Tel el-Zaatar: Ben kurşunlar, ben portakallar ve düşler


Feyruz’un “insanların ruhundan yapılmıştır” diye tarif ettiği Beyrut, direniş edebiyatının en güzel örneklerinin doğduğu şehir aynı zamanda. Ghassan Kenefani’nin 1960 senesinde Beyrut’a taşınmasının da büyük etkisi var. Günde 16-17 saat çalışan birinden bahsediyoruz. Çok sayıda yeni yazar da yetiştiriyor ayrıca. Naci el Ali, Gassan Kenefani tarafından keşfedilmiştir örneğin. Mahmud Derviş de Beyrut’ta. Cebra İbrahim Cebra ve Raşid Hüseyin de. Gazeteler, dergiler kuruyorlar, yayınevlerinde çalışıyorlar. Çok zor şartlarda elbette. Naci el Ali, kamptaki arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları Es-Sarha yani Çığlık dergisini elle çoğaltıyormuş. Sabaha kadar dergiyi yazdıktan sonra güneşin doğuşuyla birlikte, gizlice Beyrut’un her yerine dağıtırlarmış. Bir yandan da tarlalarda sezonluk tarım işçiliği yapıyorlarmış. Haysiyetlerinden taviz vermeden ayakta durmaya ve yazarak mücadele etmeye uğraşıyor hepsi de.

Beyrut, hem güzel hem de zor bir şehir. Bir tarafta, bir tespihin taneleri gibi etrafa saçılmış Filistinli mülteciler, öte tarafta karanlık gölgeleriyle, onların peşine takılanlar. Şehrin hassas mezhep dengesi ve siyasetin öngörülemez halleri… Her ân herşey olabilir. Pek çok Filistinli yazar ve şairin oturum izni yok bu nedenle. Ve 1975 senesinde Lübnan İç Savaşı’nın başlamasıyla onları çok daha zor günler bekliyor.

12 Ağustos 1976. Takvimden baktım, günlerden perşembeymiş.

Beyrut’un doğusundaki Tel el-Zaatar mülteci kampından dumanlar yükseliyor. Sakinlerinin büyük çoğunluğunun çevredeki fabrikalarda çalıştığı bu kamp, Nekbe’den 1 sene sonra kurulmuş. Ancak 1967 yılına gelindiğinde, Arap dünyasını yine büyük bir kriz bekliyordu. İsrail, 6 gün süren Arap-İsrail savaşından galip çıkmış, Batı Şeria, Gazze, büyük bir stratejik öneme sahip olan Golan Tepeleri ve Sina yarımadasını işgal ederek Süveyş kanalına kadar ilerlemiş ve Kudüs’ün tamamını da hakimiyeti altına almıştı. Böylece yüzbinlerce Filistinli daha mülteci durumuna düşmüştü. Yani Tel el-Zaatar kampı çok daha kalabalıktı artık. İş için fabrikalara gidenler, uzun saatler boyunca ve çoğu kez hiç ara vermeden ayakta çalışmalarına rağmen normalde ödenenin yarısı kadar ücret alıyorlardı.

Öte yandan başını Hıristiyan Falanjistlerin ve Marunilerin çektiği Lübnanlı çeteler, kampın etrafında dolaşmaya başlamışlardı. Üstelik sadece İsrail değil her kritik anda İsrail ile birlikte hareket eden Suriye BAAS Partisi de bu çetelerin yanındaydı. Henüz kısa süre önce, tek kurşun atmadan Golan tepelerini İsrail’e bırakan Hafız Esad’ın karanlık gölgesi, diğerleri ile birlikte kampın üzerinde dolaşıyordu.

Suriye askerleri ve Lübnanlı çeteler, 1976 senesinin Haziran ayında, önce kampın elektrik ve suyunu keserek, içeride yaşayan 17 bin Filistinliyi büyük bir çaresizliğe mahkum etmek istediler. Aynı esnada, kampa gelen yiyecek yardımlarını da engellediler.

Ancak beklemedikleri kadar büyük bir direnişle karşılaşacaklardı. Kamp, Filistinli savaşçılar ve Filistin davasına destek olmak için canlarını hiçe sayan Suriyeli ve Lübnanlı devrimciler tarafından koruma altına alınmıştı. İçlerinde çok sayıda genç şair ve yazar da vardı. Henüz yirmili yaşlarının başlarındaydılar. Kamp, sabahtan akşama kadar kurşun yağmuruna tutuluyor, gönüllü doktorların yaralıları tedavi etmek içeri girmeleri engelleniyor, kamp içindeki sınırlı sayıda doktor ise büyük bir gayretle yaralara merhem olmaya çalışmalarına rağmen çoğu kez yetişemiyorlardı yaralılara.

