Üstat
Sarkıntılık. –üstat demese- iyi hırpalandık böyle şeylerle.
İyice sarkıntılık. Kanımın son damlasına kadar. Ne yana dönsem
batan kemik gibi. – üstat yine dedi- beynimin her köşesine etiketli sanki.
Onun vurdumduymaz yaşama bilmesi. Bile bilseydim ben de iyice.
Cakamı böyle iç cebimde taşımazdım. Bildiğim her şeyi düzensiz
hale sokup mütemadiyen cahil kalmazdım. Düpedüz sarkıyorum. Aşağıdan
yukarıya. Annem el sallıyor. Babam içinden el sallıyor. –üstat ıskartada-
Ben yine geceden kalma. Biteviye yağan yağmurların içinden geldiğimi
gizliyorum kendimden bile.
Herhalde son şiirimi yazmıyorum. Yoksa orada burada gezinmezdi –üstat-
önümden çekil –üstat- yol ver, geçit sun, yer göster. Buz oldum beklemekten.
Ben bir zamanlar küçükken. Burayı atlıyorum.
Tutturamadım kafiyeyi.
–aman üstat- biraz idare et. Olmaz şiirde idare bilirim. Ama artık bildiklerim yetmiyor
notasız şarkılar gibi. Mısrasız şiirler. –üstat duymasın-
Dönmeliyim –üstat- bırak beni.
Kelimeden, tuştan, sayfadan dönmeliyim. Nereye bilemem. Bilmediğimi de bilemem.
Uzun boylu bilemem yani. Şöyle ballandırarak anlatamam bilmediğimi. Soğuk ırmaklar
nasıl bilmezse aktığını. Ormanların içindeki buğu gibi bilemem. Sadece ben biçare.
O halde –üstat- çekil de geçeyim.
Duyuyorum sanki. Ama –üstat- dediğin gibi anlatamıyorum. Çıfıt çarşısı gibi
zihnim. İçinden çıkamıyorum. Ben eskiden çok güzel secde ederdim. Bilmezden
önce biraz imanım varsa küfre odaklı. Onun da üstünden atladım. Geride kaldı
böyle şüpheler. Dağ gibi korkular. Sevilmemek düşüncesi çoktan uzaklaştı.
Bomboş kasabalar gibi tehir edile edile nüfusta halimiz. –üstat- sen bilirsin
nedir bu işin sırrı. Tepinerek göğe yükselemem ya. Ağzımdan salyalar çıkara
çıkara bağırıp çağıramam ya. Güneş çekiliyor –üstat- bu yamuk yerlerden.
Yine dediğinde kavi kaldım. Kalıbım yetmese de parmak hesabı sayabildiğim
her sahici şeyi sana borçlu olduğumu neden gizleyim.
Çıkıp gidiyorum –üstat- geride kaldı. Artık ne bulacaksam kendi başıma bulacağım.
Ama diyebilir miyim silindi bütün izler benden. Bulabilme enerjimi kime borçluyum hala.
Sesin gitti –üstat- Sidrede peygamber. Musallada küçük kızım. Gözyaşı dinecekken son anda.
Yanaktaki deride kuruduğu son anda. O tuzun tadıyla bulduğum sürreal bir merhale değildi.
Taştan katı ve şerbetten daha tatlı. Ya –üstat- asırlardan geliyor sesin. Kendimleyken bile bütün
bir tarihin ucundayım. Koptuğumda koptuğum yerden bağlıyım. Uçtuğumda kanatlarımla.
Sustuğumda dilimin altındaki bakla. Ne yapsam o serinlik uç vermeyecek. Sırrı açtıkça
sırrın kendisi olacak açmak. Simurga varınca simurg olan kuşlar.
İş burada. Başlamanın bittiği yerde başlamak. Kendime dediklerimi unuttuğum anda.