Lilacs out of the dead land
Hayatımın hiçbir döneminde, daha doğrusu 25 yaşımdan sonra hiç bu kadar esnek ve kararlı hissetmedim kendimi. Esneklik dayanıklılıkla beraber. Haftanın 3-4 günü Tekirdağ'a gidip çalışıyorum. Akşam Üsküdar'a döndüğümde eğer o günkü ders iyi geçmişse, yani yaptığım hazırlığı öğrencilere aksettirebildiğimi hissettiysem kendimi onurlu hissediyorum. Turgut Uyar'ın Malatyalı Abdo İçin Bir Konuşma'da dediği gibi, "dürüst ve İslam kal"mışım gibi hissediyorum bir bakıma. Meşru hissediyorum ve sahip olduklarımı, daha olabileceklerimi hak ettiğime inanıyorum. Arkadaşlarıma, sevdiğime, çocuklarıma mesela. Üniversitedeki pozisyonuma. Yazar olarak, teorisyen ve kültür pratisyeni olarak sahip olduğum repütasyona.
İlk başta her gün Tekirdağ'a sürüklenmek veya hafta içi Tekirdağ'da haftasonu İstanbul'da yaşamak zorunda kalmak hem bedenen hem zihnen biraz zorluyordu. Yol beni çok geriyordu mesela. Her gün metrobüs yolunu bir uçtan öbür uca kat edip üstüne 1.5 saat minibüsle seyahat etmek özellikle kışın sabahın körü insanı sarsıyor. Geçen sene her gün gidip gelmiyordum üstelik. Şimdi de yorucu olabiliyor ama bunu bir ceza gibi değerlendirmiyorum. Bu durumu paylaştığım kişiler Tekirdağ'la ilgili övücü cümlelerimi bilirler. Oysa hiçbir suçu yok Tekirdağ'ın. Küçük, kıyıda, adeta unutulmuş bir şehir Tekirdağ. İstanbul'a bu kadar yakın olup İstanbulluluğa bu kadar uzak bir şehir olabileceğini Tekirdağ'ı görmeden tahayyül dahi edemezdim. Aranızda unutmak ve unutturmak isteyen biri varsa Tekirdağ'a yerleşsin.
İşte benim çok erken yaşta oluşan korkum. Unutulmak, unutmak zorunda kalmak. Gerçeğin tamamına ulaşma kararlılığına sahip bir insan için korkutucu bir durum. April is the crullest month yazısında özellikle altını çizdiğim gibi, ne sevilmemek koyar bana ne bağışlanmamak. Unutma, unutulma fikri; diğer deyişle varlığının tanınmaması, inkar edilme ise tek kelimeyle korkunç. Tekirdağ sanki kaderin beni bunun da yani unutulmanın da bir şifa tarafı olduğunu deneyimlemem için soktuğu bir çukur oldu. Bugün öyle yaşamıyorum. Tam aksine, sempatik geliyor üniversite, mahalle, nadiren gittiğim şehir merkezi. Meslektaşlarımın nezaketi, öğrencilerimin saygısı, genel olarak Tekirdağ halkının kimseye karışmayan, hatta kimseyle ilgilenmeyen yapısı, geçen iki yılın düşme korkusunun yerine geçti. Düşsem de tutunabilirim, unutulsam da ben kendimi unutmuyorum. Sevilmesem de beni belli kişi veya kişilerdir sevmeyen, onun dışında insanlık açık deniz.
O yazıda bahsettiğim "yalan"ların yalan olduğu belliydi ama itiraf edilmemişti, af da dilenmemişti. Her insanın hak ettiğine inandığım gerçek benden yıllarca gizlendi. Bazısı birkaç yıl, bazısı birkaç on yıl. Karşımda ne olduğunu anlamadığımda yanıyorum ben. Daima "lisan mizandır" mantığıyla hareket ettiğim, şüpheyle karışık da olsa söylenene hep inandığım için bu yangın bir türlü sönmedi. Geçmişte ödettiği bedellerin yanına bugünümü de zehirledi. Eski meseleleri ağırlıklarına göre sıralayıp arşivleyemediğim için ânı yaşamayı da başaramadım.
Ben 2023'te biriyle tanışmıştım. Onun için söyleyebileceğim birçok güzel şey var. Zamanla okursunuz, orası ayrı. Bu yazıyı ilgilendiren kısmıyla, ona karşı içtenlik, ilgi, istek dışında benden normalde beklenebilecek bir davranış sergilemeyi başaramadım. Eski meseleler bir türlü dosyalanıp rafa kaldırılamadığı için. Ne ise nedir gibi bir mantığım yok benim. Gerçeği bilmem ve duyguların tartısının eşit çıkması lazım. Bu senin gerçek yüzün, bu da benim yüzüm. Doğru ve yanlış, artı ve eksi, geçmiş ve bugün, sıfır ve sıfır. Bilançoyu ben böyle kapatıyorum. Kapatmış gibi yapıp içinde taşıyan biri değilim ben. Terazinin kefeleri denk durmalı. Durmalı ki zihnim yeniden bildiği gibi deveran etsin. Sorumluluk, suç, vicdan gibi edimsellik anlamında yararsız, insanı durduran, dahası aşağı çeken arkaik hisler canlanmasın.
