Nasıl vegan oldum yahut Cowspiracy
Bize çocukken hep ormanların “dünyamızın akciğerleri” olduğunu söylediler. Amazon ormanları yanınca biraz üzüldük, biraz da “Ne yapalım dünya bu,” dedik. Sonra plastik pipetleri ve market poşetlerini suçladık. Artık bez çanta taşır, pipet kullanmaz olduk. Her şeyin düzeleceğine dair içimizde kıl kadar bir umut taşıdık.
Oysa Cowspiracy’nin çarpıcı verileri, tarıma ayrılan suyun %80–90’ının sadece sulama ve yem bitkileri için kullanıldığını; hayvan yetiştiriciliğinin bu rakamın yarısından fazlasını tükettiğini ortaya koyuyor. Üstelik hayvancılık, 2013 FAO raporuna göre küresel insan kaynaklı sera gazı salımının %14,5’inden sorumlu. Kısacası petrol ve doğalgazı geride bırakan bir metan bombası. Bu gerçekler, bez çanta taşımak ya da pipet kullanmamak gibi simgesel eylemlerin iklim krizinin merkezindeki asıl aktör karşısında ne denli yetersiz kaldığını gözler önüne seriyor.
Hayvan endüstrisinin gezegen üzerindeki gerçek etkisini gözler önüne seren Cowspiracy: The Sustainability Secret sadece belgesel değil; aynı zamanda modern insanın “iyi biriymiş gibi yapma” refleksinin anatomisi. Yönetmen Kip Andersen’in sade ve doğrudan anlatımı, izleyiciyi yavaş yavaş içine çeken bir sorgulamaya davet ediyor: Gerçekten iklim değişikliğiyle mücadele etmek istiyor muyuz, yoksa sadece mücadele ediyormuş gibi mi yapıyoruz?
Cowspiracy’nin görsel anlatımı, sinematografik anlamda etkileyici bir düzeye sahip. Arka planda geniş, kurak toprak görüntüleri ve dev yem fabrikalarının metalik yapıları, izleyeni rahatsız edici bir huzursuzluğa sürüklüyor. Dramatik bir etki yaratmak amacıyla kullanılan piyano müzikleri ve anlatım tarzı, izleyiciyi seslerin ve görüntülerin ötesinde bir düşünceye sevk ediyor. Özellikle hayvansal üretimin çevre üzerindeki etkilerini vurgulayan sahneler, izleyiciye sessizliğin değil eylemin önemini hatırlatıyor.
Yönetmen Kip Andersen, WWF, Greenpeace gibi büyük çevre kuruluşlarının hayvancılık üzerine suskunluğunu sorguluyor. Bu suskunluk rastlantı veya sadece konfor alanını koruma içgüdüsü değil; aynı zamanda küresel et endüstrisine duyulan ekonomik bağlılığın bir sonucu, organize bir karartma. Çevre örgütleri, hayvansal üretimi doğrudan hedef almak yerine, iklim değişikliği üzerine yüzeysel çözümler üretiyorlar. Bu durum, büyük çevre örgütlerinin halkla kurdukları güven ilişkisinin çökmesine yol açıyor ve organizasyonların etkinliğini sorgulayan bir ikilem yaratıyor. Su tüketiminin %90’ına yakını tarımda kullanılıyor; bunun da büyük bir kısmı hayvancılıkla ilgili. Ama kimse bunu konuşmuyor. Çünkü konuşmak, gerçeklerle yüzleşmek, tabağımızdaki eti sorgulamak, alışkanlıklarımızı değiştirmek demek. Ve insan, hiçbir şeyi alışkanlıklarından daha çok sevmez.
Suzie Hicks’in The Climate Chick serisinde söylediği gibi: “İklim krizi hakkında konuşmanın bir bedeli var. Ama susmanın bedeli daha büyük.” İşte Cowspiracy tam da bu bedeli yüzümüze vuruyor. Küresel ısınmanın temel nedenlerinden biri olan hayvancılığın, karbon salınımı ve metan gazı üretiminde fosil yakıtları bile geride bıraktığını öğrendiğinizde, pipet bırakmanın ya da markette muz alırken file çanta kullanmanın ne kadar küçük ve naif bir çözüm olduğunu fark ediyorsunuz.
2024 kışı, Türkiye’deki iklim değişikliği etkilerini gözler önüne serdi. Üsküdar’da ağaç yapraklarının çatlaması, sabahları kaldırımların buzla kaplanması, Marmara ve Ege'de aniden bastıran donlar, “iklim garipleşti” dedirten olaylardı. Aynı yıl Konya ovasında çiftçiler, Nisan ayında kar yağışıyla karşı karşıya kaldılar. Türkiye’nin farklı bölgelerindeki bu tuhaf iklim olayları, Cowspiracy’nin ortaya koyduğu gerçeği bir kez daha teyit ediyor: küresel ısınma, sadece kutuplarda buzulların erimesiyle sınırlı kalmıyor, tüm dünyayı etkileyen bir felakete dönüşüyor. earth.orgun 2024 tarihli raporunda belirtildiği gibi, Orta Asya’daki sıcaklıkların normalden 10°C fazla seyretmesi artık “alışılmadık” değil, “yeni normal.” Pazartesi günü Üsküdar’da serin bir esinti varsa, salı günü kendinizi çölde hissedebiliyorsunuz. Bu âni değişimler, Cowspiracy’nin işaret ettiği asıl nedenle –hayvansal üretimin su ve sera gazı yüküyle– aynı eksene oturuyor. Ama biz hâlâ “Hava da bir garipleşti sanki,” cümlesiyle geçiştiriyoruz. Oysa bu geçiştirilen her cümle, geleceğin boğazına atılan yeni bir ilmik oluyor. Cowspiracy, bu geçiştirme kültürüne karşı bir itiraz metni gibi. Sakin, ama sarsıcı. Bize geleceği anlatmıyor; bugünün ne kadar geleceksiz olduğunu gösteriyor.
