Özdemir İnce, Müslümanları ne sanıyor?


2010 senesinde İstanbul’da ünlü bir yönetmenden senaryo dersi almaya gitmiştik bir arkadaşla. Oraya da neden gittik hiç bilmiyorum. Birisi tavsiye etmişti ısrar kıyamet. Her neyse, iki ders sonra tahammül edemeyip bıraktık zaten. İkinci ders Ramazan ayına denk gelmişti. Oruç tuttuğumuzu anlayınca ünlü yönetmenin önce yüzü düşmüş, ardından da ukala bir şekilde, “Yalnız arkadaşlar, senaryo yazmak tamamen özgür bir akıl ve ruh gerektirir, dinî hassasiyetlerden sıyrılmanız gerekir,” diye bir konuşmaya başlamış, sinema ya da yazarlık ile uğraşacak insanların sınırlarının olmaması gerektiğini söylemiş ve özetle bizden bir halt olmayacağını ima etmişti. İnsan sevildiğinden bir türlü emin olamıyor nedense ama sevilmediğini hemen hissedebiliyor. Ben zaten en başta hissetmiştim bizi sevmediğini. 

Bütün bu konuşma Fatih’in orta yerinde oluyordu üstelik, 200 metre ötede Fatih Camii var. Düşünün adamdaki rahatlığı. Daha devam edilir mi o derse? Afedersiniz de hepten yüzsüzlüğü ele almış olmamız gerekirdi herhalde. Hem onca laf işiteceğiz hem de üstüne para vereceğiz. Parayla kendimize sövdüreceğiz yani.

Birkaç sene önce Filistin edebiyatından dilimize tercüme edilen bir romanla ilgili yazı yazmıştım Yeni Şafak Kitap’a. Benden sonra birkaç kişi daha görüş yazdı. Yasemin Çongar yazdı mesela. Ukalalık olmasın ama benim yazım dikkate değer yazıların başında geliyordu çünkü Filistin edebiyatını ve bu romanın hangi kategoride olduğunu ve neye karşılık geldiğini biliyordum biraz. Direniş edebiyatı, gelişim süreci içerisinde bütünsel değerlendirilmesi gereken bir edebiyat türüdür bana göre. Ancak romanı yayınlayan Can Yayınları, bu kitap hakkında yazılan tüm görüşleri sayfasına taşımasına rağmen benim yazımı görmedi. Çünkü Yeni Şafak için yazmıştım. 

Geçen sene de, Cumhuriyet gazetesi yazarı Özdemir İnce, Yeni Şafak’ın Düşünce Günlüğü sayfasında Suriyeli şair Adonis’le ilgili yazdığım eleştirel yazıya cevap vermiş, “Adonis kim, siz kim?” diye aklı sıra küçümsemeye çalışmıştı bizi. Adonis’le yan yana bile gelemeyecek bir kapasitede olduğumuzuu ima ediyor ve “Siz kimsiniz ki?” diye soruyordu. Siz kimsiniz? Ne diyordu Attilâ İlhan: “Kubbelerde uğuldar Bâkî… Çeşmelerden akar Sinan…” Biz o kubbelerin, çeşmelerin evlatları olmak isteyenlerdik işte. Kim bizi böyle çocuk gibi hesaba çekecek hakkı bulabilirdi kendinde? Kim bizim karşımızda “Ben size istediğimi söyleyeceğim, siz de bana eyvallah diyeceksiniz,” havalarında olabilirdi? Kim bizim aklımızla böyle alay edebilirdi? Biz bilmiyor muyduk, Özdemir İnce’nin Adonis’i neden böyle cansiperane savunduğunu…

Sık sık İngiltere’ye giden Filistinli bir şair arkadaşım, orada bir toplantıda Elif Şafak’la  karşılaştığını anlattıktan sonra gülerek şöyle söylemişti: “Türk olduğunu söylemiyor, kendini İngiliz olarak takdim ediyor. Türk edebiyatı kurtuldu, gerisini İngilizler düşünsün artık.” Kurtulabilir miymiyiz sahiden Elif Şafak gibilerinden? Biz onu bıraksak da, o bırakır mıydı bizi düşünmeyi? Nasreddin Hoca’nın hırsız hikayesi gibi. Al getir gelmiyor, bırak gitsin gitmiyor.

Onlar bizden bütün hayatlarımızı kendi duyguları etrafında geçirmemizi beklerken, hâlâ bizim gözümüzde bile nasıl bu kadar masum kalabildiklerine şaşırıyorum asıl. Farklı kesimlerden yazarları okuyan çok sayıda Müslüman gördüm ama onların Müslüman yazarların kitaplarına önem verdiğini neredeyse hiç görmedim. Dikkate değer olmamız için “diğer Müslümanlar” gibi olmadığımızı ispat etmemiz lazım her zaman. Bizimkiler de aksi gibi çoğunlukla borçlu hissediyorlar kendilerini. Martin Eden’in bir zamanlar sevdiği Ruth’a söylediği eşsiz bir söz vardı: “Sen kabul görenlerin türbesine tapıyorsun.” Müslümanım ama şöyle değilim, Müslümanım ama böyle değilim. Müslümanlar yazarları sürekli kendilerini savunmak zorunda bırakan bu hali hiç sevmiyorum. O türbenin önünde birikenleri gördükçe kızıyorum da çok.   

Sorsak, bize sabaha kadar feodalizmin kötü taraflarını anlatacak insanlar tarafından adeta maraba muamelesi görüyoruz. Maraba biraz yükselerek “Ağam ne oldu?” dediği zaman ise hınç başlıyor. İnce Memed’i hepsi okumuştur. Yaşar Kemal’in feodalizm eleştirilerini madalya gibi taşırlar göğüslerinde. Keşke Yaşar Kemal hayatta olsaydı da sorsaydık: Bu hikayede kim Abdi Ağa, kim İnce Memed şimdi?  

Bazen kolumuzu bacağımızı zorla içine sokmaya çalıştıkları bu kılığın ne zaman terziden çıktığı üzerine düşünüyorum. Bu aslında tamamen ayrı bir tartışma ve yazı konusu. Ama kavga ve yüzleşme kaçınılmaz oldu artık.

Etiketler
Özdemir İnce Adonis Peren Birsaygılı Mut