İlk taşı kim atsın?
İnsan güç temin ettikçe cesaretlenmek yerine korkuya kapılır, kaybetmekten korkar. Ilır, kaygılanır. İnsan onuru, mertlik, adalet, cesaret gibi konular edebiyatın konusu olmakla kalır, toplumda hayat bulmazsa çürüme başlar. Kokuşmayla beraber çöplük yığılır, hastalık yayılır bozulma olur. Şu sıra ortalık fena çöplük kokuyor.
Annem Türkiye’de doğmuş fakat Ahıska Türkü göçmen bir ailenin kızı. Sığınmacı. Dedemin doğum yeri Türkiye değil. Buraya henüz iki yaşında bebekken, amcasının kucağında Sovyet rejiminden kaçıp gelmişler. Sınırdan geçerken kritik bir anda ağlamaya başlamış. Amcası panikleyip can havliyle kafasına şiddetli bir yumruk atmış. Bebeğin sesi kesilmişve bayılmış. Onu, öldü zannedip sınırda bırakmak istemişler, annesi ağlayıp yalvarmış ve orada bırakılmasına engel olmuş, geçince bakmışlar hala yaşıyor.
O bebek büyüdü elbet, başka bir göçmen ailenin kızı, anneannemle evlendi. Sekiz tane çocukları oldu. Sekiz kişi evlilik bağı ile on altı oldu, onlardan da bu topraklarda sayamadığım kadar çocuk doğdu. Bazısı ticaret yapıp ekonomiye katkı sağladı çalıştı, bazısı devletin memuru olup hizmet etti. Üçüncü kuşak kuzenler ve akrabalar memleketin farklı şehirlerinde yaşamaya ve topluma katkı sağlamaya devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti ilk gelenleri istimlak etti. Kimlik verdi. Ahıska Türkeri’nin geneli Ağrı, Kars, Muş gibi doğu illerinde yaşıyor. İlk kuşaktan bazı aileler, yerel halkın dışlayıcı ırkçı tavırlarına dayanamayıp tekrar göç ederek -anneannem ve dedem gibi- güneye ve batıya yerleşti.
Anneanneme Türkçesinden dolayı, sık sık “Kürt müsün?” diye sorarlardı. O, boynunu büker, “Kürt değiliz, ama doğuluyuz” derdi. Irkçılık tanıdığı bir şey değildi. “Sana neden Kürt diyorlar?” diye sorduğumda bana, “Kürt olsak ne olur sanki yavrum ama değiliz,” derdi. Boyun büküşünde ırkla ilgili bir durum yoktu. Göçmen olmanın verdiği burukluk, yabancılık, yurtsuzluk vardı. İnsanların bunu sorgularken onu hor gördüklerini ifadelerinden okuyabilirdiniz. O, hiç orada değildi, önemli bir mesele değildi yani Kürt ya da Türk olmak.
Irkçılık yapalım şimdi, Orta Anadolu, Ege, Karadeniz, Doğu Anadolu’da saf kan Türk var mıdır? Buyurun, ilk taşı safkan bir Türk atsın. Yakalım beraber ortalığı, kovalım Türk olmayanı, Arap, Kürt, Laz, Çerkez, kim varsa defolup gitsin. Ülkede kim kaldı? 01.07.2024’de Kayseri’de Suriyeli göçmenlerin, evlerini yakıp, araçlarını parçalandılar. Kitleyi yöneten, galeyana getiren bir avuç çapulcu sabıkalı, hırsız, hadsiz ahlaksız... Kimliklerini tespit etmek kolluk kuvvetlerinin, cezasını vermek hukukun görevi. Kitle düşünemez. Slogan atar, linçler, taşlar, yok eder, yakar fakat düşünme yeteneği yoktur. Kitle hareket eder. Düşünme işi insanındır. Allah, insanı akıl etmesi, irade koyması ve hakkı tavsiye etmesi, öğretmesi için yarattı. Tabi bunlar ancak iman edenler için.
Sosyal medya, “Ülkemde mülteci istemiyorum.” Diye paylaşım yapan saçma sapan slogan atan şuursuzla dolu. İnsanlar, göçmen Suriyeliler ülkeye geldiğinden beri birini aşağılamak hor görmek alay etmek istediğinde, “Suri gibi…” ile başlayan cümleler kuruyor. Bu tavır ve söylem pekişip normalleştikçe tolumda ırkçılık ve nefret söylemi artıyor. Fakat ucuz iş gücüne ihtiyaç duyunca vatandaş Suriyeliye koşuyor. Üç kuruşa çalıştırdığı sapık, görgüsüz, fakir Suriyeliye(!)
Irkçılığa hastalık demek doğru değil. Hastalığın bahanesi, tedavisi, kürü var. Bu hastalık değil, bozukluk. Davranış bozukluğu, iman bozukluğu.
Irkçı karşıtı söylemde bulununca siyasi görüşünüzü ifade etmiş oluyorsunuz ve linçleniyorsunuz. Öte yandan, dünyanın hiçbir yerinde ırkçılık karşıtı söyleminizden dolayı linçlenmeniz ve siyasi tavrınızın sorgulanması mümkün değil. Ülkede akıl tutulması var. İman eden imanına, etmeyen etiğe, ahlaka insanlığa sığınsın, elinizi vicdanınıza koyun, ihtiyacımız olan şuur ve vicdan. Mülteci meselesi, insanlık ve onurunun meselesidir.
“Madımakta, yananlara ses çıkarmayanlar utanın!” diyerek her sene sosyal medyada paylaşımlaryapıyoruz, “UnutMadımaklımda”.
İnsanların başı örtülü diye ihraç edildiği zaman susanlar utançla anılıyor her Yirmi Sekiz Şubat’ta.
Kadınların başörtüsü başından sökülürken öylece duranların arşiv görüntülerini izliyor ve o günlerde yaşananlardan dolayı utanıyoruz. Bugün, Suriyeli göçmenler meselesinde sessiz kalanlar, defolup gitsinler, diyen vicdan yoksunlarını da aynı dehşetle izliyoruz. Elbet bunları da unutmayacağız.
Alan Kurdi’ nin kumda yatan cansız bedenini hatırlıyorsunuz. Unuttuysanız tekrar bakın. Hatta daha yakından. İçiniz yanmıştı, post olarak paylaşmıştınız. Sosyal medyada üzülüp ağlamıştınız. Unuttunuz. Unutmuşsunuz. Onun kardeşlerinin evini yakanları, yıkanları teşvik ederken ve ağzınızı köpürterek ırkçı sloganlar atarken bunu hatırlamanız mümkün değil. Eğer bu mümkünse yani, o fotoğraf aklınızdan çıkmadıysa, hatırlıyorsanız o görüntüyü bu size nasıl hissettiriyor? Bu iki yüzlülük, midenizi bulandırmıyor mu?