Vicdan azapta gerek


Vicdan pasif ve negatif bir duygudur. Şuur ise aktif, pozitif bir yetidir. Vicdanı asla müdrike, şuur, muhakeme, tahayyül ve tasavvur gibi zihin yetileriyle kıyas etmemek lazım. Vicdan vecd ile akrabadır ve nefsin kendinde olmamasının bir sonucudur. Nefs kendindeyse zaten vicdan uyanmaz. Mesela yoksula çorba kaynatırken, hastayı iyi ederken vicdanımız sızlamaz. Gam-gönül ilişkisi, vicdan-nefs ilişkisiyle aynıdır. Gam yoksa gönül duyulmaz. Ah demezsen içindeki yangından haberin olmaz. Vah demezsen de vicdanın uyanmamış demektir. Uyanırsa ne olur? Nefsinle arana mesafe girer, kendinden geçersin. “Beni bende bilmen, ben bende değülem, bir ben vardır bende benden içeru...” demiş ya Yunus Emre. İşte o vicdanın sesidir. Neden? Anadolu işgal edilmiş, namus heder edilmekte, mamur memleket yağma edilmekte fakat el kılıç tutmaz, dil zalime meydan okumaz. Tabii ki kendinden geçersin. 

Aynı şairin bir başka beytine bakalım: “Dolap niçin inilersin, derdim vardır inilerim.” Söyleyemez de ondan iniler. İnim inim inler, sızım sızım sızılar. Etkisizdir. Yıkıcıdır. İçeruyu yakıcıdır. Vicdan, Moğol işgaline aldırış etmeyenin tekkeye eğri odun sokmamasındaki ahlaksızca inceliktedir. Bir saat cihad edeceğime bir saat sema yaparım, diyenin parlak kariyeridir vicdan. 6. Filo’nun ziyaretini telin eden gençlerin ahiretinden endişe edenin sanatıdır vicdan. Örtülü, ödenekli, estetik, latif bir çirkinliktir. Daha doğrusu bu gizli çirkinliğin verdiği yararsız rahatsızlık. Yararlı olsa, yani aktife geçse sızlatmaz, dolayısıyla da rahatlatılması şart olmaz. Yamuk yaparsın ve yamuk yaptığını bilirsin. Gözlerin kırpışır, alnın karışır. Vicdanın rahatsız olmuştur ama yamuğu da güzel güzel yapmışsındır. Vah diye diye zulmü işlemiş yahut işlenmiş zulme iradesiz kalmışsındır. Biraz da etimoloji yapıp bitirelim. 

Gavurun kafası karışık olduğundan kelli, vicdana conscience (con ile, science bilmek; ile bildiğimiz şey; “ilim ilim ilmektir, ilim kendin bilmektir” meselesi yani, kökü bir kere daha dışarıda; nefsle araya mesafe girmesinin sağladığı nefs bilgisi, içsel rahatsızlık, “ay ben ne kötüyüm” şeysi), şuura consciousness (Grekçe syneidos‘un Latince çevirisi conscire yani ayakta ve uyanık) dediği vakidir. Çeviri kafalar da bu ikisini birbirinin yerine kullanarak işi daha da çatallı bir hale getirmektedir. 

Oysa Türkçede vicdan vecdin, şuur idrakin akrabasıdır. Kur’an-ı Kerîm ve hadis-i şerîflerde “vicdan” kelimesi geçmez. Akıl, irfan ve şuur ise aynı kökten farklı kelime biçimleriyle geçer. Arefehu, akalehu gibi.

Kur'an ve sünnette olmayan vicdan terimi tasavvufta bile yok aslında. Özellikle ilk dönemin muteber kaynaklarında iman, ihsan, ilim, akıl, kalp, ruh, nefs, irfan-marifet, keşif, şuur, hatta hal, makam, rüya gibi özne-bilgi ilişkisi hakkında sonsuz çeşitlilikte kavram ve terim kullanılmasına rağmen vicdandan hiç söz edilmez. 

Kelimeyi bugünkü felsefi ve günlük dil anlamlarıyla ilk kullananlar son Osmanlılar gibi görünüyor. Tam bir bilgi olmamakla birlikte, araştırıyorum, görünen o ki, Osmanlı müellifleri Batılı conscience’ın çevirisi olarak vicdanı bulup kelimeye hiç sahip olmadığı dinî, dolayısıyla ahlakî bir anlam verdiler. 

