Ötekini Kovmak: Dijital neoliberalizmin keskin eleştirisi


Günümüz pop felsefesinin gözde isimlerinden biri Byung-Chul Han. Güney Kore asıllı. Kıta felsefesi içinde Almanca yazıyor. Günümüzün alametinin bastırma değil, aksine depresyon olduğunu işaret ediyor. Depresyon, yani içsel baskı sonrası yaşanan derin çöküş. Günümüzde ötekinin ayakta durmayı sağlayan negatifliğinin yerini aynının pozitifliğine bıraktığını da bu sava ekliyor. Toplumsal bünyenin hastalanmasına sebep olan ise aşırı iletişim ve aşırı tüketim. Toplum bir anlamda aynıyla tıka basa doludur, ama bu aynı, bir anlamda çoğaltılmış bir aynıların toplamı olsa da, birikimsel olarak biçimsiz ve tüketilebilir bir aynıdır. Çoğaltılması tüketilme gayesiyledir zaten. Aynının büsbütün pozitif, ötekisiz/ayrımsız bir aynı olduğunu da eklemeli buna. Biçimsizliği biraz da bundan. Çünkü Han’a göre öteki, aynıyı sınırlayan ve biçimlendiren diyalektik bir karşıttır. Pozitifin tahakkümüdür olup biten, ötekiyle simgelenecek bir olumsuzluk kaybıdır günümüz.

Öteki’den yoksunluk deneyimden yoksunluktur

Ötekiden yoksun bir aynı, deneyimi de imkansızlaştırır böylelikle:

“İnsan hiçbir deneyim yaşamadan her yere seyahat eder. Bir kavrayışa ulaşmadan her şey hakkında malumat edinir. Bilgiye erişmeden enformasyon ve veri biriktirir. Serüven ve heyecan peşinde koşar ama hep aynının içinde kalır. İnternette Arkadaş ve Takipçi toplar ama asla bir başkasıyla karşılaşmaz. Sosyal medya, toplumsalın sıfır derecesini temsil eder.”

Deneyimin özünün acı olduğunu, aynının ise acı vermediğini, aksine kendini sürdüren like’a kapıları açtığını savlar Han. “Aynının aşırı çoğalması” ya da “ötekiliğin defedilmesi”nin doluluğun obez bir boşluğunu dayattığına kanidir Han, Baudrillard’a başvurarak bu dayatmanın sonuçlarını tek tek anlatır: Hiper-görünürlük, hiper-iletişim, hiper-üretim ve hiper-tüketim.

Bu noktada ona göre aynının aşırı çoğalması ile küreselleşmenin eşgüdümlü olduğuna dikkat etmek gerekir. Aynının şiddeti bu anlamda küreselin de şiddetidir. Bu şiddet, ötekinin, yani karşılaştırılamaz ve tekil olanın olumsuzluğunu ortadan kaldırarak enformasyon, iletişim ve sermaye döngüsünün kesintiye uğratılmasını engeller.

Küreselin şiddetinin doğurduğu mülteci krizinin Foucault’nun modern toplumları “disiplin toplumları” olarak tavsif etmek için kullandığı panoptikon yerine banoptikona, yani sınır çitleri, savaş meydanları ve mülteci kamplarıyla çevrili refah adasına yol açtığını savlayan Han için bu refah adası Avrupa Birliği’dir pek tabii ki; ancak bu Avrupa Birliği kendi çıkarlarına odaklanmış bir ticaret birliğidir eni sonu. Han’ın akıldan yoksun saydığı, sadece hesaplayıcı anlayışla donandığını iddia ettiği “ticari ruh”un hakim olduğu AB’nin Kant için de akli bir yapı olmadığının altını çizer Han.

Günümüz fenomenleri immünolojik modelle açıklanamaz

Ötekinden yoksun aynının bir anlamda Heidegger’in vurguladığı “varlığın unutulmuşluğu” olarak anlaşılabileceğini iddia eden Han, kitabı boyunca neoliberalizmi, dijital panoptikonu, mesafesizleşmeyi, otantisite merakının arka planını, sosyal medyadaki like vb. fenomenlerle kendini gösteren oto-erozyonları konu edinir.

