Edebiyattan Yana: Eser Gürson'un mirası


Eser Gürson’un eleştirmenliğini iki döneme ayırmak gerektiğini düşünüyorum. İlki bir kuşak hareketi içinde; kuşak meselesi ve edebi mirasın ardışıklığının imkânı üzerine yazdığı; Birinci Yeni’nin davranışçı evreni, yükselen Marksist dalganın şiir ortamındaki artan ağırlığı, İkinci Yeni’nin biçimsel ve özsel çıkışı, folklorun cumhuriyetçi bir hassasiyetle şiire sokuluşu arasında dağınık bir görüntü veren Türk şiirinin çağdaş bir sentezinin arandığı dönem. Bu dönem, Gürson’un hâkim eleştirinin basmakalıp çözümleri yerine “sorunlara bir derinlik kazandırma”yı amaçladığı bir dönemdir. Gürson’un ikinci dönemi ise sorunların tartışılacağı ahlaki vasatı inşa edebilmek için gayret sarfedeceği yazılarını içerir. Yazmaya bir müddet ara verdikten sonra Edebiyat Pazarı (!) yazısını yazar. Güven Turan’a bunca yıl sonra nasıl başlamalı, nereden başlamalı diye sormuş ve bıraktığın yerden başlayabilirsin cevabını almıştır. Yazı, edebiyat ortamının bıraktığı gibi olmayışı üzerinedir: “Şiir değil, şiirin Batı dillerine çevrilmesi önemli artık. Öykü değil, öyküyü nasıl senaryo yaparız, nasıl televizyon filmine alırız önemli. Roman değil, Madaralı Ödülü önemli. Gazetelere haber olabilmek, eleştiriye konu olmaktan daha etkili, daha güncel. Düzenlenen geceleriyle, dergilerin, gazetelerin özel bölümleriyle, çeşitli yaşta fotoğraflarıyla şair ve yazarların çocukluk, gençlik yılları ya da yaşdönümleri önemli. Yaratıcı düşünce açık oturumlardaki, TV programlarındaki yalınkat düşünceyle yer değiştirmiş. Yugoslavya, Bulgaristan, Sovyetler Birliği, Fransa, Almanya’ya gitme yarışları… Şenlikler, şenlik haberleri… Açık, kapalı ödül tartışmaları… Yazarlara sorular, yazarlardan yalınkat yanıtlar… TV’de boy gösterme hevesleri… Ya, vatandaşın vitrinine bakmaktan çekindiği Vakko’nun sanat galerisi?”

Listeye sosyal medyada inşa edilen personalar da eklendiğinde günümüzde de yabancı olmadığımız bir tablo. Eser Gürson, Hüseyin Cöntürk ile Ataç’tan beri devam edegelen izlenimci/öznel eleştirinin karşıtı bir konumda yer alıyor. Bu konum onu bir eleştirmen olarak mevcut edebiyat ortamının metin dışı saiklerle nitelikli sanat eserinin görünürlüğünü engelleyecek şartlarını eleştirmeye yöneltmiştir. Metnin toplumsal, ideolojik ve tarihsel bağlamı ile değerlendirilmesi ve bu bağlamdan hareketle metin yazarının edebiyat içindeki yerinin tayini sağlıklı bir eleştirinin doğmasındaki başlıca engeldir. Metnin kendi iç ilişkileri Gürson’un eleştirideki hareket noktasıdır. Çünkü metnin dışında kalan ideolojik tesirler kemikleşme aşamasına gelen bir bölünmeye sebep olacaktır. Atlılar’da, hayatının son yıllarında yazdığı bir yazısında bu duruma dikkat çekiyor: 

“Akif’in anma töreninde Mehmet Doğan ve arkadaşlarından başkası bulunmuyor. Her görüşteki insan Akif’in edebiyatımızdaki önemini ve edebiyat tarihimizdeki yerini biliyor, ama onu Türkçenin ustası bir şair olarak anmak üzere evine ya da mezarı başına gitmeyi içlerine sindiremiyorlar.” 

