Eleştirinin Ölümü


 

“Tout commence en mystique et finit en politique.”*
Charles Péguy
 
Bugünün dünyasında insanların gerçeğe mi hayale mi daha çok ihtiyaç duydukları bir muamma. İnsan hayatının temellerini katı gerçekler belirlediği halde ufkumuzu sınırsız algılamamızı sağlayan şey hayaller. Her birimizin tek tek kafasında kurduğu hayallerden söz etmiyorum tabii. Medya teknolojisi aracılığıyla sanal gerçeklik halini almış hayallerden söz ediyorum. Adeta bir hayal teknolojisinin günlük alıcısı durumundayız. Üretilen ve satılan hayallerin dünyasındayız. 

Her gün film izleyen, yer yer roman okuyan, aralıksız şarkı dinleyen; dahası çevresiyle ilişkilerini telekomünikasyon ve sosyal medya üzerinden devam ettiren; bir de üstüne kredili alışveriş yapan bir insanın gerçekle ilişkisinin eski zamanlardaki gibi olmayacağına kuşku yok. Böyle bir insan için kaloriferin ısı seviyesi hava durumundan daha gerçektir.

Bu kadar kişiselleştirilmiş bir gerçeklik algısına sahip şehir insanına eleştirinin söyleyebileceği bir şey var mı? 15 Temmuz 2016’da ülkemizde kanlı bir darbe girişimi yaşandığını kabul etmeyen veya darbenin kendisi üzerine değil arkasındaki muhayyel düzeneğe kafa yoran (?) insanlar bunlar. Komplo teorisini habere, menkıbeyi ayete, efsaneyi tarihe tercih etmişlerin muhakemeyle ne işi olabilir? 

İşin tuhafı ortalama şehir insanı ana sınıfından üniversite son sınıfa kadar bilgi ve muhakeme üzerine kurulu bir eğitim alıyor. Hayatının en az 17-18 yılını rasyonel eğitim öğretime vermiş bir insanın hayale sığınması, masal peşinde koşması tuhaf değil mi?

Tuhaf ama gerçek. İnsanlar içine doğdukları modern rasyonel zihniyetle eskisi kadar ilgili değiller. Rasyonel otorite insanlara artık güven vermiyor. Okul bilgisi ve resmi dil gücünden bir şey kaybetmiş değil; ama insanlar bunları çare olarak görmüyor. Modernist kesinlik kırılmış durumda.

Eleştiri kesinlik arayışı olduğu için, modernizmin kırımından derinden etkilenen işlerin başında geliyor. Eleştirinin dayandığı işlemlere bir bakalım: Gözlem, deneyim, teori, bilgi toplama, analiz, ayıklama, karşılaştırma, muhakeme. Tamamı akıl işleri. Ve tamamına yakını nesnel. “Eleştiri özneldir,” fetvasının irapta mahalli yok. Öznel olan eleştirmenin seçimleridir. Eleştirmenin verdiği hükümler tartışma konusu olabilir, çürütülebilir; ama öznel diyemeyiz.

Öznel, doğrulanamayan ve yanlışlanamayan şeydir. Efsaneyi tarihe tercih ettiğinizde burada artık doğru-yanlış diyalektiği çalışmaz. Dolayısıyla da efsanenin eleştirisi de olmaz. Olur; ama tarihsel bir çerçeve içine sokularak, ruh halinden koparılarak olur. Efsaneyle efsanenin eleştirisi zıttır. Dahası efsanenin eleştirisi efsaneye olan inancı kırmak mecburiyetindedir. Zira eleştirinin işlevi tarihi kurmaktır. Bugün için bunun bir ihtiyaç olduğunu söyleyemeyiz. Bunun yerine tarihin efsaneleştirilmesi isteniyor diyebiliriz. Halk tarihe her zaman esatir-i evvelin gözüyle bakmıştır zaten; ama bugün tarihçilerin dahi bir kısmı esatiri tarih diye önümüze koyuyorlar.

Tarifimizi edebiyata uyguladığımızda şunları söyleyebiliriz: Modern eleştiri edebiyat eserinin gizemini çözmek için yola çıkmıştı. Eleştiri metinlerinin bunu şimdiye kadar hangi oranda başardığı bir yana; bugün artık ortalama okuyucu gizemin çözülmesini değil, edebiyatın olduğundan bile daha gizemli hale getirilmesini istiyor. 