Belgesel, doğrudan Türkiye için bir çağrı yapmıyor olabilir, ancak ülkemizde de büyük bir dönüşümün kapılarını aralıyor. Et endüstrisinin çevreye olan maliyetlerini sorgulamak, artık sadece aktivistlerin değil, tüm toplumun gündemine girmeli. Türkiye’de çevrecilik genellikle plastik poşetler ve cam şişelerle sınırlı kalırken, et endüstrisinin yarattığı zarar hakkında derinlemesine bir tartışma başlatılmalıdır. Etin neden bu kadar yaygın tüketildiğini sorgulamak, kolektif bir sorumluluk haline gelmeli. “Çiftliğin gerçek maliyeti nedir?” sorusu, manşetlere taşınmalı; masa başındaki teoriler, sahadaki verilerle çarpıştırılmalı.
Belgesel boyunca Andersen’in masum gibi görünen sorularına verilen kaçamak yanıtlar, bana gündelik hayatta sürekli duyduğumuz bazı cümleleri hatırlattı:
“Ben kırmızı et yemiyorum ama tavuk iyidir.”
“Haftada bir vegan oluyorum.”
“Bitkisel beslenme güzel de ben dayanamam.”
Filmi izledikten sonra biraz sorguladım, iklim krizini gerçekten önlemek istiyorsam, neden et yemek bu kadar doğal ve zor bir alışkanlık haline gelmişti? Zaten uzun zamandır düşündüğüm bir meseleydi ve sonucunda nihayet vegan oldum! Kendi dönüşümüm, küçük ama etkili bir adımdı. İlk adım, et ve süt ikilisini mutfaktan uzaklaştırmak oldu. Kahveleri bitkisel sütlerle içmek gibi basit değişiklikler ve ardından nohut, mercimek, fındık gibi alternatifler soframı zenginleştirdi. Başlarda zorlandığım günler oldu ama bugün kendimi daha canlı, daha hafif hissediyorum. Bu süreç, sadece çevreye duyduğum sorumluluğun bir sonucu değildi, aynı zamanda kişisel bir vicdan dönüşümüydü. Etin besin değerine ve kültürel önemine dair yargılarımı sorgulamak, dünyada daha fazla insanın yavaşça dönüştüğünü görmek beni cesaretlendirdi.
Kendi çelişkilerimize sarılıp kendimizi alkışladığımız bir çağdayız. Cowspiracy ise bu alkışların ortasına elini kaldırıp durmamızı istiyor. “Bir şeyler yanlış gidiyor,” diyor. “Ve yanlış giden şey sadece doğa değil; insanın doğayla kurduğu o yapay, kibirli, sömürücü ilişki.”
Film, izleyicide suçluluk duygusundan çok bir tür farkındalık yaratmayı hedefliyor. Ama bu farkındalık, bazılarında inkârla, bazılarında öfkeyle, bazılarında da alışveriş listesinde değişiklikle sonuçlanıyor. Herkes aynı tepkide buluşmuyor. Zaten belki de mesele tepki değil. Mesele yüzleşme.
Belgeselin sonunda Andersen’in sorduğu temel bir soru zihnimde kaldı:
“Eğer gerçekten çevreyi korumak istiyorsak, neden hayvan yeme alışkanlığımızı değiştirmek bu kadar zor geliyor?”
Ve sanırım bu sorunun cevabı, market raflarında değil; vicdanımızda saklı. Çünkü Cowspiracy sadece gezegenin değil, insanın da içindeki boşluğu gösteriyor. Bu boşluk sadece çevreye değil, birbirimize ve hatta kendimize karşı kurduğumuz mesafede büyüyor.
İklim krizinden bahsederken genelde “gelecek kuşaklar” için bir şeyler yapmamız gerektiğini söylüyoruz. Ama Cowspiracy, bu krizin artık gelecekte değil, şimdide yaşandığını; çözümün de gelecek değil, bugünkü davranışlarımızda gizli olduğunu hatırlatıyor.
Cowspiracy, sadece çevre örgütlerinin değil, tüm insanlığın yüzleşmesi gereken bir soruyu gündeme getiriyor: "Gerçekten gezegenimizi korumak istiyorsak, neden en temel alışkanlıklarımızı sorgulamaktan kaçınıyoruz?" Türkiye’de yaşadığımız iklim değişikliği, dünya çapında bir uyanışı tetikleyebilir. Suskunluğu bozan ilk adım, tabağımızdaki eti sorgulamak olmalı. Eğer bu devasa çevresel tehdit karşısında daha fazla geç kalmak istemiyorsak, sesimizi yükseltmenin zamanı gelmiştir. Buskunluğu değil yüzleşmeyi seçtiğimizde; iklimin sessiz komplosunu bozacak asıl güç, bireysel ve kolektif yüreklerimizde saklı.
Bazen bir şeyleri değiştirmek için tüm dünyanın yanmaya başlamasını beklememize gerek yoktur.
Bazen sadece çatalı indirip, geriye bir adım atmak yeterlidir.