, III. Dünyalı sızmalar... bütün bunlar Büyük Amerika ile küçük Amerika arasındaki ilişkileri mevcut hal bir tarafa tarihte bile eşine zor rastlanır bir çapraşıklıkla malul bırakıyor. Amerikalı olmanın cazibesiyle melunluğu o kadar atbaşı gidiyor ki durumun yani dünyanın farkına varan Amerikalılar sahip olduklarının insan olmak için yeterli olmadığına karar vermekte ve Amerikalılıklarını meşrulaştıracak bir başka kimlik daha edinme gayretine girmekte gecikmiyorlar.

Bu durumun, yani Büyük Amerikan siyasetiyle küçük Amerikan yaşantısı arasındaki kopmanın farkına en çabuk varanlar da sözümona “Amerikan rüyası”nı görmeyecek kadar yabancı topluluklar içinden çıkan seçkinler. Başka bir deyişle, Amerika’nın doğal muhalifleri. Tipik Amerikalının olduklarını olamayan, olmadıklarını olabilen insanlar. İşte burada, niye 1950 Kuşağı deyip durduğumuzu bir başka yanıyla da açıklama fırsatı çıkıyor karşımıza. 1950 Kuşağı Amerikalıları, Amerika’nın gelmiş geçmiş en enformatik kuşağıdır. O yılları Amerikan üniversitelerinde geçiren insanlar, dünyada Amerikan hegemonyasının doğuş anını tecrübe ettikleri için olsa gerek katılım arzuları tartışılmaz bir şekilde yüksek olan insanlardır. Gerçeği bilebilecekleri ve gerçeği bilmeleri halinde bütün dünyayı özgür ve demokratik kılabilecekleri görüşündedirler.

Chomsky’ye dönersek; Avram Noam Chomsky, 1928 yılında, Rus göçmeni yahudi bir ailenin çocuğu olarak Amerika’da dünyaya geldi. Babası William (Zev) Chomsky 1913’te Çar ordusunda savaşa katılmamak için Amerika’ya kaçmıştı. Filistinli bir Hıristiyan Arap olan Edward Said’in babasının da Osmanlı ordusuna katılmamak için hemen hemen aynı tarihte Amerika’ya kaçtığını hatırlarsak buraya bir mim koymamız gerekir. Her iki aile çocuklarının Amerika’da seçkinler arasına katılması konusundaki ısrarlarını fazlasıyla belli etmiş görünmektedirler. Said, herşeye rağmen bir Ortadoğulu olduğu ve Amerika’ya varmadan önce sömürge okullarına devam ettiği için kendisini yeterince şanslı, imtiyazlı saymıyor; fakat Amerika’da doğan, baba mesleği olan İbrani Dilbilimi çalışmaları içinde yetişen ve lisans okumadan doktor unvanı kazanmak gibi tuhaf imtiyazları bulunan Noam Chomsky’nin şikayet edeceği pek fazla bir şey olmasa gerek.

Chomsky sıkı bir sol Siyonist olarak yetiştirildiği için, 1950’li yıllarda, yeni kurulmuş bulunan İsrail’de vasıfsız işçi olarak çalıştı, fakat fazla tahammül edemedi. Chomsky bu tahammülsüzlüğünü muhaliflik olarak yansıtsa da (çalıştığı kampta ideolojik boyun eğdirme olduğunu, oradan ayrılma sebebinin bu olduğunu söylemektedir) asıl sebep oldukça farklıdır. Sebep, Chomsky’nin gerçekçi ve paylaşımcı bir insan olmayışıdır. Chomsky sıkıya gelmez. Bütün hayatı bunun örnekleriyle doludur.

Babası onu kendi kendisini adadığı İbrani dil ve eğitiminin canlandırılması yolunda bir başöğretmen olmak üzere yetiştirdiği halde Chomsky’nin bu konuya katkısı tartışmaya bile değmez. Bundan doğru ilerleyerek Amerika’nın en seçkin üniversitelerinden birinde dilbilim profesörü olmuşsa da, hakkında yapılan bütün övgülere rağmen Chomsky’nin İngilizce’ye ve dilbilime katkıları da fazlasıyla su götürür, kısa sürede geçersizliği tespit edilen ilginç bir sözdizim teorisiyle sınırlıdır. Türkiye’deki dilbilim, filoloji ve yabancı dil öğretmenliği bölümlerinde dahi öğretilen teorilerden biridir, öğrenmesi de çok kolaydır; ama sözde “Chomsky teorisi” bir tahminden ibarettir aslında. Buna göre, “cümlenin öğeleri” zihnimizde sınırlı sayıda kuruluşları (kipleri) olan bir kompetans olarak kayıtlıdır, bütün mesele bunun sonsuz sayıda değişke-öğeyle performans haline getirilmesidir. Kompetans çözümlenemeyeceği için performansın çözümlenmesi, yani dil ile psikoloji arasındaki bilişsel kategorilerin açıklanması gerekir. Bu, son derece çekici bir görüş tabi, çünkü dilbilimi tüketiyor, psikolojinin bir tekniği haline getiriyor; fakat kazın ayağının öyle olmadığı kısa sürede anlaşıldığı için de Chomsky’nin kompetans ve performans diyerek sade bir denklemde buluşturduğu dilsel kategoriler olumsallıklarını, kurala bağlanmazlıklarını sürdürüyorlar. Zira, performansın, yani dile getirilen dilin önemli kısmı herhangi bir kompetansa bağlı da değil aslında.