Bu itirazlar nesnel eleştirinin asgari şartı olan soğukkanlılığın sağlanabilmesi ve metin yazarı ile eleştirmen arasındaki mesafenin korunabilmesi içindir. Türkiye’de eleştiri Hüseyin Cöntürk-Eser Gürson hattından değil Nurullah Ataç-Mehmet Fuat hattından yürümesi ile bu soğukkanlılığı ve mesafeyi kuramamıştır. Bu durum hem eleştirinin kaliteleri hem de okuyucunun yetiştirilmesi açısından büyük kayıptır. Memet Fuat’ın hikmeti kendinden menkul denemeleri bugün okunmuyor; ama döneminde kimin okunacağını belirleyen metinlerdi. Yayınladığı antolojiler ve genel olarak yayıncılığı, su altında ise rahmetli Eser Gürson’un “Bizans” dediği ilişkileri sayesinde Memet Fuat’ın denemeleri yazara hak etmediği bir güç temin etti ve Fuat, 1940’lı ve 50’li yıllarda Yaşar Nabi Nayır ile Nurullah Ataç’ın birlikte icra ettiği edebiyat otoritesi makamını 60’lardan 80’lere kadar tek başına işgal etmeyi başardı.

Bir alıntı ile takip edelim: “Yasakla ne alışverişi olabilir yeniliğin? Yıllardır bunca yenilik birtakım yasaklardan kurtulmak için yapılmadı mı (…) Biz bunu böyle bildik ya yıllar yılı, pek de öyle değilmiş. Bal gibi yasakları varmış yeniliğin de. Uzaklaştıkça görülüyor, her yenilik birtakım yasaklar getirmiş yanı sıra” (Fuat, 1994, s. 11). İfade tonu dikkatinizi çekmiştir. Ataç’tan aparma bir öznellik, konuşkanlık, ispat sunma ihtiyacı duymama, izlenimcilik, kendinden emin rahatlık vb. Bunu bugün herhangi bir deneme yazısında bile yadırgarız; yazardan denemede ileri sürdüğü görüşleri daha rasyonel bir temele oturtmasını bekleriz. “Bal gibi”lerle, “görülüyor”larla, “pek de öyle değilmiş”lerle konuşması bizi ikna etmeye yetmez. Oysa Ataç’tan sonra bu dil hakimdi, ta 1990’ların ikinci yarısına kadar. Arada Adnan Benk, Berna Moran ve Hüseyin Cöntürk gibi işinin ehli nesnel eleştirmenlerin gelmiş olması Ataç-Fuat cenahının gazete köşe yazarından hallice üslubunda gedik bile açmayı başaramadı. Bu tür eleştirmenler el altından da baltalandı. Sükût suikasti ile yazarlar susturuldu veya bastırıldı. 

Öznelleri bir tarafa bırakacak olursak, şiirde nesnel eleştiri gündemi Hüseyin Cöntürk’ün Amerika dönüşü Eleştirmeden Önce (Eleştiriden Önce) yazı serisine başlamasıyla açıldı diyebiliriz. Birçok kaynakta nesnel eleştiri dendiğinde bugünün müfredat kitapları bize Hüseyin Cöntürk’ün yanı sıra Fethi Naci ve Asım Bezirci isimlerini öneriyor. Tuhaf bir liste; çünkü Fethi Naci, tam da Cöntürk’ün tabiriyle “eleştiri yapmayı sohbet yapmakla bir say”an (Cöntürk, 2005, s. 23) biri. Bezirci’ye gelince, bir süre Cöntürk’le çalıştıysa da ideolojik tutumu nedeniyle Cöntürk’ün ideolojiye mesafeli tavrının dışında kalır; yine Cöntürk’ün tabiriyle “öznel eleştiriden de kötüsü”nün (s. 80) yazarı haline gelir.

