Nuri Pakdil'in yazısı
Roland Barthes’ın deyişiyle, “Dil, yazın’ın berisindedir. Üslup ise ötesinde: Yazarın gövdesinden ve geçmişinden doğan, yavaş yavaş sanatının özdevimleri haline gelen imgeler, bir söyleyiş tarzı, bir özsüzlük. Böylece üslup adı altında, ancak yazarın gizli ve kişisel mitologyasına girebilen, kendi kendine yeterli bir dil oluşur” (17).
Barthes’tan hareketle, Nuri Pakdil yazısı diye tanımlayabileceğimiz bir yazı(n) karakterinden söz etmek mümkün. Nuri Pakdil yazısının en önemli alamet-i farikası şüphesiz ki üslubudur. Daha ilk satırda farklı bir yazış ve söyleyişle karşıya olduğumuzu anlarız. Üslup, daha genel anlamda dil, onda edebi bir devinim içindedir. Tarzı, edası, duyarlığıyla estetik bir özgülleşme arzusu gösterir. Şüphesiz ki iletişimsel işlevi/mesajı hedeflediği için, kurduğu dil sanatsal eserlerin estetik kod ve değerleriyle değerlendirilemez. Ancak dili kullanma biçimi sahip olduğu estetik tutumu sebebiyle “Nuri Pakdil yazısı”nı, “yazı”dan “yazın” kategorisine doğru kaydırır. Pakdil, yazısını estetik bir disiplinle yoğurma ve özgülleştirme stratejisi üzerine kurar; yazıyı/içeriği yazınsal bir söyleyişle kurma konusunda ilkeli bir tutum izler. Neyi söylediği kadar en az nasıl söylediğiyle ilgilidir. Kelime seçimlerinden artistik edaya, yazıyı “yazmak”tan çok “yapma”nın derdindedir.
Bu yönüyle öne çıkan yazınsal saik, baskın şekilde Pakdil’in yazı birikimine damgasını vurmuştur. Dolayısıyla eserlerinde “yaratıcı düz yazı”nın seçkin ve özgün bir örneğini vermiştir. Diğer taraftan, gerek üslup ve anlatımdaki özgünlüğüyle gerekse ilk dönem eserlerindeki öztürkçeci tutumuyla görece “avangart” bir niteliğe sahiptir. Yerleşik algı ve yaklaşımları ters yüz eden bu nevi biçimsel hususiyetleri, yazısının ideolojik içeriği ve sertlikleri sebebiyle avangart niteliğini daha da perçinlemiştir. Fakat onu nispeten avangartlaştıran söz konusu özelliklerin, başka açılardan bakıldığında aslında zayıf noktalarını oluşturduğu veya gizlediği düşünülebilir. Dilin estetize edilmesi söylemin/içeriğin aleyhine işleyerek “yazı”nın biçime veya üsluba yenik düşmesiyle sonuçlanabilmektedir. Pakdil’in yazısında bu ihtimal güçlü bir şekilde vardır.
Pakdil’in yazısını söylemsel işlevleri ve nitelikleri açısından değerlendirebilmek için yazınsal nosyonların dışına çıkmaya ihtiyaç vardır. Her ne kadar dil düzeyindeki belirttiğimiz ilkeli tutumu dolayısıyla “edebi deneme” türü içinde yer alsa da “söylem” yazının daima merkezinde bir yere sahiptir. Buradaki yazınsal edim nihayetinde söylemi/içeriği organize etme ve biçimlendirme ereğiyle sınırlıdır. Avangart hususiyetine rağmen söylemin hizmetine koşulmuştur.
Nuri Pakdil yazısının alamet-i farikası olan özelliklerden bir diğeri yoğun ve güçlü bir ideolojik duyarlığa sahip oluşudur. Bağlanma bilincini oluşturma/geliştirme üzerine kurulmuş bir yazıdır dersek abartmış olmayız. Biat kavramı temelinde buna dini bir hüviyet kazandırılmış, burada yazar öztürkçeçi tutumundan ödün dahi vermiştir. (Bilahare öztürkçecilikten vazgeçecektir, işlevini kendi özelinde tamamlamıştır çünkü.) Ancak Pakdil’in yazısında ideoloji, eylem bilincinden ayrıştırılamayacak bir yükleme sahiptir daima. Buysa yazıya ruhunu veren bir dinamo görevi görür. O yüzden Nuri Pakdil yazısı anti-konformist devinimiyle yazı(n) dünyamız içinde çok özel bir yerde durmaktadır. Söylemin eyleme içkinleştirilmesi ve eylemsel şuurun uyandırılması en önemli nirengi noktasını oluşturur. Nuri Pakdil yazısı eylemle bütünleşmiş, adeta eylemin dili olmak üzere organize edilmiştir. Yazının aldığı bu biçim, yazarın ideolojik bilinciyle kaim olmakla beraber yine de onunla sınırlı değildir. Estetik tutum yazıya her zaman kendisini dayatır, eylemsel karakterini ve gücünü de bu sayede kazanır. Aksi takdirde anlamsızlaşma ve/veya etkisini yitirme ihtimaliyle karşı karşıyadır.