Chomsky dilbilimden de kısa sürede bıktığı için (profesörlüğü yolunda lisans yapma tenezzülü bile göstermediğini hatırlatalım) gençliğinden itibaren ilgi duyduğu sol Siyonist gruplarla alakalar kurdu; fakat bekleneceği gibi bunda da fazla dikiş tutturamadı. Amerikalı bir Yahudi muhacir ailesine mensup olmasına bağlanabilecek güvensizliği sunulan bedava entelektüel manevra imkanlarıyla birleşince, bundan ele avuca sığmaz, üretken ama içerik açısından oldukça cılız ve süreksiz bir zihin doğmuş görünüyor. Chomsky, nihayet kendisi gibi sol Siyonist bir dilbilimci olan Zellig Harris’in dilbilimsel çözümleme ile siyasi söylemi iç içe geçiren her eve lazım bir teknik olan “söylem çözümlemesi” tekniğini popülerleştiren ifşa ve teşhir yazarlığına demir atarak kişiliğini geçmişe doğru belirlemiş oldu. 30 yılı aşkın zamandır yaptığı şey söylem çözümlemesinden ibaret zaten.

Burada sonsöz olarak söylem çözümlemesi tekniğinin tek başına bir hiç olduğunu, yapanın amacını saklayıp karşıdakinin amaçlarını söylem düzeyinde ele geçirilen verilerle ifşa ve teşhir etmeye dönük, içine bolca tahrifat ve İsrailiyat da sokulabilen (isteyen Bektaşiliği de eklesin), dolayısıyla da tam da çözümler göründüğü şeye dönüşmesi önünde hiçbir bilimsel engel bulunmayan manevracı bir teknik olduğunu söylemeliyiz. Chomsky sayısı Türkçede bile 40’ı aşmış durumda olan siyasi söylem çözümlemesi kitaplarında konu edindiği siyasi aktörlerin amaçlarını ifşa ve teşhir ederken, bir şeyi, yazarın niyetini son derece soğukkanlı bir şekilde perdelemeyi başarıyor. Burada Chomsky’nin tek gerçek dayanağı yukarıda biraz sözünü ettiğimiz küçük Amerika’nın tipik Amerikalısıdır. Bütün yazdıkları bu kendi kendinde insan tipinin kendisi adına girişilen işlerden haber almasına yaradığı ölçüde bir anlam içeriyor kabul edilebilir. Chomsky bunu iddia ediyor zaten. Fakat buna inanmamak için çok fazla gerekçe var önümüzde. Söz konusu masum Amerikalıların haber almaları kendi başına hiçbir siyasi önemi haiz değil. Küçük Amerikalılar dünyanın jandarmalığına soyunan Büyük Amerika’nın söylemini baştan ayağa çözseler kaç yazar? Hiçbir şey yazmaz, çünkü belli bir söylemi çözümleyenin de çözümlemeye takaddüm eden bir amacının olması gerekir. İşte burada Chomsky’nin hizmet ediyor göründüğü küçük Amerika’yla hiçbir bağının olmadığını hatırlamak gerekiyor. Bunu Türkiye’deki muhaliflere uygulamak şenlikli sonuçlar doğurabilir, ama özde bir ve aynı şeydirler. Amerikan muhalifinin olduğu kadar yerli muhaliflerin de yaralı parmağa işeyeceklerini düşünmek akla aykırı bir şey. Bunu da sözde Türk Chomsky’lerinden tek satır okumadan Türkiye ve dünyada olup biten her şeyden çıplak bir şekilde haberdar olan milyonlarca Türk’ten daha iyi kimse bilemez.  

Kaynak: Kılavuz, 2003-2004. 

Etiketler
Avram Noam Chomsky Immanuel Wallerstein Edward Said