Han için karşıtın yokluğu ideal bir durum değildir. Çünkü karşıtımız olmadığı için daha sert bir biçimde kendimizi karşıt ediniriz. Bunun sonunun ise oto-erozyon olması kaçınılmazdır. Charlie Kaufmann, Alfred Hitchcock, Lars von Trier gibi yönetmenlerin; Maurice Blanchot, Goethe, Albert Camus, George Orwell, Peter Handke, Paul Celan gibi şair ve ediplerin; Roland Barthes, Walter Benjamin gibi eleştirmenlerin; Sokrates, Kant, Hegel, Baudrillard, Freud, Lacan, Deleuze, Heidegger, Derrida, Levinas gibi filozofların eserlerine sık sık atıf yapan Han’ın yeri geldiğinde onları eleştirmekten kaçınmaz, en azından halihazırda yaşanan sürece dair söylenecekler konusunda kendi söylemsel farklılığını ortaya çıkardığını gözlemleriz.

Sözgelimi Baudrillard’ın küreselin şiddetini tıbbi metaforlar düzeyinde ele almasını işaret eder. Baudrillard’ın immünolojik modeli “bağışıklıklardan, antikorlardan, organ nakli ve rejeksiyon”dan sık sık söz eder; bir anlamda, küreselin şiddeti Baudrillard için “ağların ve sanallığın viral şiddeti”dir. Oysa Han, bu immünolojik açıklamayı sorunlu bulur. Ona göre pozitifliğin şiddeti olarak anlaşılmalıdır küreselin şiddeti:

Like, immünolojik bir tepki değildir… Bağışıklıklar dünyevi düzene aittir… ‘Bulaş’, ‘organ nakli’, ‘rejeksiyon’ ve ‘antikorlar’ günümüzün aşırı iletişimini ve aşırı enformasyonunu açıklamaz.”

Han’a kalırsa Baudrillard, dijital neoliberal düzenin kurucusu olan bir paradigma değişimini kaçırır:

“Özellikle ötekinin olumsuzluğunun eksikliği, bulimiya, aşırı izleme (Binge watching) ya da aşırı yemek yeme (Binge eating) gibi belirtilere neden olur. Bunlar viral değildirler. Daha çok her tür bağışıklık korumasından sıyrılan pozitifliğin şiddetine dayanırlar.”

Buna karşın, yine de Han’ın başvurduğu düşünürlerin, sözgelimi Heidegger’in görüşlerinin bir güncellemesine de giriştiğini söylemeli. Heidegger’in otantisite çözümlemesini özgül bir biçimde değerlendiren Han, onun sahihlik modelinin günümüzdeki otantiklik/özgünlüğü bir çeşit gayrı sahihlik bile sayabileceğini vurgular. Ona göre Heidegger’in düşünmesinde hergünkü hayatın çöküşünü takip eder sahihlik. Oysa günümüzün farklı olma reklamları ya da yüceltimleri hergünkülüğün düzeni içinde gerçekleşir:

“Otantik kendilik meta biçimine bürünmüş bir kendiliktir. Kendini tüketim aracılığıyla gerçekleştirir.”

İsmini andığımız filozofların bağlamları çok farklı çeşitli görüşlerini birbirine yamayıp otantiklik, bakış, ses, yabancılaşma, kaygı, dinleme gibi fenomenlerin günümüz dijital neoliberal düzeninde ne ifade ettiklerini soruşturarak aslında neyi göstermeleri gerektiği konusunda çeşitli açıklamalar yapan Han, geleceğin toplumunun dinleyen ve kulak verenlerin toplumu olması gerektiğini düşünüyor. Bugün ihtiyaç duyulan şeyin tamamen farklı bir zamanın başlamasına izin verecek bir zaman devrimi olduğunu öne süren Han, ötekinin zamanının bir cemaat/ortaklık oluşturduğuna ve bu yüzden iyi bir zaman oluşturduğuna kaildir.

Bugünümüzde eksik olmanın değil fazla oluşun, negatifin değil pozitifin -üstelik aşırı- hakimiyetinin aslında neoliberal ekonomi-politik oluşunu felsefe tarihi boyunca hemen bütün felsefi problematik ve bakışların şu dörtlü matrisin, yani aynı ve başka ile bir ve çok matrisin birer yorumu addeden yaklaşımlarla birlikte ele almak gerekiyor belki de. Byung-Chul Han kararlı bir anti-neoliberal olarak bunun yollarını işaretliyor.

Etiketler
Byung Chul Han Ötekini Kovmak Günümüzde Toplum Algı ve İletişim Ketebe Yayınları Murat Güzel Heidegger Baudrillard aynı öteki like