Tanturalı kadını yeniden hatırlamak
İsimleri ülkemizde pek az bilinir ama Filistin’in son 100 senesi, kadınların Siyonizm’e karşı büyük mücadelesinin sahneleri ile dolu. Çıkış noktasında, 29 Filistinli kadının Balfur Deklarasyonunu’nun yayınlanmasından 3 sene sonra İngiliz manda yetkililerine gönderdiği mektup var. 1920 yılının ilk aylarında kaleme alınan bu mektupta sadece Balfur Deklarasyonu değil İngiliz mandası ve artan Yahudi göçü de açıkta protesto edilir. Birkaç sene sonra Arap Kadınlar Komitesi’nin kurulmasıyla kadınların itirazı örgütlü bir hal alır. Ve sadece Kudüslü, Hayfalı, Akkalı, Gazzeli, Nabluslu ya da Ramallahlı kadınlar değil Arap dünyasının birçok önemli şehrinden de kadınlar dahil olur Filistin’in özgürlük mücadelesine.
Kadınların saklı gücü, erken dönemde yani Nekbe öncesinde ortaya çıkmıştır yani. 1936 İsyanı’nın komutanlarından Fevzî el-Kâvukcî, “Bu savaşta, kadınlar bize su, yiyecek ve ekipman taşımakla kalmayıp, sürekli tezahürat ederek moralimizi yükseltiler.” dedikten sonra şöyle ilave eder; “İngiliz askerleri, etrafımızı sardığı anda dahi ihtiyacımız olan her şeyi bize sağladılar ve galip gelmemizin en büyük sebebi onların bu yardımı ve coşkusuydu.”
Daha çok kırsal bölgelerde yaşayan cephe gerisindeki Filistinli kadınlar direnişçilere bu şekilde destek olurken, başka bir cephe olan kültür sanat alanında da büyük bir mücadele devam ediyordu. İlk şiirlerini abisi Nablus’taki evlerinde, abisi İbrahim Tukan’ın desteğiyle yazmaya başlayan Filistin direnişinin ilk kadın şairi Fatva Tukan vardı örneğin. Ya da 30 Mart 1936’da ilk yayını yapan Kudüs Radyosu’ndaki o heyecanlı sesin sahibi yazar Esma Tubi. 1938 yılının sonlarında yani Büyük İsyan’ın en kritik zamanlarında tutuklandığında, işgalciler çok tehlikeli bir kadın olarak tarif ettiği gazeteci Sadhij Nassar vardı. 11 ay boyunca tutuklu kaldığı Bethlehem gözaltı kampında da boş durmamış, tıpkı el-Karmel gazetesinde yaptığı gibi her gün birşeyler yazmaya devam etmişti. Ghassan Kanafani’nin “o benim öğretmenimdi” diye tarif ettiği Samira Azzam vardı. Kısa öyküleriyle büyük bir ün kazanan Samira Azzam, daha sonra bir grup erkek savaşçının arasında tek kadın savaşmıştı. 89 yaşına kadar dimdik ayakta duran Züleyha eş Şihabi, Filistin’den sınır dışı edilen ilk kadın olmuştu. Filistin direnişinin önemli ailelerinden eş Şihabi’lerin kızı olan Züleyha, ki amcası da Filistin’in efsanevi hattatı lakaplı Abdülkadir eş Şihabi’ydi, 1.İntifada esnasında vefat ettiğinde, tarihi bir kalabalık vardı Mescid-i Aksa Camii’ndeki cenaze namazında.
Nekbe sonrası edebi üretimde kadınların rolü
Filistin edebiyatının Nekbe sonrası ne şartlarda ayakta kaldığını daha iyi anlamak için burada küçük bir parantez açmakta fayda var. Filistin toplumu 1948 senesinde çoğunlukla bilindiği gibi sadece nüfus anlamında değişim geçirmemiş, aksine toplumun kültürel damarına da büyük bir darbe vurulmaya çalışılmıştı. Zira Filistin topraklarında kalanların çok büyük çoğunluğu kırsal kesimden yani okuma yazma oranlarının daha düşük olduğu yerlerdeki Filistinliler idi.
Şair, yazar yetiştiren ailelerin neredeyse tamamına yakını önce Nekbe’yle, ardından da 67 Savaşı sonrası Filistin’den sürgün edilmişti. Ayrıca Kudüs, Hayfa ya da Nablus gibi Filistin şehirleri, Nekbe’den önce Arap dünyasının en önemli entelektüel merkezlerindendi ancak bu kültürel öncülüğe de bir darbe vurulmuştu. Allah muhafaza aynı durumun İstanbul’da yaşandığını ve buradaki bütün şair ve yazarların ya şehit edildiğini ya da başka ülkelere gitmek zorunda kaldığını düşünün.
Ayrıca Filistin’de kalanların şair ve yazar üreten kültürel seviyesinin dışında olmasının, Filistin şehirlerinin Arap dünyası ile arasına bir duvar örülmeye çalışılmasının yanı sıra, Siyonist yönetim İsrail’e meşruiyet kazandırmak için kendine gerekli kültürel projeler üretmeye ve Filistinli çocuklara yönelik eğitim programlarına da bunu dayatmaya başlamıştı.