Bunun için bir itiraf bir de özür gerekiyordu. Tekirdağ'daki çukurumda bunun gelmeyeceğini anladım, kabul ettim. Yeni tanıştım dediğim kişiyi görmek için bir keresinde Tekirdağ'dan Adana'ya gitmiştim. Bütün güzelliğiyle başı sonu kesilmiş bir seyahatti. İkiye bölünmüş gibi oldum. Bir tarafım Adana'daki o bir buçuk günün tatlı, güvenilir, gelecek vaat eden salınım hissiyle ritim tutarken diğer tarafım ruhen ve bedenen ağrılar, sızılar, yorgunluklar, daha fenası anlamsızlıklarla maluldü. Yaklaşan, yaklaştıkça kaçan yüzleşme ile yeni hayatım arasında bölündüm. Dolayısıyla da ihmalkar, irade koymayan, sürüncemede bırakan bir yapıya büründüm. Sırayı ben belirleyemediğim için. Hep maruz kaldığım için.
Sonra işte artık muharabe meydanından tamamen çekilmişken aynı anda iki gelişme birden gerçekleşti. Beklemediğim ve asla talep etmeyeceğim itiraf olanca çirkinliğiyle geldi. Üstüne samimi bir özür konarak tabii. Diğer taraftan da tanıştım dediğim kişi hayatımdan çekildi gitti. Acıyla rahatlamanın aynı anda gelmesi tek kelimeyle aptal gibi hissettirdi bana. Artık hiçbir surette ihtiyaç duymadığım itirafı ne yapacağımı bilemediğim için de çözüldüm ve ağlamaya başladım. Sonraki günlerin tansiyonu olmasaydı ve imkanım olsaydı birkaç haftayı çocukluğumun memleketinde kısa, hüzünlü, geçmişe dair her şeyi, her hesabı, her takıntıyı akıp götüren yürüyüşler yapmak isterdim. Bunun yerine trajikomiğe sığınıp Tekirdağ'a gidiş gelişlerimde ne kadar sessiz ağlayabilirsem ağladım. Asla başka bir insan için değil, asla geçmişe özlem gibi şeylerle ilgisi olmaksızın. Sadece vücudumun artık hafiflemesi gerekiyordu. Bana ömrümüz boyu yalan söylemişsin. Benim sana söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Ne yaşamını anlıyorum ne düşünceni. Asla karışmıyorum ve yargılamaktan da uzağım. Tanımıyorum, hiçbir zaman da tanımamışım. Gerek de yokmuş, mümkün de değilmiş. Hayatımda yabancı kaldığım veya sonradan yabancılaştığım herkes kadar yabancısın. İçimin demir kapısı çekildi sana, sürgüsü sürüldü.
Beraber geçen zamanla ilgili bir sorunum da yok bu arada. Yanlışı doğrusu, acısı sevinci ne ise o kadardır ve içinde iradem ölçüsünde ben de olduğuma göre eyvallah ve bye bye. O zamanın Hakan'ına. "Hakan abi"ye. Aile reisine. Diri ve ölü erkekliğe. Başa ve sona. Gerçeğe ve yalana.
Yeni hayatım gerçekten başlayacak mı bilmiyorum ama suçu vicdanı geçmişin kapanmamış bilançosunu tek küçük beceriksiz hamleyle geride bıraktığıma göre başlamasının önünde engel yok. Adana'ya bu sefer göstere göstere, fiziki yorgunluğa rağmen benzersiz bir tecrübeye dalmanın euphoria'sıyla, erkeklikle, daha çok adamlıkla, şakayla zekayla ama kesinkes sevgi ve saygı dolu, yeniden aşkla gittim. Sonucu göreceğiz, bilmiyorum. Korkuyor muyum, hem de titreye titreye. Cesaretim var mı, herkese yeter.
Palmiyelere baktım. Biraz daha yukarı bak dedi sonra. Balkonda bir anda tüm cüssesiyle belirdi. Cüssesi var onun. Zarafetli cüssesi. Farkında olmadan bir ayağının üstünde yükseldi. Daha doğrusu hafifçe zıpladı. Hiç farkında değil. Ve bu çok eğlenceli. Nefesim kesildi tabii her zamanki gibi. Ama içimdeki euphoria da coşkuya dönüştü. Cesaretim o kadar arttı ki kollarımı açtım. Sanki uzanıp palmiyelerin üstünden balkondan onu çekip alabilecekmişim gibi. O da kollarını açtı. Saf bu. Çocuklarımı saymazsak hayatıma girmiş en saf insan. Ayna saflığında ama. Beni görünce, daha doğrusu ben bin kilometreyi aşıp palmiyenin dibinde belirince bir ayağı üstünde zıplayacak kadar, kollarımı açınca gayri ihtiyari kollarını açacak kadar. Selamlaşırken, birbirimize yaklaşırken, sarılırken nefesim üst üste kesildi. Nefesin kesilince başın da dönüyor. Baş dönmesi bütün estetik duyguları harekete geçiriyor. Güzellikten geberiyorsun. Kafaya oksijen gitmiyor ve bir noktadan itibaren frontal lob çalışmamaya başlıyor.
Ben böyleyimdir. 24 sene ve bir hafta. Sadece bir hafta içinde geçen 24 senenin tüm yükünü indiriverdim. Attığım her adıma, aklımdan geçen her düşünceye, ateşe ve küle sahip çıkacağım artık. 2023'te o yazıyı, "Nisan en zalimiydi ayların. O da yemyeşil oldu," diye bitirmiştim. Üstüne de Allah'a teşekkür ettim. Bu sene yeni sene, bu gün yeni gün, bu insan yeni insan ve Allahım bana güç kudret nasip et ki üstüme düşeni yapabileyim. Şehvetim de şefkatim de kesintisiz ve gerçek olsun. Bizi insan kılıp dünyaya salan sensin. Gereğini yaşamak için yardım et. Bizi suçtan kötülükten arındır, yalanı korkaklığı çıkarcılığı götür gözümüzden. Kalbimden sildiğin gibi. Bana yani bir kalp verdiğin gibi. Elhamdülillah.