Ataç ve ardıllarının sanat yapmaya dönük, duygularının o anki temayülünü eleştirinin merkezine koyan anlayışı modern Türk şiirinin irtifasının gerisindedir nesnel eleştirinin Türk şiirine girdiği esnada. Garip şiirinin eleştirisi yapılmamış, bu şiir kendi eleştirmenini doğuracak derinliğe ulaşamadan kitlesel bir kolaycılığa evrilmiştir. Ataçvari eleştirinin kendi hoşnutluğunu okuyucuya sunmaktan öteye gitmeyen tarzı Garip şiirinin hedonist tavrıyla uyumludur. Nesnel eleştiri İkinci Yeni’nin entelektüel ivmesinden hız alarak eleştiri dünyamıza girer. Eser Gürson çağdaş duyarlılığın, çağdaş tekniğin, çağdaş şiir araştırma akademisinin İkinci Yeni durağında kurulduğunu ifade ediyor. Cöntürk’ün Turgut Uyar ve Edip Cansever dikkatlerinde görüldüğü gibi Eser Gürson’un odak noktası da İkinci Yeni olmuştur. Fakat Gürson, Cöntürk’ten farklı olarak bunu bir kuşak hareketi içinde yapar. Bu doğrultuda yaptığı ilk işlerden biri, Devinim 60’ın birinci sayısında kuşak kavramına açıklık kazandırmak ve kendi kuşağının İkinci Yeni’nin çıkış aşırılıklarının yavaş yavaş durulmaya başladığı bir zamanda yerini belirlemektir. Ona göre doğum yılları üzerinden belirlenecek bir kuşak haritası yetersizdir. Değişim ayırdı, akım ayırdı, beğeni ayırdı, toplumsal yapı ayırdı gibi yaş ayırdını da birliğinde getiren bir olgular bütünü ancak kuşak meselesine ışık tutabilir. Kuşak tanımlaması ardında 60 kuşağının İkinci Yeni ile ilişkisini merkeze alarak dönemin şiirini değerlendirir.  60 sonrası şiirin niteliklerini şu cümlelerle belirtir: “İnsanı daha belirgin ölçüde kavrayan, somut insan ilişkileriyle bağıntı kuran, anlamdan boş yere kaçma gibi aşırı bir eğilimi bırakan; karanlığı ve kapalılığı yalnız başına değil de şiirin gerekirciliği içinde, vazgeçilmez oluşumuyla benimseyen, şiirlerin yapısını sarsan deformasyonları, imge boşluklarını, uzak çağrışımları azaltan bir açılım dönemi.” Bu açılım döneminde 60 kuşağının İkinci Yeni ile ilişkisini bir reddetme değil aşma üzerine kurmak ister. Çünkü İkinci Yeni bir kuram ya da akım şiiri değil Türk şiirinin geldiği noktadaki yoğun bir havanın adıdır ve işlevini yitirdiği, çağdaş duyarlılığın ardında kaldığı söylenemez. Gürson’a göre akımlar çoğu zaman öncüleri elinde ustalaşırlar. Dolayısıyla bahsettiği açılımı yapan da başta İkinci Yeni şairleridir. Bunu kitap boyunca yer yer ifade etmekle birlikte İlhan Berk hakkındaki çalışması ve yarım kalan bir Sezai Karakoç yazısını saymazsak herhangi bir İkinci Yeni şairi hakkında müstakil yazısı olmamasına rağmen kendi kuşağına dair eleştirilerinin keskinliğinde de görürüz. Ona göre “bir akım özelliği gibi, İkinci Yeni şairleri de önceleri, kazandıkları olanakları kullanmada ölçüsüzlüğe, aşırılığa değin varmışlardır. Yine bir akım özelliği gibi giderek, gerekli şiir açılımı kazanabilmiş, kullandıkları olanakları ılımlı ve yararlı bir ölçüye bağlayabilmişler (ya da bunun bilincine varmışlardır.) Ve bugün yer yer ustalığın yüce katına çıkabilmişlerdir.” İlk kitaplarını değerlendirdiği İsmet Özel, Haluk Aker, Ataol Behramoğlu gibi kuşakdaşları hakkında yazdıklarına baktığımızda ise onları ustalığın yüce katlarından uzakta gördüğü anlaşılıyor.

Eser Gürson eleştirilerinin bugünün eleştirmenine öğreteceği şeylerin başında özgünlük arayışı geliyor. İlhan Berk’i Derleyip Toplama Denemesi adlı kitapçığında altmış sayfa boyunca hiçbir alıntı yok. İlhan Berk ve Eser Gürson baş başa. Yazdığı iki sayfalık yazıya yarım sayfa kaynakça veren bugünün alıntı cambazı eleştirmeninin havsalasının almayacağı bir özgünlük gayreti bu. Aynı tavrı Demir Özlü’nün bir öyküsünü değerlendirdiği yazısında da görüyoruz. Özlü’yü varoluşçuluk taklidiyle ve ulusal olmamakla suçluyor: “Sanatta ulusallaşmanın ve öykünmeden kurtulmanın yolları aranan şu yıllarda, Özlü’nün kendine başka ulusların yaşamını konu etmesi, bağışlanamayacak bir yanılgıdır.” Günümüz eleştirmeninin bağışlanamayacak yanılgısı da üzerine sinen tercüme kokusu. Bu koku o kadar yoğun ki yazarı da okuyucuyu da metinden uzaklaştırıyor.

KAYNAKLAR

Cöntürk, H. (2005). Çağının eleştirisi: Birinci kitap (E. Berensel, Ed.). Yapı Kredi.

Fuat, M. (1994). Düşünceye saygı. Yapı Kredi.

Gürson, E. (2023). Edebiyattan yana ve diğer yazılar. Ketebe.

Etiketler
Eser Gürson Edebiyattan Yana ketebe yayınları Hakan Arslanbenzer Hüseyin Cöntürk Memet Fuat nesnel eleştiri Yeni Eleştiri şiir eleştirisi Devinim 60 Alan 67