Edebiyat-dışı yazının, namı diğer denemenin başlıca işlevi bu; mistifikasyon, edebiyat eseri ve edebiyatçıyı kendi muğlaklıklarının ötesine taşıyıp yeni ve öznel muğlaklıklar eklemek. Edebiyatın büyüsünü deneme devam ettiriyor. Böylece edebiyata mahsus kalitelerin ayrımı da ortadan kalkmış oluyor. Tartışma sadece kişisel zevkler üzerinden dönüyor. Beğendim beğenmedim, iyidir kötüdür lafları hüküm cümlesinin yerini almış durumda.

Modern eleştiri iki şeyin sonucu olarak doğmuştu: Huzursuzluk ve ümit. Eleştirel düşüncenin doğuşu (ister Avrupa Aydınlanmasına bakalım isterse Türk modernleşmesine) daima mevcutla ilgili bir krizden doğuyor. Tipik eleştiri, krizin tarifi yapıldıktan sonra daima çözüme odaklanıyor. 

Erken modern dönemden sıkı iki örnekle devam edelim: Thomas Hobbes da Mustafa Âli de huzursuzlardı. İkisi de devletin çözüldüğü bir iç savaş döneminde en önemli eserlerini yazdılar. Leviathan da Künhü’l-Ahbar da türleri ve içerikleri bir tarafa kriz üzerine kitaplardır. Hobbes “herkesin herkese karşı savaşını” anlatırken Âli kadim düzenin bozulduğuna hükmeder. Hobbes’un nihai çözümü herkesin herkesle barışı yani toplumsal uzlaşmadır, ki modern Batı’nın siyasi düşüncesi bu toplumsal uzlaşmayı aramak üzerine kurulu dense yeridir. Âli’nin çözümü ise daha yereldir; Fatih’ten Kanuni’ye dört büyük sultanın idare sanatına dönülmesi gerektiğini savunur. 

Mustafa Âli’nin aynı zamanda Osmanlı siyasi yazınının sıklaştığı bir devri açtığı, üstelik çok güçlü bir şiir ve sanat eleştirmeni olduğu dikkatten kaçmamalı. Âli’nin bazı hüküm ve tercihleri bugün de geçerlidir. Onun önemsediği şairler bizim için de Osmanlı’nın önde gelen şairleridir. Yine onun Menakıb-ı Hünerveran’da vurgu yaptığı hattat ve nakkaşlar bugün de kadim İslam sanatının en güzide şahsiyetlerinden kabul edilir.

Burada dikkati çeken bir husus da şu: Mustafa Âli çok değil elli yıl önce doğmuş olsa belki de onu sadrazam olarak tanıyacaktık. Yeteneği ve ihtirası her satırında hissedilen bu Osmanlı bürokratı yakındığı bozuk düzenin kurbanı olmuş, hak ettiğini düşündüğü makamları hiçbir zaman elde edememiştir. Sık sık işsiz kalması da cabası. Payitahttan uzak kalması, uzun süreli işsizliği ve taşra vazifeleri onun huzursuzluğunu artırıp zekasını keskinleştirirken okuması, düşünmesi ve yazması için de üstada zaman kazandırıyordu. 

Eleştiri kadar ömür öldüren bir iş daha yok galiba. Eleştirmenin okumasının bir sınırı yok. İlk iş olarak bal yapmayan arı misali yazmadan okuyup duracak. Hüseyin Cöntürk, Eleştirmeden Önce’yi yazmadan önce tam on yılını Türk ve Batı eleştirel teorisini okumaya vermişti. Cöntürk çevresinde kopan fırtınanın bir nedeni de bu. Memet Fuat gibi okumaz yazarların hakim olduğu bir mahfilde her türden efsane ve büyüye yer varken (bilim, eleştiri ve sosyalizm adına yapılanları bilhassa makbuldü) Cöntürk tarzı eleştiri cebirine yer yoktu. Türk edebiyat eleştirisi doğmadan öldü, biraz da bu yüzden. 

Her ikisi de matematiğin içinde anılsa da aritmetikle cebir farklı şeyler. Eleştirinin aritmetiği ilk bakışta görülenin söylenilip geçilmesi anlamına gelebilir. Deneme dediğimiz tür en azından Türkiye’de bundan doğuyor. “Bana öyle geliyor ki”yle başlayan “Bakalım; bundan sonrasını zaman gösterecek”le biten uzun bir laf kalabalığı. Oysa toplama çıkarmayla hakkından gelinemeyecek mevzular da var eleştiri malzemesi içinde. 