Belki de tarihin gördüğü en korkunç yalnızlıklardan birine terk edilen Tel el-Zaatar sakinleri, hayatta kalmak için adeta insanüstü bir gayret sarf ediyorlardı. 52 gün süren kuşatma boyunca kampa düşen top mermisinin sayısı 55 bini geçmişti. Yani her gün 1000’den fazla merminin hedefi olmuşlardı. BAAS askerleri ve milisler, 52 günün ardından 12 Ağustos 1976 günü kampa girdikleri zaman içlerinde çok sayıda kadın ve çocuk da olan 3000 Filistinliyi katledecekler, kadınlara çocuklarının gözleri önünde tecavüz edecekler, yaşlıların göğüslerini deşerek, koyunlarında sakladıkları 3-5 kuruş parayı dahi çalacaklardı. Çok sayıda Filistinli, Suriyeli ve Lübnanlı savaşcı da, kampı korumak isterken şehit olmuşlardı.

Tel el-Zaatar’ın korkunç yalnızlığının hikayesi, bugün hâlâ dinlemeye devam ediyoruz. Suriyeli şair Nuri el Cerrah, bir keresinde bana, henüz 18 yaşında genç bir şairken gittiği Beyrut’ta tanık olduğu bu katliamı ve öldürülen çocukların naaşlarını nasıl defnetmeye çalıştıklarını anlatmıştı. Nuri hocanın şiirleri üzerinde büyük bir etkisi vardır, o günlerde Beyrut’ta yaşadıklarının. Arap şairlerin, en büyük travmalarından birisi olmuştu Tel al Zaatar katliamı. Üstelik bu katliamın, 5 sene sonra yani 1982’de gerçekleşecek Sabra ve Şatilla Katliamı’na giden yolda atılan en büyük adım olduğunu bilmiyorlardı.

“Henüz Tel al Zaatar’ın yaralarını saramadan, bu kez Sabra ve Şatilla’da, çamurlara bata çıka onlarca masum insanın cesedini taşıdık omuzlarımızda” diye anlatmıştı Nuri hoca. Naci el Ali’nin yakın arkadaşlarından birisi aynı zamanda. “Naci’nin yaşadığı ızdırabı kelimelerle anlatmanın imkanı yok, Peren,” demişti.

Geçen sene vefat eden Iraklı şair Muzaffer el Nevvab da o günlerin tanıklarından birisiydi. Tel al Zaatar katliamının ardından yazdığı şiir, milyonlarca Arap tarafından okundu ve hala okunmaya devam ediyor. Ancak gördüklerini asla unutamadı. İlerleyen senelerde alkolik olmasının en büyük sebebinin de bu olduğu söyleniyor. Şiir yazmayı hiç bırakmamış ama sabahtan akşama kadar içiyormuş.

Ahmed Zaatar… Mahmud Derviş’in kaleminden çıkan bu hayali kahraman, katliamın simgesi haline geldi. Mahmud Derviş, Tel el-Zaatar kuşatıldığında, 4 senedir Beyrut’taydı. Ve çok sevdiği bu şehirde, tam arkadaşlarıyla birlikte bir şeyler yapmaya başlamışken çıkan içsavaşın hüznünü ve öfkesini taşıyordu üzerinde. Entelektüel ve kültürel projelerin tamamı sekteye uğramış, şehir artık bombalı suikastların ve ölümün merkezi olmuştu. Yakın dostu Gassan Kenefani’nin Beyrut’taki evinin önünde öldürülmesini, büyük bir yıkım olmuştu. Şehirdeki şair ve yazarların hepsi arananlar listesine girmişti. Ve ardından Tel el-Zaatar’da yaşananlar, çok ağır bir darbeydi Mahmud Derviş için. “Kardeşim,” diye seslendi Ahmed Zaatar’a. Ve “Ben kurşunlar, ben portakallar ve düşler” diye cevap verdi şairine Ahmed.

Tel el-Zaatar, üzerinden 47 sene geçmiş olmasına rağmen unutulmadı hâlâ. Katliamın tanıkları konuşmaya devam ediyor. O günleri yaşayan şair ve yazarlar anlatmaya ve yazmaya devam ediyor. Ne kadarını işitiyoruz bilmiyorum. Özellikle şair ve yazarlarımız işitmeli. Çünkü kalemimizi başkalarının acılarına ortak kılmak en soylu görevi bence hepimizin.

Etiketler
Tel el-Zaatar Tal al Zaatar Mahmud Derviş Ahmed Zaatar Beyrut Lübnan İç Savaşı Falanjistler Tel el-Zaatar katliamı Tal al Zaatar massacre