Şüpheler içinde Batı düşüncesinin başlangıcını tartışıyoruz!
Büyük çoğunluğu fragmanlar adıyla bize aktarılan presokratik felsefenin metinleri ne kadar güvenilirdir? Başta Thales, Anaksimenes, Anaxigoras, Anaksimendros, Heraklit, Parmenides ve Demokritos olmak üzere Sokrates’ten önce Akdeniz’in çeşitli muhitlerinde gelişen felsefi düşüncenin “ilk” temsilcilerinden aktarılan bu metinler bize hangi yolla ve nasıl ulaşmaktadır?
Hegel ve romantik ortakları ltd. şti.
Bu sorulara cevap olarak presokratikleri araştırma ve metinleri ana dilinde yorumlama görevini ilk üstlenenlerin romantikler olduğunu hatırlatıyor Hans-Georg Gadamer Felsefenin Başlangıcı adıyla Türkçeleştirilen Napoli Dersleri’nde. 18. yüzyıl Avrupa üniversitelerinde Platon’u ya da başka bir felsefe metnini ana dilinde incelemenin geçerli bir kural olmadığını, genellikle bu filozoflar hakkında yazılan el kitaplarının kullanıldığı bilgisini de buna ekliyor. Presokratikleri felsefi araştırmaya dahil eden ilk Alman düşünürlerin Hegel ve Schleiermacher olduğu bilgisini veriyor Gadamer. Presokratik felsefenin Hegel’in düşüncesi için önemli olduğunu belirten ve onun Mantık Bilimi ve Tinin Fenomenolojisi adlı eserlerinde presokratiklerle ilgili birçok hususun yer aldığını ifade eden Gadamer, “Bana kalırsa Hegel diyalektik düşünme yönteminin mimarisini inşa ederken, felsefenin bu ilk patikalarının, kendisine rehberlik etmesine izin veriyor,” demekten de çekinmiyor. Hatta Gadamer’e göre 19. yüzyılda Hegel ile birlikte felsefe, presokratiklerle hiç bitmeyen bir diyaloga yeniden başlar. Schleiermacher ve romantiklerin presokratik felsefenin tarihyazımına katkılarını da hatırlatan Gadamer son kertede fragmanlar şeklinde aktarılan presokratik metinlerin “yorumlamak” için güvenilmez olduğunun altını çiziyor.
Sebebi gayet açık bunun: Alıntılama tekniği ile her şey, esas metnin söylediğinin tersi bile kanıtlanabilir. Presokratik fragmanları içeren koleksiyonların bu fragmanları Platon ve Aristoteles, Peripatetikler, Stoacılar, Septikler, Kilise Babaları gibi birbirinden çok farklı kişi ve grupların yine çok farklı amaçlar için yaptıkları alıntılardan derlediklerini hatırlarsak, niçin Gadamer’in presokratik düşünceyi Platon ve Aristoteles’in tam metinlerinin bağlamından yola çıkarak tutarlı bir şekilde yorumlamaya çalıştığını da anlayabiliriz. Gadamer presokratik felsefeyi, bir anlamda Batı düşüncesinin başlangıcını değerlendirmek ve yorumlamak için presokratik fragmanları değil, Platon ve Aristoteles’in metinlerini sağlam zemin olarak belirliyor. Bunu yapmasının temel sebebi bu fragmanların güvenilir ve yorumlamaya elverişli bir metin ve yapı içermemeleri.
“Mitostan logosa” mitosu
Presokratiklerin tüm tarihini içerip açıklamayı hedefleyen “mitostan logosa” sloganının ya da ona eklenebilecek Weberci “dünyanın büyüsünden arındırılması,” Heideggerci “varlığın unutulması” vb. deyişlerin başlangıcı “metafizik” olan Batı düşüncesinin iki bin yıllık olgunlaşmadan sonra bilimsel rasyonaliteye yapılan atıfla birlikte “metafiziğin sonu”na erişmesi şeklinde anlatılan hikayenin bir unsuru olduğuna dikkat çeken Gadamer, bu “başlangıç” (arkhe/ilke/köken) mefhumunu da tartışır elbette. Bu tartışma neticesinde Gadamer’in ulaştığı sonucu aktarmak hakşinaslık olacaktır:
“Başkalarıyla karşılaştığımızda, diğerlerinin de bizimle konuşması kaçınılmazdır. Batı düşüncesinin başlangıcını yorumlama riskli girişimi bile her zaman bir iki konuşan arasındaki bir söyleşi olmalıdır.”
19. yüzyıl felsefe tarihçiliğinin “mitos”u Homeros diniyle ilgi bakımından kavradığına dikkat çeken Gadamer, Aristoteles’in Homeros ve Hesiodos’tan tanrısal olanı düşünen ilk kişiler olarak bahsettiğine işaret ederek Aristoteles’in dinden değil, kozmolojik düzene ilişkin fikirlerden söz ettiğini vurgular. “Mitostan logosa” şemasını da şüpheli kılan budur. Gadamer’e kalırsa her iki durumda da mitostan çok logosla ilgilenildiği gösterilebilir. Bize sunulan, “Aristoteles’ten sonra Yunan felsefesinin karşı durduğu dinsel arkaplan,” yani “mitostan logosa” şemasını bu şekilde şüpheli bulan Gadamer, Heidegger’in “Batı düşüncesinin en büyük dramının, presokratiklerde olmayan metafiziğin uçurumuna düşüş” olduğu iddiasına işaret ediyor ve “Heidegger birçok yeni şeyi bir açıdan görmüştü, bu da bize yeni düşünme olanaklarının yanı sıra, nesilden nesile aktarılan felsefe metinlerinin -ve sanatın dilinin- kendi adına konuşmalarına izin verme olanağının kapısını açmıştır,” diyerek felsefi hermenötiğinin bir anlamda kendi adına konuşmaya imkan tanıma olduğunu vurguluyor.
