Güzide Ertürk:"Zarlar dönmeye devam ediyor!"
İlk kez ne zaman ve ne hakkında yazdığınızı hatırlıyor musunuz?
“Ben bir ölüyüm aslında.” Lisedeyken not defterimin arkasına böyle bir cümle yazmıştım. Bu cümleyle ne yapabilirim diye çok düşündüm. Şiir mi olmalıydı, öykü mü? Onu nasıl yontacağımı bilmiyordum. Yıllar içinde eridi ve yeni bir kalıba girip Düşeş kitabımdaki “Ölüm Kalım Meselesi” öykümde kayboldu. Öbür Dünya Öyküleri'nin, Loretta'nın hikâyelerine de sızdı. O gün bugündür kısa cümlelerin içinde taşıdıkları hayallere ve duygulara önem veririm. Onları kolay kolay bırakmam. Bilirim ki anlatmak istedikleri bir mevzu var. Göründükleri kadar kısa değiller. Sadece bana neyi anlatmak istediklerini bulmam gerekiyor.
İlk kitabınız Düşeş basıldığında ne hissetmiştiniz?
Kapalı Çarşı’nın Halil’i bundan böyle okuyucuya da görünecekti. Kar Rüzgârı, tanımadığım insanların penceresinden girip onları üşütecekti. Aziz Matthew Katedrali’ndeki iblis, okuyucunun ayaklarına dolanacaktı. Bunu bilmek beni heyecanlandırmıştı elbette. Okuyucuyla karşı karşıya kaldığım ilk andı. Aldığım yorumlar, verdiğim emeğin bir karşılığıydı.
Ardından Rüzgârgülü Çamlıca kitabınız yayımlandı. Bu kitabın serüveninden de bahsedebilir misiniz?
İstanbul’un içinde binlerce İstanbul var. Çıkmaz sokaklarında, kalabalık caddelerinde gözden kaçan birçok ayrıntı gizli. Rüzgârgülü Çamlıca’yla birlikte yıkılmaya yüz tutmuş köşkler, adımlaması zor yokuşlar, gençliğin getirdiği ümitler kısa denemelere dönüştü. Çamlıca’nın tarihini, serin havasını kendi hatıralarımla harmanlamıştım. Semtin silinen yüzünü, sessiz komşularını, çalışkan esnafını bir araya getirip Çamlıca’nın rüzgârını sayfalara taşımıştım. Unutulan ve neredeyse hiç bilinmeyen semtin tarihini, romanlara konu olan kültürünü, kendine özgü mimarisini kaleme almak güzel bir tecrübeydi. Kitap on üç yıl önce basıldı, o günden bu yana Çamlıca hızla değişti.
Öbür Dünya Öyküleri kitabınız döneminde çok ses getirdi. Kaleminizin değiştiği aşikardı. Okuyucularınızdan ve etrafınızdakilerden aldığınız tepkiler nasıl oldu?
Cehennem Sevinci öyküsünü Türkiye’de yazmaya başlamıştım. Sonra Houston, Teksas’a taşındım. Farklı bir kültüre adım atarken aynı zamanda içsel bir yolculuğa çıkmıştım. Kitabı yazmayı bitirirken aynı zamanda anneliğe de adım attım. Etrafımı kuşatan dünya hızla değişiyordu. Okuyucuların tepkileri ilginçti. Yıllar içinde yayınladığım kitaplar sayesinde okuyucunun belli olaylara benzer tepkiler verebileceğini öğrendim. Ama Öbür Dünya Öyküleri bu bakımdan farklıydı. Konuştuğum birçok kişi değişik yorumlar getirdi, kitabın farklı öykülerine ve bölümlerine dikkat çekti. Etkileşimde bulunduğum okuyucular bana geniş bir yelpaze sundu. İtiraf etmek gerekirse bu değişimi seviyorum. Belli bir metinde ve belli bir tarzda sıkışıp kalmak istemiyorum. Bir tutam deneyselliği göze almak ve hayallerin açacağı yeni kapıları adımlamak edebiyatın vazgeçilmezlerinden sadece ikisi.
Öbür Dünya Öyküleri’nde kurguyu ve dini kaynakları harmanladığınızı görüyoruz. Bilimi de bu işin içine katabilme beceriniz çok konuşuldu. Dante’ye olan ilginizden bahsedebilir misiniz?