Her şeyden önce deneyimin hazır bir kaba sığmadığını söylememiz lazım. Şu anda ne yaşıyoruz mesela? Mistik olarak? Politik olarak? Öfke dalgalarını depresyon kadansları izliyor. 2013 Gezi Parkı ayaklanmasında belli toplumsal gruplarda açığa çıkardığı coşkunun 15 Temmuz 2016’dan sonra yerini bir tür korkuya bırakmasını aritmetik yolla açıklamak bize bir şey kazandırmayacaktır. Ya da bütün o yoğun hareketten bir şiir doğup doğmadığı hakkında tek bir görüş veya birbirine zıt salt iki görüş yok; ucuz aritmetik kestirmeler ve belli belirsiz bazı gözlemler var. Birçok toplumsal olayda olduğu gibi Gezi’nin de büyüsü gerçeğinin önünde.

Dünyada da Türkiye’de de bir gövde gösterisini diğer bir gövde gösterisi takip ediyor. Gezi toplumun çok çeşitli azınlıkları için bir gövde gösterisiydi. 15 Temmuz da diğer bir gövde gösterisi oldu. Devlet ve halk çoğunluğunun gövde gösterisi. İki taraf da huzursuzluklarını gayet açık şekilde ortaya koydular.

Her iki olay kriz tespiti olarak da görülebilir. Bir krizin içindeyiz. Gerilim arttıkça huzursuzluk da yayılıyor. Eleştiri için gereken diğer şey mevcut mu, ondan pek emin değilim: ümit. Huzursuzluk içinde ümidi beslemek kolay bir husus değil. Hobbes ve Âli, Pound ve Âkif bunu başarmışlardı.

İsmet Özel’de ümidin bir nişanesini görebiliyor musunuz? Yahut Murat Belge’de? Televizyona çıkan, gazeteye yazan insanlardan ümide, çözüme dair en son hangi sözü duydunuz? Dünyayı kana bulayan güçler çok büyük. Tek tek insanların ve küçük grupların bu büyük güçleri yıkması mümkün görülmüyor. Ümide, çözüme sırtımızı dönmemizin en önemli nedeni bu. Mistik bağlantımızı kaybettik, tam da mistisizm körlüğü içine düşmüşken. Her şey politik geliyor. Politiktir de.  

Şahsi çözümüm öncelikle olana odaklanmak. Bir olay olduğunda ne oldu, bir edebi eser okuduğumda okuduğum iyi miydi diye soruyorum kendime. Bunun yer yer zorlayıcı olabileceğini biliyorum. Sıradan okuyucu belli bir şiiri veya hikayeyi niye okuduğunu, okuduğunda ne hissettiğini tam olarak bilmek zorunda değil. Ama gerçekten okuyup okumadığını test ederek başlayabilir. İnsanlara soruyorum, filanı ya da falanı okuduğunuzda ne hissettiniz? Bir cevap alamıyorum. 

“Çok iyi, çok beğendim.” Bunun söylenmediği tek bir eser, tek bir iş yok. Televizyona yapılan her program iyi, yazılan her metin çok güzel, her şarkıyı çok beğendik. Bu böyle zırvaya kadar gider. Zırvanın postmodernite içinde bir yeri vardı. Bir tür geç gelmiş Dada’ydı postmodern zırva. Herhangi bir şeyin herhangi bir şeye yaklaşık olması postmodern gevşeme için yeterliydi. Postmodern inkarcıydı. Çağın aritmetiği yüzsüz. 

Gezi’nin devrime yaklaşık olması bazıları için yeterli. 15 Temmuz’un Milli Mücahede’ye teğet geçmesi de başkaları için tatmin edici. Bu durumda gerçekte ne olduğunu merak eden benim gibi radikaller üstü örtülmek istenen huzursuzluğu ortaya çıkarıyorlar bilir bilmez. Türkiye’nin faiz çarkıyla daha fazla işleyemeyeceğini söylerseniz gerilim yaşanabilir. Meşhur yaşlı yazarın son yirmi beş eserinin zayıf hikayeler olduğunu tespit etmeye kalkarsanız da mesela, kalkmayın. Haftalık aylık meşhur yaşlı yazar ayinlerine siz de katılın. Huzursuzluğunuzu bastırın, ümitsizliğiniz açığa çıkmasın. 

Latifeyi bırakırsak, yeni bir ümit gerekiyor. Bu da huzursuzluğun kaynağına inmekle, eleştirinin cebirine çalışmakla olur. Böylece birçok şey kaybederiz. Zaman ve para kaybederiz mesela. Dost kaybetmemiz de işten değildir. Şöhret durur mu, o da paranın zamanın dostların arkasından gider. Aklı kazanırız ama. 

Kimseye göre eğilip bükülmeyen, en yaşlımız olduğu halde hiç yaşlanmayan Akıl Bey. Bizi hiç bırakmayacaksınız değil mi?

* Her şey önce mistik başlar, sonunda siyasete döner.