Filistin sizin günah çıkarma yeriniz mi?


Filistin’e dair hatırladığım ilk görüntüler 1. İntifada dönemine dayanıyor. O zaman ilkokul öğrencisiydim, Türkiye’deki bütün televizyonlar siyah beyazdı. Tek bir kanal vardı ve saat 20.00’de, biz çocuklar uykuya gitmeden önce akşam haberleri başlardı. Filistin’deki intifadanın görüntülerini ancak o zaman görebilirdik. Bazen ekrandaki görüntü bozulurdu, ses giderdi ya da elektrik kesilirdi. Ancak bilirsiniz, insanı çocukken en çok etkileyen şey cesarettir. Filistin halkı çok iyi kazınmıştı zihnime ve 1. İntifada’nın devam ettiği süre boyunca televizyonda ya da gazetelerde ne zaman Filistin’le ilgili bir haber görsem, dikkat kesilmeye başlamıştım. İzlediğim bütün o adamların, kadınların ve hatta çocukların hepsi de ne kadar cesur görünüyorlardı. Ne kadar güzeldiler.

O zaman ekranlarda gördüğümüz Filistinli çocuklar büyüdüler, koca birer adam oldular ve direnmeye devam ediyorlar. Şu anda Filistin’de her 10 dakikada 1 öldürülen çocuklar onların evlatları işte.

Bunu bilmek çok ağır bir duygu. Bir yandan sürekli konuşma ve yazma ihtiyacı hissediyoruz. Bir yandan da elimizden gelenin sadece bu olduğu gerçeği ile baş etmeye çalışıyoruz. Müslüman bir kadın olarak, yazmak ve konuşmak dışında da bir şeyler yapabilseydim keşke. Baskınlara gitmek mesela, pat diye çöküvermek tepesine Siyonist katillerin.  Böyle yapan kadın yok muydu Filistin’de? Var elbette, çok eskiden beri üstelik. 1930’lardan bu yana cephede görev alan Filistinli kadınlar var. Baskınlarda yer alan, direnişçilere erzak temin eden ya da yaralıları tedavi eden kadınlar var. Bize ise yazmak ve anlatmak kadarı düşüyor. Müslümanlık ve insanlık adına bu kadarını yapabiliyoruz şu an sadece.

Öte yandan baş etmeye çalıştığım büyük bir duygu var içimde. O da öfke. Gördüğümüz ikiyüzlülük ve herkesi aptal yerine koyan basit kurnazlık karşısında içimi kemirip duran büyük bir öfke. Bazen bütün gücümle bastırmaya çalışıyorum bu duyguyu. Kendime telkinde bulunuyorum; Boş ver, sen kendi işine gücüne bak. Lisedeki tarih öğretmenimiz çok söylerdi bu sözü. Sen kendi işine gücüne bak evladım. Bazense isyan ediyorum ve şöyle söylüyorum; hayır sadece kendi işime gücüme bakmayacağım, iki temel başlığa sahip olan içimdeki bu öfkeyi de dökeceğim dışarı.

Bunlardan ilki, varlığını Fetö’ye borçlu yani Fetö sayesinde pek çok imkân elde etmiş, onların gazetelerinde, dergilerinde yazarak ya da yazarlar birliklerinde yer alarak konum sahibi olmuş insanların Filistin direnişi üzerinden geçmişlerini temize çekmeye çalışması. 15 Temmuz’dan önce pek çok imkâna sahipken, neden Filistin konusunda bir şey yapmadıklarını sormamız gerekiyor. Gazete ve dergilerde söz sahibiyken, yazarlar birliğinde kendi güçlerine güç katacak pek çok etkinlik yapıyorken, neden Filistinli bir yazarın, şairin eserini tercüme etmeyi akıl etmediklerini ya da neden Filistinli bir edebiyatçıyı neden ülkemize davet etmediklerini de sorabiliriz mesela.

Her şeyi hatta dini bile kendileri için bir ticaret sahası olarak görme güdüsüyle yetiştirilmiş insanların, bugün Filistin halkının yaşadığı acıları da aynı biçimde görme ihtimali bizi şaşırtmamalı aslında. Kendilerine, her sabah tıpkı bir tüccar gibi dükkanlarını açarak, kârlı alışverişlerin peşine düşmek öğretildi çünkü. Müslümanların ve insanlığın dertlerinden çok, kendilerini güçlendirecek ilişkiler kurmak öğretildi. Sonuç olarak bir “rehine” ilişkiler ağı içine atıldılar. Kişiliklerini, imanlarını ve ruhlarını rehin bırakmak öğretildi.

Ayrıca daha düne kadar oturdukları sofralar, 7 Ekim’den bu yana 10.000’den fazla Filistinliyi katleden İsrail’le aynı musibetin sofrası değil miydi? 15 Temmuz’da şehit edilen insanlarımız, tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi aynı şeytanlar tarafından alçakça vurulmadılar mı sırtlarından?

Diğeri ise Suriye’de çocuklar öldürülürken ve Sünni halka yönelik büyük bir katliam varken susmayı tercih edip, bugün Filistin direnişi üzerinden kendine bir rol biçmeye çalışanlar. Emir Şekip Arslan’ı çok severim. Onun hayatı, belki de doğudaki tüm okullardaki ders kitaplarında okutulmalı. Çünkü sahip olduğu büyük entelektüel birikim yanı sıra Fransızların Suriye ve Lübnan’ı, İngilizlerin ise Filistin’i işgal etmeleri üzerine takındığı sert tavırla, haysiyetin ne olduğunu göstermiştir bize. Şerefli bir adam nasıl olur? Bu sorunun cevabını vermiştir ve onun hiç aklımdan çıkarmamaya gayret ettiğim bir sözü vardır. Der ki; “Trablus’un çöllerini savunamayanlar Şam’ın bahçelerini de savunamaz”.

Peki Suriye’de İsrail'e düşman gibi görünen ancak aslında tamamen bir İsrail projesi olan ve dolayısıyla da Filistinlilerin her kritik anında İsrail’in yanında olan bir sistem, tüm tarihsel arka planıyla karşımızda dururken, neden Baas rejimi ve işbirlikçisi ülkelerin bombaları yüzünden ölen ya da sakat kalan çocukları hakkında bir şeyler söylemek istemiyorlar o halde? Neden onlar için de şiir yazmıyorlar? 

Deraa’da duvara yazı yazan o gençlerin, Filistin’de duvara yazı yazan gençlerden ne farkı vardı? Çocuklarının ardından ağıtlar yakan o Suriyeli anne babaların, Filistin’deki anne babalardan ne farkı vardı? Üzerine bombalar yağan Suriye halkının, Filistin halkından ne farkı vardı?

Ben hayatımda yaşadığım en ağır şoku bu konuda yaşadım. Çünkü Filistin edebiyatından bahsettiğim zaman beni ilgiyle dinleyen bazı insanların, konu Suriye’ye geldiği zaman tavırları değişiyordu. Şüpheli bir ifade yerleşiyordu yüzlerine. Filistin hakkında rahat bir şekilde konuşabiliyorduk ama Suriye’den bahsettiğimiz zaman imalı sözlerle, kötü bakışlarla ve suçlamalarla karşılaşıyorduk. Şair Adonis yüzünden mezhepçilikle suçlandığım dahi oldu. Beni o zaman mezhepçilikle suçlayanlar, bugün Filistin için ağıt yakıyorlar. Şiir falan yazıyorlar, kitap tercüme ediyorlar hatta. Öldürülen çocukların, başına bombalar yağan halkın ve tecavüze uğrayan kadınların arasında ayrım yapıyorlar çünkü. Gerçekten yapıyorlar. İnsanlığa olan inancımın aldığı en ölümcül darbelerden birisi oldu bu.

Filistin’den haberler gelmeye devam ediyor şu anda. Her Filistinli birer kahraman olarak geçiyor bu hayattan. Biz size hayatı öğretiyoruz demişti Filistinli şair Rafeef Ziadah. We teach life, sir. Bize öğrettiklerine paha biçmek mümkün değil. Takas etmek ya da alıp satmak da. Çok yüksek bir irtifadan, bambaşka bir yerden sesleniyorlar bize çünkü. Dünyevi hırslardan ve ufak tefek hesaplardan eser olmayan bir yerden. Gerçekten yanlarında olabilmek için bizlerin de her türlü hesaptan ve çirkinlikten biraz olsun arınmaya çalışmamız gerekiyor. Söze başlamadan önce tövbe etmemiz gerekiyor. Yan yana büyüdük, okulda aynı sıralarda falan okuduk. Bizlerin içinden çıktınız. Tövbe etmelisiniz. Sanırım ancak bu şekilde az da olsa bir söz söyleme hakkınız olabilecek Filistin halkı için.  

Filistin kimsenin günahlarının temize çekileceği bir yer değil çünkü. Bunu yapacağınız yer değil o topraklar. O insanlar da sizin hesaplarınızın birer figüranı olabilecek insanlar değil. Sizin geçmiş günahlarınızı, mezhepçiliğinizi, şununuzu bununuzu üzerinden aklayabileceğiniz bir dava değil Filistin davası. Öyle bir koltuğa sahip değilsiniz bu sahnede.

Etiketler
Peren Birsaygılı Mut Politika Filistin Siyonizm FETÖ Terör Savaş Edebiyat Türkiye Dava