Camel'lı gece
Çarptım kapıyı çıktım, saat olmuş gecenin biri. Sokağı geçip caddeye vardım. Aşağı doğru yürüdüm hızlı hızlı. Baktım kuruyemişçi açık, bir sigara alayım dedim, girdim kuruyemişçiye. Akşam yemeği yiyeli saatler olmuş, karnım da acıkmış hafiften. Bir Camel Soft bir de bisküvi aldım, kağıt beş liranın yanına biraz da bozukluk ekleyip uzattım parayı. Hayırlı geceler dileyip çıktım kuruyemişçiden. Bir yandan da düşünüyorum, ne yapacağım bu saatte bu mahallede. Açık bir çay ocağı, kafe de yoktur ki gidip oturayım. Bir umutla otobüs durağına yöneldim.
Duraklarda otobüsün geleceği vakti gösteren ekranlar var şimdi. Bir baktım “7 DAKİKA” yazıyor ekranda, Kadıköy otobüsünün gelmesine 7 dakika var. Ulan şansa bak. O kadar sövdük İETT’ye, kedi olalı bir fare yakaladı sonunda. Eski paketten bir dal çıkarıp yaktım. Tam son fırtı çekip izmariti atmıştım ki otobüs göründü. Allah’tan abonmanım var. Kartı cihaza okuttum, oturdum boş koltuklardan birine. Açtım. Açtım bisküviyi yedim.
Çantamda Meryem Koçaklamaları, Kamaşır. Çantam dolu şiirle. Hele bir Kadıköy’e varayım gerisi Allah kerim.
Son durakta indim otobüsten, eski paketten bir dal daha yaktım. Ağır ağır yürüyorum sahilde. Etrafa bakıyorum. Deniz kıyısında ayakta dikilip denize işeyen sarhoşlar, duraklarda otobüslerin gece seferlerini bekleyenler, birbirine sarılıp yürüyen kızlarla oğlanlar, çalı süpürgeleriyle yolları kaldırımları süpüren temizlik işçileri… Üsküdar’a geçebilsem bir şekilde güzel olacak. Taksi var ama cepte on liradan biraz fazla bir para var. Taksiye binersem tüm para taksiye gidecek. Başka bir yol bulmalıyım. Otobüs olsa iyiydi ya, yoktur bu saatte.
Sol taraftan, uzak bir ses geliyor: “Üsküdar Üsküdar Üsküdar! Kalkıyor!” Sesin geldiği tarafa yürüdüm. Ses sarı bir dolmuşa dönüştü yaklaştıkça. Biraz daha yaklaşınca iki kişilik boş koltuğa… Ben bindim, yanıma bir adam oturdu birkaç dakika sonra. Dolmuş hareket etti ağır ağır, radyoda çalan Müzeyyen Senar şarkısına parmaklarıyla direksiyonda ritim tutarak ayak uyduruyor şoför. Radyonun sesi kısık, derinden derinden geliyor şarkının sesi. Yaralarım Çok Derin. Son bozuklukları da şoföre verince kaldı on lira. Saat olmuş iki.
Sahip çık seni gece içinde dolandıran seni belki bir garip
Belki bir kimsesiz huysuz ya da suratsız kılan inandıklarına
Üsküdar güzeldir, Üsküdar iyidir. Üsküdar’da arkadaşlarım vardır. Bu saatte zor ama bir arkadaşa rastlarsam ne âlâ. Dolmuştan inince dolaşmaya başladım Üsküdar’ı. Arkadaşların uğrak yerlerine bakındım biraz. Her yer kapalı. Karnım acıktı. Bir tost yiyeyim bari. Geceleri açık bir büfe buldum. Sordum tost, ayran, çay sekiz liraymış. Bir ayvalık tostu, bir ayran… