Seyşel adalarında Filistinli sürgünler
Arap Yüksek Komitesi sekreteri Fuâd Sâbâ, 1937 senesinin Ekim ayında eşine gönderdiği telgrafta şöyle söylüyordu:
11 Ekim günü Seyşeller’e geldik, sağlığımız iyi. Hilmi Paşa, Hüseyin el-Hâlidî, Raşîd el-Hâcc İbrahim ve Yakûb el-Ğusayn’ın ailelerine de bildir lütfen. Herkese selam, Fuâd.
Telgraf, henüz 3 sene önce Yafa’da kurulan ve yazarları arasında Şair Ebû Selmâ (Abdulkerîm el-Kermî), Şair İbrahim Tûkân, Ahmed Sâmî es-Serrâc ve Hayreddîn ez-Ziriklî gibi önemli isimlerin olduğu ed-Difâ gazetesinde yayınlanmıştı. Filistin ulusal hareketinin sözcüsü olan gazete, manşetten vermişti bu telgrafı okurlarına.
Hacı Emin el-Hüseyni’nin başkanlığını yaptığı Arap Yüksek Komitesi, Seyşel adalarından gelen bu telgraftan yaklaşık 1,5 sene önce, 25 Nisan 1936 günü Büyük Filistin İsyanı’nı başlatan genel grevi ilan etmiş, ardından öncelikle Hayfa ve Yafa limanlarındaki işçilerin iş bırakması ise grev resmen başlamıştı. Grev sadece iş bırakma ya da yüksek vergileri protesto etme ile sınırlı değildi, tüm yabancı malların boykotu da bunlar arasındaydı, ki bu Filistin tarihinde ilk kez görülen bir şeydi. Grev, bir anda bütün Filistin şehirlerine yayılmakla kalmamıştı, Şam, Kahire, Beyrut gibi diğer büyük Arap şehirlerinde de dayanışma kampanyaları düzenleniyordu.
Filistin halkı tüm gücüyle ayağa kalkmaya çabalıyor, her adımda yeni bir zorlukla karşılaşıyor ancak pes etmiyordu. İngiliz askerleri ve Siyonist çeteler de iyice pervasızlaşmışlardı. İçine düştükleri çaresizlikle ne yapacaklarını bilmez halde kan dökmeye devam ediyorlardı.
Her gün farklı bir şehirden yeni çatışma ve grev haberleri duyulur olmuştu. Şeyh İzzeddin el-Kassam şehit edilmişti ancak komutanlarının ölümü üzerine dağıldığı düşünülen mücahitleri kısa süre içerisinde yeniden toparlanarak, büyük isyana dâhil olmuşlardı. Filistin çok önemli tarihsel bir dönemecin eşiğindeydi artık.
İngiliz Kraliyet Komisyonu, isyanı sona erdirmek için 1937 senesinin temmuz ayında bir belge yayınlamıştı. Ve bu belgeyle, Filistin’i üç bölgeye ayıran bir nihai çözüm sunuyorlardı. İngiliz manda bölgesi, Yahudi devleti ve Arap devleti. İngiliz Hükümeti, Kraliyet Komisyonu’nun bu önerisini hemen kabul edecekti. Uygulama konusunda da zaman kaybetmeye niyetleri olmadığını söylüyorlardı üstelik.
Filistin’deki isyanın devam ettiği esnada, Avrupa üzerinde de yaklaşan 2.Dünya Savaşı’nın bulutları dolaşmaya başlamıştı çünkü. İngilizler artık burada yeterince uğraştıklarını düşünüyorlar ve bıkkın bir halde çareler arıyorlardı. Öncesinde, yani isyanın ilk zamanlarında, Filistin’de olup bitenleri araştırmak üzere bir Kraliyet Komisyonu kurmuşlar ve komisyon hazırladığı raporda her şeyin sorumlusu olarak Arapların ulusal bağımsızlık arzusunu göstermişti. Ayrıca rapora göre Araplar, Yahudilerin hakkı olan vatanın elde etmeleri düşüncesine büyük bir nefretle yaklaşıyorlardı. Ancak Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında taksim edilmesi dışında bir çözüm yoktu. O nedenle, ivedilikle taksim planı üzerine müzakerelere başlamak istemişerdi. 3 Ağustos 1937’de İsviçre’nin başkenti Zürih’te yirmincisi düzenlenen Dünya Siyonist Kongresi’nde zaman kaybetmeden İngilizlerle masaya oturmak için harekete geçmişti bile. Ancak bu kongreden 1 ay sonra Suriye’de düzenlenen Pan-Arap Kongresi, taksim planını sert bir biçimde reddetmiş ve isyanın sürmesi Siyonistlerin planının çöpe gitmesine neden olmuştu.
Zira Filistin Arap Yüksek Komitesi’nin bunu kabul etmesi mümkün değildi. Derhal bir araya gelerek, büyük bir kararlılıkla bölünmeye karşı olduklarını ilan etmişlerdi. Öte yandan, diğer Arap kralları ve devletleri ile görüşerek destek çağrısı yapmışlardı. Delegasyonlar göndererek, Filistin halkının bölünmeye olan tepkisini anlatmaya çalışıyorlardı. İngiliz hükümeti elbette öfkeyle izliyordu bu çabaları. Ancak soğukkanlılıkları sürdürüyorlar ve bölünmeye ikna etmek için Arap liderlere baskı yapmaya devam ediyorlardı.
Filistin’deki isyan şiddetlenmeye başlıyordu. Manda yetkilileri, ilk önlem olarak derhal olağanüstü hal ilan edeceklerdi. Ardından İslami vakıflara el koymuşlardı. Ancak bununla da yetinmeyi düşünmüyorlardı. İsyanda adı geçen bütün önemli liderler hakkında sürgün yasası çıkarmışlardı. Üstelik geri dönüşlerini tamamen yasaklayan bir yasaydı bu. Sürgüne gönderilecekleri yer ise, Filistin’e 5000 km uzaklıkta bulunan Seyşel Adaları’ydı. Fransızlar ve İngilizler arasında, burası hakkında süren uzunca bir mücadelenin ardından kazanan taraf İngiltere olmuştu. Ve bu güzel ada, 100 seneyi aşkın süredir İngiliz manda yönetimi altındaydı.
Sürgüne gönderilecekler arasında Kudüs Belediye Başkanı Hüseyin el-Halidi (Filistinli entelektüel ve tarihçi Raşid el-Halidi’nin amcası), Filistin Gençlik Konferansı Komitesi başkanı Yakûb el-Ğusayn, Arap Yüksek Komitesi sekreteri Fuâd Sâbâ, Yüksek İslam Konseyi Genel Sekreteri Cemâl el-Hüseynî, Arap Bankası müdürleri Ahmed Hilmi Paşa, Raşîd el-Hâcc İbrahim gibi isimler vardı. Hacı Emin el Hüseyni ve Muhammed İzzet Derveze ise son anda Beyrut’a kaçarak, Seyşel Adası’na gönderilmekten kurtulmuşlardı.
İngilizlerin, isyanı Filistin’in en güçlü liderlerini sürgün ederek bastırmaya çalıştığı çok açıktı. Sadece siyasi değil, Ahmed Hilmi Paşa gibi ekonomik güce sahip kimseleri de sürgün ederek, isyanın mali kaynaklarını baltalamaya çalışıyorlardı. Bu durum, Filistin’de büyük bir infiale sebep olmuştu. Hepsi de çok sevilen kimselerdi. Ve Filistin gazetelerinde her gün yeni bir hikâye çıkıyordu haklarında.
Gazeteler, sürgüne gidenlerin iki ayrı evde yaşadıklarını da yazmıştı. Nasıl kesildiği bilmedikleri için et yemiyor, sadece balıkla besleniyorlardı. Ayrıca 4-5 polis memuru daima evlerinin önünde nöbet tutuyor, yürüyüşe çıktıklarında da kimseyle konuşmaları için onları bir an olsun yalnız bırakmıyordu. En kötüsü de Arapça kitaplardan mahrum kalmışlardı. Adadaki durumlarının sürekli gazetelere yansıması, serbest bırakılmaları yönünde büyük bir baskı oluşturmaya başlamıştı.
Bu arada sürgün liderlerin eşlerinin içinde olduğu Arap Kadınlar Komitesi, isyanın başladığı ilk günden bu yana bütün gücüyle Filistin halkının yanında mücadeleye katılmıştı Birliğin kurulduğu 1930’ların başından bu zamana değin kültür, eğitim, sağlık gibi alanlarda çalışmışlar, art arda yaşanan siyasi olaylara tepki olarak sayısız bildiri yayınlamışlar ve düzenlenen gösterilere katılmışlardı. Şimdi de genel grevi ve isyanı başarıyla ulaştırmak için çalışacaklardı. Kapı kapı dolaşarak, kadınları isyanın yararına para ve mücevher bağışlamaya teşvik ediyor, Yahudi mallarını boykot çağrısı yapıyordu. Ayrıca kadınlar evlerinden çıkmalı, düzenlenen gösterilerde eşleri, erkek kardeşleri ve oğullarının yanında yer almalıydılar. Abdülkadir el Hüseyni ya da Abdülrahim Mahmud gibi isyanın büyük kumandanları, topladıkları gönüllü birliklerle İngilizlere ve Siyonist çetelere kan kustururken, onlar da ellerinden ne geliyorsa yapmalıydılar. Filistinli kadının gücü herkes görmeliydi. Ve en büyük hedeflerinden birisi de Seyşel’deki sürgünlerin Filistin’e dönüşü olmalıydı.
İngilizler 2. Dünya Savaşı kapıya dayandığı için 1939 yılında isyanı sona erdirmek için bir hal çaresi bulmak için tekrar girişimde bulundular. Filistin’deki çatışmaları yatıştırarak, Avrupa’nın orta yerinde başlayan savaşla uğraşmaları lazımdı artık. Derhal bir çağrı yaparak Londra Konferansı’nı topladılar, ardından yayınladıkları ve isyanı sonlandıracak McDonald Beyaz Bildirisi ile Yahudi göçüne kısıtlamalar getirdiler. İngiltere’nin bu İngiliz Sömürge Bakanı Malcolm MacDonald tarafından hazırlanan bu belge, MacDonald Beyaz Kitabı olarak da biliniyordu. Buna göre, on yıllık bir geçiş süreci sonrasında Arap devletinin kurulması öngörülüyordu ve senelik Yahudi göçü 15.000 ile kısıtlanıyordu. Ayrıca bu belge Filistin topraklarını A, B, C olarak üçe bölüyordu. A bölgesini Araplara ayırarak burada Yahudilerin toprak almasını kesinlikle yasaklamıştı. B bölgesinde ise, Araplara toprak satışının serbest olmasına karşılık Yahudilere toprak satışının bazı şartlara bağlanmasını, C bölgesinde de Filistin topraklarının %5’ini oluşturan toprakların Yahudilere satışının serbest olmasını öngörmekteydi. Filistinli Araplar ve Siyonistler toprak satışı ve göçler konusundaki anlaşmazlıklar dolayısıyla bu rapora tepki gösterdiler ve iki tarafta kendilerini tatmin etmeyen bu raporu reddettiler.
Ancak İngilizler, Müslümanları daha fazla karşılarına almak istemiyorlardı. Bunun tek yolu da sürgün liderleri serbest bırakmaktı. Böylece Filistin ulusal hareketinin sürgün liderleri, yaklaşık 2 senedir ayrı oldukları vatanlarına geri döneceklerdi. Ancak hepsi de yaklaşmakta olan Nekbe öncesi tekrar büyük bir kavganın ortasına atılacaklardı. Bundan 86 sene önce, 5000 km uzaklıkta bir adaya sürgün olarak gönderilen Filistinli liderler, son nefeslerine kadar mücadele etmeyi sürdürmüşlerdi. Ve her birinin hikayesinin de ayrı ayrı bilinmesi öylesine önemli ki aslında.