Dolayısıyla, vicdanı gözden geçirirken Batılılara ait (Greko-Latin kökenli) bir tasarımı gözden geçiriyoruz demektir. Bu da Batılıların kötülük tasarımıyla ilgilidir az çok. Adamların ikili bir anlayışı var. İçi temiz, dışı kirli kabul ediyorlar ve dıştaki kirlilik içteki temizliği tahrik ediyor, tasarıma göre. Bundan ile bilmek doğuyor, yani vicdan. Nefsin ayrışması, kendi içinde ikiliğe düşmesi diyebiliriz buna özetle. Ama biz bunu hemen İslami bir forma çeviriyoruz işte. Gavurun kastettiği nefs-i levvame gibi bir şey değil kesinlikle. Onlar eylemle veya dünya ile içteki benliğin çatışmasını kastediyorlar. Dünyaya bakıyorum ve içim, içtenliğim, içimdeki çocuk, içimdeki ışık, ne zımbırtıysa artık, ve o bana gördüklerin tam olarak öyle değiller, şu da var diyor. Bu tahrik gücü yüksek, etki ve eylem gücü sıfır ile bilmek zalimin, günahkarın, kötünün vicdanını yaratıyor. İyinin zaten niye vicdanı olsun? 

Bizim anlayışımız bunu hemen sağından solundan alıp yumuşatıyor, İslamileştiriyor, nefs-i levvame haline getiriyor; ama vicdan temizlemek de dünyanın en kolay işi. Consciense varsa confession da vardır. Yani papaza itiraf et, ile bildiğini ikrar buyur, o da seni af buyursun olsun bitsin, evine vicdanın müsterih dön. İle bilmenin esprisi burda zaten. Bilmek anlamak yetmez diyor papaz, onu kapalı kutuda bana itiraf ve ikrar ediceksin ki kilisenin çarkı dönsün. Vicdanın maşeri tarafı bu. Papaz, cemaatin babasıdır ve cemaat ve Tanrı (İsa, Ruh, Baba tanrı grubu) adına papaz efendiye dökülürsün ki içteki içte kalmasın, dışa çıkıp rahatlasın ve itiraf ve ikrarını yapan günahkar Hıristiyan işine gücüne dönsün. Burada vicdan rahatsızlığını emanet etme gibi bir şey olduğunu seziyor musunuz siz de benim gibi? Günah çıkarmanın ruhu, rahatsız vicdanların rahatsızlıklarının papaza emanet edilmek suretiyle cemaatin yaşamasının tıkanmamasıdır. Herkes günahını papaza çıkarırsa vicdanen müsterih dürüst Hıristiyanlardan oluşan bir cemiyet tesis olunabilir. 

Günahı saklama, tövbe gibi yolları olan bizlerin bunun yerine vicdan ve toplumsal vicdan gibi söylem kurumlarını almış olmamız ilginç. Şahsen ergenliğimde bu vicdan meselesini hiçbir bilgim olmadan, kalbime danışmak suretiyle, yani biraz Hanefice, düşündüm taşındım ve vicdanın beni asla hareket ettirmediğine, hiçbir yararı olmadığına karar verdim. O gün bugün de vicdanî takılmıyorum. Yapabilirsem yapıyorum, söyleyebilirsem söylüyorum; hiçbir şey yapamayıp söyleyemesem de içimden buğz ediyorum. Ki bazen bir günde bazen yirmi yılda karşıma çıkmıyor da değil. Bana eden kendi buluyor. Benim ettiğimi de ben buluyorum. Vicdan teresliği yapmak için de hacet kalmıyor. Münafıkların olsun vicdan. Sosyal demokrat rüşvetçiler de özeleştiriyi alsın. Biz işimize bakalım.

İlk yayını: Fayrap, 101, Ekim 2017, s. 46-47.

Etiketler
vicdan conscience şuur müdrike şuur muhakeme tahayyül tasavvur vecd nefs syneidos conscire consciousness irfan arefehu akalehu marifet keşif bilgi felsefesi