Nuri Pakdil yazısının irreel bir izlenim vermesi, tam da bahsettiğimiz anlamsızlaşma/etkisizleşme ihtimalinden ileri gelmektedir. Bilhassa eylemsel unsurları bakımından gerçeklikten kopuk, handiyse gösteri amaçlı kurgulanmış jestler ve semboller dünyası içinde kalır. Bu tarafıyla elbette yazınsal gerçekliğin alanı içinde durur. Ancak yazınsal eserden beklediğimiz ontolojik ve yaşantısal unsurlar burada gerektiği gibi ikmal edilmemiş olduğundan bu noktada ikna edici değildir. Tabii ki Pakdil’in eylemci duyarlığı, çoğunluk dünyanın, Türkiye’nin ve Müslüman coğrafyanın güncel durumuna odaklanmıştır; ideolojiyi geniş anlamıyla aktüalite içinde değerlendirmektedir. Bu da onun bir ayağının yani duyuş dünyasının somut gerçeklik üzerine oturduğunu gösterir. Fakat söylem ve eyleme ilişkin diğer ayağıyla somuttan soyuta, gerçekçilikten romantizme kaydığını görürüz. Devrimci romantizm Nuri Pakdil yazısını güdülemekte ve ona asıl karakterini vermektedir. “Yerli düşünce”, “vahiy uygarlığı”, “Ortadoğululuk” gibi ayırt edici laytmotifler devrimci romantizmin soyut dili içinde çokça dekoratif motifler olarak kalır. Handiyse devrimci, sloganik bir esrimenin payandaları haline gelir. Zira yazı “eylemi”nin gerçeklikle bağlarını temin edecek düşünsel oylumdan yoksun olma hali, Nuri Pakdil yazısının en temel sorunudur. Bu boşluğu salt duyarlıkla ve/veya retorikle doldurmaya çalışmanın “yazı” planında bir faturası vardır.
“Yazın” planında ise yukarıda değindiğimiz söylemsel karakteri sebebiyle en azından tartışmalı bir yerde durmaktadır. Pakdil’in yazısında dil, ideolojik ve aksiyoner bilincin bir “nesnesi” haline getirildiği için yazınsal düzlemden de uzaklaşabilmektedir. Devrimci romantizm bu bağlamda dili retorik bir düzeye doğru çekerek “yarı-plastik” bir hale getirir. Pakdil yazısının en tuhaf paradoksudur bu: Eylem bilinciyle donatılmış olup sonunda estetleşme emareleri göstermek hiç de arzu edilecek bir şey olamasa gerektir. Ancak Pakdil, yazısını daha en başından buraya bile isteye kanalize etmiş, bundan sanırım memnun bile olmuştur. Dilin “yapıntı” özelliğini ihsas etmeye bilakis önem vermiştir. Bu yönüyle, ağdalı dilini ve muhakemeci özelliğini ayrı tutarak söylersek, Necip Fazıl’ın yazısıyla uzaktan bile olsa bir akrabalığı vardır. Muhtemelen yazısının özgün, çarpıcı dokusu ve uyandırdığı etki dolayısıyla özeleştiri yapma ihtiyacını duymadığı gibi güçlü bir eleştiriyle de karşılaşma imkanı olmamıştır.
Enis Batur’un Milliyet’te çıkan 1994 tarihli bir yazısı, Pakdil’in edebiyat dünyasındaki aksi ve yeri hakkında önemli bir fikir veriyor sanırım: “Kurcalayıcı bakışı, soyadına uygun dili, ince ince yontulmuş üslubu, dünyayı göğüsleyişindeki acılı ama umutlu yoğunluğuyla özel bir yazar” (Batur 1995, 489).
