Jean Paul Sartre’ı bir de böyle okuyalım
Fazla bilinmez ancak 1967 senesinin haziran ayında Cezayir’de çok dikkat çekici bir protesto gösterisi olmuştu. İlk kıvılcımı Sorbonne Üniversitesi’nde yani Fransa’da atılan ve ardından Türkiye de dahil pek çok ülkeye yayılan 68 Olayları’nın başlamasına 1 sene vardı. Cezayir, 1830’da gerçekleşen Fransız işgaliyle başlayan direnişin üzerinden 132 sene geçtikten sonra nihayet bağımsızlığına kavuşalı da 5 sene olmuştu henüz. Ve o sıcak Haziran günü bir araya gelen yüzlerce Cezayirli öğrenci, ellerinde ne kadar Jean-Paul Sartre'ın kitabı varsa hepsini ateşe vereceklerdi. Üstelik gençlerin eylemine destek veren öyle biri vardı ki… Frantz Fanon’un dul karısı Josie Fanon da onlarla birlikteydi. Sartre’nin, Cezayir Devrimi’ne olan desteğini doğuda geniş kitlelere duyurması, çok büyük ölçüde Frantz Fanon ve Yeryüzü’nün Lanetlileri’ne yazdığı önsöz sayesinde olmuştu. Bayan Fanon, bununla da yetinmemiş ve kitabın yayıncısını arayarak Sartre’nin önsözünün kaldırılmasını istemişti. Arap aydınlar ise şaşkındılar. 1964 senesinde Nobel Ödülü’nü reddetmesinin de Arap dünyasındaki şöhreti üzerinde büyük bir etkisi olmuştu. Sömürgecilik ve batı karşıtı devrimlere olan desteği nedeniyle şimdiye kadar yere göğe koyamadıkları, yazılarını, kitaplarını tercüme ederek, fikirlerini aralarında sıkça tartıştıkları Sartre’dan tabir-i caizse büyük bir kazık yemişlerdi.
Sartre’ın maskesini düşüren olay 1967'deki Arap-İsrail Savaşı olmuştu. İsrail, Cezayir’deki o protesto gösterisinden birkaç hafta önce, yani 5 Haziran 1967’de ani bir saldırı ile Mısır hava kuvvetlerini etkisiz hale getirmiş, ardından Suriye ve Ürdün’e saldırmıştı. Sadece 6 gün süren savaş sonucunda, Mısır topraklarının %6’sını yani Sinâ Yarımadası’nı, Suriye topraklarının %1’ini ve büyük bir stratejik önemi olan Golan Tepeleri’ni, işgal etmekle kalmamış, Nekbe’den bu yana Mısır ve Ürdün’ün kontrolünde bulunan Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’yi de ele geçirmişti. Böylece kısa sürede topraklarını üç kattan fazla arttırarak, Filistin topraklarının %22’sine daha sahip oluyorlardı. Üstelik Müslümanlara ait pek çok kutsal mekâna ve Kudüs’ün doğusuna da sahiptiler artık. Yaşanan işgal sonucunda yaklaşık 300.000 Filistinli daha yerinden yurdundan olarak, komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmıştı.
Bu kadar büyük bir işgalin ardından Sartre’dan beklenen İsrail’e yönelik net bir kınamaydı. Fransa’da yaşamasına rağmen Fransa’nın Cezayir’i işgaline karşı rahatlıkla konuşabilen birinin, bu konuda da konuşmasını beklemişti Arap aydınlar. Ama Sartre’a bir haller olmuş, 3 yaşında çocuk gibi ne dediğini kimsenin anlamadığı birtakım laflar gevelemeye başlamıştı ağzında. Türk solunun PKK karşısındaki ikircikli tavrını hatırlatan bir tutumdu bu. Sartre için de sürekli ertelenen bir yüzleşmeydi aslında bu. Kendisiyle aynı dönemde yaşayan batılı düşünürlerin neredeyse tamamı gibi, gidecek yeri olmayan Yahudi efsanesine kapılarak İsrail’in kuruluşunu mutlulukla karşılamıştı.
Gerçekte hepsi de Siyonizm’in fikri rehinesi olmalarına rağmen sanki muazzam bir özgür akıl sahibi insanlarmış gibi dünyaya pazarlanan bu düşünürlerin başında gelen Sartre da Nekbe öncesinde ve sonrasında yaşanan yüzlerce katliamı sessiz kalarak geçiştirmişti düpedüz. Cezayir direnişi, Küba ve Vietnam devrimleri, Güney Afrika’daki apartheid rejimi ya da Amerika’daki ırkçılık hakkında net bir şekilde tavrını belli ediyorken, Filistin’de yaşananlar karnından konuşmaya devam ede ede gelmişti 67’ye kadar. 1959’da Küba Devrimi’nin olması, Cezayir’in de 1962’de bağımsızlığına kavuşması kötü olmuştu aslında bir bakıma. Filistin’i konuşmayı daha da kaçınılmaz hale getiren bir durumdu bu çünkü.
Sartre bu yüzleşmeyi ertelemek için tarafsız görünmeye çalışmaya devam edecekti. Savaştan önce mart ayında Simone de Beauvoir ile Kahire’ye giderek Cemal Abdülnasır ile görüşmüş, hatta Filistin’de yaşanan gelişmelere dair konuşmuşlardı. Sartre, öncesinde olduğu gibi yüzleşmeden kaçınan ikircikli tavrını sürdürüyordu. Eğer Filistinlilerin evlerinde yaşama hakkı varsa, Yahudiler de aynı hakka sahip olmalıdır… Adına tarafsızlık dediği söylemi buydu. Hem Filistinli mültecilerin yaşam hakkının iyileştirmesi gerektiğini söylüyor, hem de İsrail’in yaşam hakkını savunuyordu.
Sartre’ın ikircikli tavrından rahatsız olsalar da ondan umudu hâlâ tam olarak kesmeyen Arap aydınlar en büyük şoku, 67 Savaşı’ndan sonra Fransız Le Monde Gazetesi’nde İsrail’i destekleyen bir bildiri yayınlanması ile yaşayacaklardı. Zira Sartre da bu bildiriye imza atanlar arasındaydı. Ve bu da Cezayir üzerinden yükselen Sartre efsanesinin tamamen bitişi anlamına geliyordu. Kitaplarının yakılması ve Bayan Fanon’un tepkisi de Le Monde’de çıkan bu imzanın ardından yaşanacaktı zaten.
Yazarken içime bir fenalık geldi nedense. Zira yaşanan tartışmaların ve Arap dünyasındaki büyük prestij kaybının ardından uzunca bir zaman sessizliğe gömülen Sartre, bir süre sonra bir açıklama yaparak, Filistin’in özgürlüğüne karşı olmadığını ancak 67’de olduğu gibi savaşlara karşı olduğu için böyle bir imza attığını söyledi. Neler olup bittiğine dair yeterince bilgisi olmadığını öne sürerek, o dönem tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Yahudilere yönelik bir soykırım gerçekleşmesinden endişelendiğini anlattı. İyice çorba etti yani.
Edward Said’in anlattığı meşhur bir hadise var. 1979 senesinin ocak ayında New York’taki evinde çalışırken Paris’ten bir telgraf almış. Les Temps Modernes tarafından 13 ve 14 Mart tarihlerinde Paris’te düzenlenecek Ortadoğu’da Barış konulu bir seminere davetlisiniz. İmza; Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre. Edward Said, başta birilerinin kendisiyle dalga geçtiğini falan düşündüğünü anlatır. Telefon şakası gibi bir tür telgraf şakası falan yapıldığını düşünür kendisine. Ancak Les Temps Modernes, Sartre’nin dergisidir ve davet de tamamen gerçektir. Paris’e vardığında güvenlik nedeniyle toplantının yerinin değiştiğini ve görüşmenin Michel Foucault’nun evinde yapılacağını öğrenir. Şunları tartışacaklardı; Mısır ve İsrail arasındaki Camp David Barış Antlaşması, İsrail ile Arap dünyası arasındaki barış olasılıkları ve İsrail ile Arap dünyası arasında bir arada yaşamanın önündeki engeller.
Ancak Sartre Siyonizm taraftarlığında hâlâ ısrar etmektedir. Peki neden yapmaktadır bunu? Yahudi karşıtı olarak görünmekten korktuğu için mi? Holokost hakkında suçluluk duyduğu için mi? Yoksa İsrail, Filistinlilerle empati kurmasına izin vermediği için mi? Edward Said, bu sorunun cevabını asla bilemeyeceğini yazar. Tek bildiği, artık iyice yaşlanmış olan Sartre’ın tıpkı gençken olduğu gibi Araplar için acı bir hayal kırıklığından ibaret olduğudur.
Sartre okumaya devam edeceksek de bunları bilerek okumamızda fayda var. Filistin, öyle bir turnusol kâğıdı oldu ki. Entelektüel gevezeliklerle dolu bütün o sahte dünyaları gösterdi bizlere her şeyden önemlisi. Biz 20’li yaşlardayken bir moda vardı, hiçbir şey anlamasak da ısrarla okumaya çalışırdık böyle metinleri. Yok egzistansiyalizm yok bilmemneizm. Niye kendimizi paralamışız bilmem. Okunacaksa da ancak eleştirmek için okumak lazımmış oysa. Filistin bunu gösterdi hepimize.