Şimdi yazarken ya da konuşurken kolayca söylüyoruz ancak işte böylesi büyük zorluklara rağmen ayakta durmaya devam etti Filistin edebiyatı. Nekbe öncesi edebi üretimin ilk öncüsü şiirdi. Zira romana göre hemen basılmaya gerek duymuyor, dilden dile hızlıca yayılıp, kolayca ezberlenebiliyordu. Geçtiğimiz aylarda kıymetli hocam Filistinli edebiyatçı Anton Şalhat’la Cins Dergisi için bir röportaj yaptık. Anton hocam bu konuda güzel bir örnek vererek şöyle söylemişti; “Semih el Kasım, 60’lı yılların ortalarında Lübnanlı bir eleştirmene verdiği bir söyleşide, Filistinlilerin, kendilerini buldukları Nekbe sonrası ortamı içinde, bütün ritim unsurlarıyla geniş halk kesimlerinin kalplerine hitap eden bir modern şiir üretmeye mecbur kaldıklarını anlatmıştı.”
Emil Habibi, Ebu Salma, Tevfik Zeyyad, Hanna Abu Hanna, Issam al-Abbassi, Raşhid Hüseyin, Hanna İbrahim gibi ilk öncüler ve ardından gelen Mahmud Derviş, Semih el Kasım, Muhammed Ali Taha, Hüseyin Barguti, Muhammed Nafah ve Taha Muhamed Ali gibi isimlerin ardından, tıpkı Nekbe öncesinde olduğu gibi Filistinli kadınlar da edebi sahada tekrar varlık göstermeye başlayacaklardı. Fadva Tukan zaten yazmaya devam ediyordu, hatta kalemi çok daha sert hale gelmişti.
2023 senesinin Nisan ayında kaybettiğimiz Selma Jayyusi bu isimlerin başında geliyordu. Filistin çalışmalarıma büyük bir katkı sunmuş Selma Jayyusi da hocamı yeri gelmişken rahmetle anmak istiyorum. Şair, yazar ve akademisyen olan Selma Jayyusi, yazdıklarının yanı sıra hazırladığı Filistin antolojileriyle adeta tek başına bir ordu gibi çalışmıştı. Nabluslu bir ailenin kızı olarak 1941 senesinde dünyaya gelen roman yazarı Seher Halife de pek çok dile çevrilen kitaplarıyla Filistin davasını dünyaya duyuran en önemli kadın yazarlardan birisiydi. Ghada Karmi, Mai Sayegh gibi daha onlarca isim saymak mümkün. Aslında muhakkak kitap olarak çalışılması gereken konulardan birisi de bu.
Radva Aşur’un Filistin’i
2013 senesinde vefat eden Radva Aşur da, aslen Mısırlı olmasına rağmen hiç şüphesiz Filistin edebiyatının en önemli kadın yazarlarından birisi olarak altın harflerle yazdırdı ismini zihinlerimize ve kalplerimize. 67 Savaşı’nın patlak vermesinin ardından, o sırada öğrenci olduğu Mısır’da kalmak zorunda kalan Filistinli büyük şair Mürid Bergusi’nin eşi olan Radva Aşur, eline kalem aldığı ilk günden itibaren sarsılmaz bir cesaret ve kararlılıkla Filistin için yazmış sadece çünkü. Gassan Kenefani’nin Beyrut’taki evinin önünde şehit edilmesinden hemen sonra kaleme almaya başladığı ve Kenefani’nin çalışmalarını analiz eden “et-Tarîk ila’l-Khayme Ukhrâ” yani “Başka bir Kampa Giden Yol”, Kenefani üzerine yayınlanmış en erken dönem eserlerden birisi mesela.
Gazze’de 7 Ekim’den bu yana soykırım esnasında Radva Aşur, sadece benim değil Filistin çalışan pek çok arkadaşımızın tekrar aklına gelmiştir eminim. Zira Tanturalı Kadın, salt bir roman olmaktan ziyade Filistin tarihinin geçirdiği bütün dönemlere şahitlik eden bir başyapıt niteliğinde. Nekbe öncesi kurulan Siyonist çetelerden tutun da Nekbe esnasında yaşanan büyük drama ve sonrasında 67 ve 73 Savaşları gibi tüm kritik anların izini sürüyor romanda Radva Aşur. Nekbe öncesi katliamlardan en çok etkilenen Hayfa’ya bağlı, ki İsrail’in kuruluşu öncesi gerçekleşen son büyük katliam olan Deir Yasin Katliamı da burada gerçekleşmişti, Tantura köyünden olan Rukayye’nin gözünden Filistin halkının mücadelesini anlatıyor dünyaya. Kanatları kırılsa da uçmaya devam eden bir halkın yaşadıklarını bütün gerçekliğiyle ve yüksek bir edebi dille koyuyor ortaya.
2013 senesinde hayata veda eden sevgili Radva Aşur’un, çok sevdiği eşi Mürid Bergusi de büyük bir külliyat bırakarak 2021’de ayrılmıştı aramızdan. Mürid Bergusi şöyle seslenmişti bir kere Radva’ya; “Sen özgür bir vatan gibi güzelsin… Ben ise işgal edilmiş bir vatan gibi yorgun…” Bu seslenişin üstüne daha fazla ne yazılabilir ki şimdi? Ne yazsak basit kalacak artık.
Ancak Ketebe Yayınları tarafından ilk olarak 2019 senesinde yayınlanan ve Radva Aşur’un en önemli kitaplarından birisi olan “Tanturalı Kadın”’ın bugünlerde yeniden okunması gerekiyor mutlaka. Romanı Arapçadan tercüme eden sevgili Nefise Zehra Kalkancı’nın kusursuz tercümesine değinmeden geçemeyeceğim. Arapça büyük bir yapıt olan romanın, dilimizde de aynı akıcılıkta ve edebi lezzette okunmasına öyle etkisi olmuş ki bu özenli tercümenin. Aksi durumda esere de yazara da çok yazık oluyor gerçekten. Hem Ketebe Yayınları’na hem de Nefise Zehra Kalkancı’ya, Filistin çalışmalarına yaptıkları bu önemli katkı için çok teşekkür ederiz o nedenle.