Hayalgücüne, İslami kaynaklarla örülmüş kırmızı bir çizgi çektim. Kur’an-ı Kerim ve hadisler başta olmak üzere birçok okuma yaptım. Dante’nin İlahi Komedya'sı, öbür dünyaya Hristiyan bir şairin gözüyle bakıyor ve onu kendi dininin umutları ve hırslarıyla harmanlıyordu. Bunu yaparken Yunan mitolojisinden, İbn-i Arabi’den, Batı’nın kadim edebiyatından yararlanıyordu. Aşk ve düşmanlık, Dante’yi öbür dünyaya sürüklemişti. Şairin yozlaşmış ve çürümeye yüz tutmuş
Hristiyan dünyasına eleştirel bir yaklaşımıydı aynı zamanda. Yaratılış mitleri kadar, öbür dünya üzerine söylenmiş bir o kadar mit ve efsane var. Her kültürün, her inancın kendine özgü yorumlama biçimleri olmuş. Ahiret, bu dünyanın bir yansıması. Dante’nin İlahi Komedya'sı şiir dili ve unutulmaz görselliğiyle öne çıkıyordu. Bir Müslüman, öbür dünyayı adımlarken hangi yolları kullanırdı? Onu cehennemin katlarında hangi öyküler bekliyordu? Öbür Dünya Öyküleri'ni yazarken umutla korku arasında gidip gelen bir dünya kurguladım ve hakikati aradım.
Okuma- yazma serüvenine yeni başlayacak dostlarımız için bir öneriniz var mıdır?
Yazma serüvenine yeni başlayacak dostlara, başladıkları öykülerin bir gün tamamlanacağını unutmamalarını öneririm. Bazen her şey yarıda kalacakmış ve asla bitmeyecekmiş gibi gelir. Bu sadece geçici bir evhamdır. Fakat son cümleyi kurarken her şey başkalaşır. Okuma serüvenine başlayacak dostlaraysa okumanın bir tür keşif olduğunu söyleyebilirim. Zamanla kendilerine has, özgün bir kütüphaneleri olacaktır. Onlara çağlarını aşan yazarları okumayı öneririm. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar’ı günümüzde hâlâ okunabilir kılan güç üzerine düşünmek güzel bir başlangıç olurdu.
Sizi yakından tanımayan insanları şaşırtabilecek bir huyunuz ya da bir davranışınız var mı?
Bazen ben de kendi huylarıma şaşırabiliyorum. Yıllar içinde verdiğim karardan kolay kolay dönmediğimi fark ettim. Zor koşullar beni yıldırır sanırdım ama geri adım atmayı sevmiyormuşum. Sorunların üstüne gidip onları çözebilmek için elimden geleni yapıyorum. Bunu zaman içinde fark ettim ve bu huyumu sevdim doğrusu. Beni yakından tanımayan insanlar hangi huylarıma şaşırıyor onlardan dinlemek isterdim.
İki çocuk annesi olup uzaklardan memleketinizle “kaleminiz” vasıtasıyla iletişim kurabilmiş olmak nasıl bir duygu?
Ülkemle kalemim arasında kimsenin koparamayacağı güçlü bir bağ var. Edebiyat, kıymetli bir vasıta. Bu duygu bana hep güven verdi ve memleketimden kopmadığımı gösterdi. Yabancı arkadaşlarım bana Türk dizilerinden bahsediyor. İlk tanıştıklarında sevdikleri dizileri seyredip seyretmediğimi soruyorlar. “Mutlaka izlemelisin,” diyorlar. Dünya çapında ünlenen birçok diziyi kendimi zorlamama rağmen izleyemedim. Ama edebiyat deyince akan sular duruyor. Tabii ki Türk filmi izliyorum, ilgimi çeken diziler oluyor. Ama zevklerimin, genel izleyicinin zevkleriyle uyuştuğunu söyleyemem. Zamanla, dilin canlı bir varlık olduğunu fark ettim. İnsanlar ve kültürle birlikte kullandığımız dil de değişiyor. Değişen ve dönüşen Türkçeyi yazılı metinlerden takip etmek, yazarak Türkiye’de var olmak, Türkçeyi satır aralarında solumak benim için vazgeçilmez bir tecrübe. Amerika’ya taşınırken kütüphanemi de yanımda getirdim. Tabii on iki yıldır Türkiye’den uzakta yaşamanın verdiği yorgunluğu göz ardı edemem. Bir anne olarak, çocuklarımın Türkçenin zenginliğinden mahrum kalmamaları için elimden geleni yapıyorum.
Kaplumbağa Gölgesi kitabınızın Arnavutçaya çevrildiğini duyurdunuz. Bu süreci de bizimle paylaşabilir misiniz?
Bu konuda çevirmenim Emir Hukallo’ya teşekkür etmem gerekiyor. Benimle yıllar önce iletişime geçti ve Kaplumbağa Gölgesi’nin Arnavutçaya çevrilmesinde büyük emek gösterdi. Başka dillerde var olabilmek benim için mutluluk verici.
Düşeş’ten Loretta’ya kadar Güzide Ertürk’ü dört kelimeyle ifade edebilir misiniz?
Zarlar dönmeye devam ediyor.
Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Sorularınız ve ilginiz için ben teşekkür ederim.