Pakdil’in eylemsel tutumu ideolojik bilincin olduğu kadar aydın sorumluluğunun bir sonucudur. Bakıldığında somut gerçekliğe ilgisi ve müdahale etme çabasının çok başat olduğu düşünülebilir. Nitekim bu duyarlığı hep taşır ve hissettirmeye çalışır. Yazısını teorik sorunlarla derinlemesine meşgul etmez. Öz ve yalındır. Fakat derinlikten de yoksundur. Bundan mütevellit, kurduğu dilin sözünü ettiğimiz estet kaygılar dolayımında soyutun tuzağına düşmesi onun adına bir talihsizliktir. Belki de bu, kişiliğiyle zihin dünyası arasındaki korelasyonun ve/veya koşutluğun doğal tezahürüdür. Yazısı adeta kişiliğinin, hatta belki zihinsel teşekkülünün bir izdüşümü olmuştur: Mesafeli duruş, estetik-düşünsel soyutlama ve artistik eda, nihayet kişilik dediğimiz bütünün birbirini tamamlayan parçalarıdır. İmaj burada sonuç değil ereksel bir yere sahiptir. Oysa zihinsel arka planda daha derin, devingen ve sofistike bir dünyanın emareleri vardır:
“‘Devrimler’ deyip duruyoruz. Nedir bunlar? Çağın yoğun içeriklerine beni yaklaştırmıyorsa, bunlar önünde benim soğukkanlı olarak düşünmemi engelliyorsa, önce benim özgürce davranmamı engelleyen bu koşullarla, bu devrim denilen koşullarla hesaplaşmalı, bu koşulların artık çağın isteklerini karşılayıp karşılamadığı üzerine düşünmeli değil miyim? Böyle düşünmüyorsam çağdaş bir yazar olabilmem olası mıdır?” (Pakdil 1981, 67-68).
Tabii ki Nuri Pakdil yazısının tümüyle yeknesak bir biçime/edime sahip olduğunu iddia ediyor değiliz. Değerlendirmelerimizi yazı birikiminin genel ortalamasını dikkate alarak yapıyoruz. Nitekim Bir Yazarın Notları I-II-III-IV, bahsettiğimiz soyutluk tuzağına düşmeme konusunda görece başarılı kitaplardır. İçerdiği güncel unsurlara rağmen “yazınsal” kimliğini daha net ve ikna edici bir düzeye taşımıştır. İdeolojik söylemi absorbe etmede dilsel yetkinliğini daha fazla gösterebilmektedir. Biraz da içerikteki farkların etkisiyle söylemsel unsurlar nispeten daha ontolojik, yazınsal bir kıvama getirilmiş, öznellik yazıya daha fazla dahil edilmiştir. Hatta metinlerarasılığın bu kitaplarda Pakdilce bir zarafet kazandığını söylemek abartı olmayacaktır.
Her yazarın yaratıcılığı da vizyon ve ideolojisi de esasen kişiliğinin parçalarıdır, daha doğru söylemek gerekirse bizatihi kişiliğiyle mayalanır. Yazı ve yazın nosyonlarına tümüyle angaje olmama hakkı da şüphesiz ki vardır. Yazarı özgürleştirmeyen bir yazı(n) edimine her zaman kuşkuyla bakılabilir. Özgürleştirmiyorsa sahiciliğinden bahsedemeyeceğimizi biliriz. O yüzden, yazıyı tümüyle türün mevcut ölçütleri içinde değerlendirmeye çalışmak esasen eleştirel/yazı(n)sal bir oligarşinin ifadesidir. En azından akademik dogmatizm olacaktır. Hatta buna “yazı(n)sal oryantalizm” deyip diyemeyeceğimizi bile tartışabiliriz.
Nuri Pakdil’in yazısı, kendi içsel saikleri, bütünlüğü ve verimleri çerçevesinde hiç şüphesiz saygıdeğer bir yere sahip. Etkisine rağmen taklidinin yapıl(a)mamış olması, dahası taklitlerini kolayca ele verecek bir biricikliğe sahip olması ayrıca kayda değer olmalı. Pakdil, son kertede kişiliği ve meramıyla somutlaşan bir yazı eylemini gerçekleştirmeyi, dolayısıyla özgün bir birikime imza atmayı başarmıştır. Sahip olduğu dava adamı kimliğini yazı(n) ideolojisine ve oryantalizmine teslim etmeme konusunda gizil bir ihtiyata sahip olup olmadığı konusundaki belirsizlik ise edebiyat dünyamızdaki malum vasatın bir göstergesi diye kabul edilebilir. Böyle bir soru ve sorgulamayla karşılaşılmamış olması bile doğrusu çok manidardır. Buysa en nihayetinde Nuri Pakdil’in düşüncelerine değil ama “yazısı”na sahip çıkma, onu dönüştürerek sürdürme konusundaki edebi ve eleştirel yetersizliği ve/veya kayıtsızlığı açıklayıcı bir sorun olarak kaydedilebilir. Nuri Pakdil yazısı, belki de yazı(n)sal takipçilerini gerçek anlamda oluşturamadan şimdiden sanki nostaljik bir yere konulmuştur.
KAYNAKLAR
Barthes, R. (1987). Yazı nedir? (E. Batur, Çev.). Hil.
Batur, E. (1995). Saatsız maarif takvimi. Ark.
Pakdil, N. (1981). Biat-III. Edebiyat.