Felaket ve edebiyat


Şiir dünyadan bize gelen şiddete karşı bir mukavemet biçimi. Dünyanın şiddetine karşı bizden doğan bir karşı şiddet. Böyle bir şiddeti içimizde duyabilmek canlılığın en güçlü belirtisi. Fakat cenaze evindeki bir hareketlilik, canlılık nasıl göze batar, eğreti durursa depremden sonra şiirin bu canlılığını görmek, göstermek istemiyoruz. Belki ağıtların tabiatındaki canlılık gibi şiirdeki bu canlılığa da en çok şu an muhtacız. Ağlamak yüzdeki hareketlilikle mimiksel; dövünmek, çırpınmak gibi durumlarda olduğu gibi bedensel; sesin titreyişleri, yükselişleri ve inişleriyle sessel bir canlılıktır çünkü. Ölüm gibi büyük kayıplardan sonra bedenin hayata katılma hamlesidir adeta. Bütün bu canlılıklar şiirde de mahfuz. Yine de şiirdeki tasannu bizi rahatsız ediyor bugün. Şiirin hayata karşı durma ve katılma jestini ağlamaya, doğrudan, kendiliğinden gelişen, insan olmanın bu en gerçek eylemine bırakıyoruz. 

“Nasıl da dehşet içinde ölürler, sanki bu yaşamdan göçmüyorlar da sökülüp alınıyor gibidirler,” demişti Seneca. Bu keskin kopuşun en derinden şahidi olduk. Veriler, yıllara göre küçük değişiklikler olsa da günde ortalama 1600-1700 insanın vefat ettiği bir ülke olduğumuzu söylüyor. Bu rakamları insanların bizden sökülüp alınışının büyüklüğünü daha iyi anlamak için yazıyorum. Koca Türkiye’de bir ayda vefat eden insan kadar insanımızı deprem felaketinde kaybettik.

Bir yakınımızı kaybettiğimizde, bir ayrılık yaşadığımızda vs. geride kalan eşyaların bize kendilerine yeni bir anlam vermeyi dayattığı gibi bir yeniden inşa sürecinin içindeyiz ülkecek. En çok da depremden doğrudan etkilenen insanlarımız böyle. Her günün nesneleri, sıradan ilişkileri, olguları, kavramları için geçerli bu. Edebiyat da bunlardan biri.

Sıkça duyduğumuz “normalleşme” ifadesine bu noktadan itiraz etmek ve depremden sonra sanata ve sanat yapma teşebbüslerine karşı soğukluğumuzun sebebini burada aramak istiyorum. Normalleşme, içinde yukarıda bahsettiğim yeniden inşa sürecini dışarıda bırakan bir tekrar başlangıç hevesini taşıyor. Bunun yerine olumsuz çağrışımlarına rağmen “dünyevileşme” ifadesini tercih ediyorum. Bir ölümü haber aldıktan ya da ona tanık olduktan, acının kavrandığı bu ilk idrak anından sonra bayılma, tepkisizlik gibi kopuşlar yaşanıyorsa travma aşılamıyor demektir. Bu haller dünyada olmamak halleridir. Travmayı aşmanın zor ama tek yolu dünyevileşmektir. Dünyevileşmek de acının farkına varışla mümkündür. Çünkü mevcut durumda ölüden tek farkımız, acı duyabiliyor oluşumuz. Ölü, insanın acıdan uzaklaştırılmış halidir. 

Bertolt Brecht bahsettiğim dünyevileşme gayretini ağıt üzerinden anlatıyor: “Sesle veya daha iyisi sözcüklerle yakılan bir ağıt, büyük bir özgürleşmedir, çünkü acı çeken kişinin bir şey üretmeye başladığı anlamına gelir…tamamen yıkıcı bir şeyden bir şey üretmektedir. Gözlem yapmaya başlamıştır.” Bu manada ağıt gözlem ve üretim yoluyla topluma, biçimsel ve müzikal bütünlük üzerinden de ölümle parçalanmış yaşamsal bütünlüğe dönüş çabasıdır. Bir başlangıç iradesidir.

Yas içindeki insan için dünyada olmanın o anki tek anlamı olan acının işaretlerinden mahrum kalmak korkunç olsa gerek. Ağıt yakan, kül yiyen ve başına kül döken, ezgili bir şekilde çocuğunun elbisesine sarılarak ağlayan insanlarda bunu görüyoruz. Dünyevileşmek, bu yas işaretlerinden başlayabilir ancak.

Edebiyatla bizim felaketten hemen sonra, bir depremzedenin ifadesiyle kan hala betondayken kuracağımız bir ilişki yukarıda bahsettiğim gibi bir dünyevileşme hali değil bir normalleşme ifadesi olacaktır. Çünkü biz, felaketin birinci öznesi olmadığımız için asla o kertede acıyı duyamayız. Eşini bir trafik kazasında kaybettikten sonra, kaza yerine gittiğinde ağlayarak yüzünü asfalta yapıştıran, o asfalttaki kan izlerini öpen birine şahit olmuştum. Ancak acının bu noktasında bütün ifade biçimleri meşruluk kazanır. Edebiyat da ağıt gibi türler üzerinden ancak o insanlar için meşrudur.

Depremden sonra onu yaşayan insanlar nasıl davranırlarsa davransınlar doğru davranacakları yerdeydi. Biz de nasıl davranırsak davranalım yanlış davrandığımızı hissettiğimiz yerdeyiz.

Etiketler
deprem can acer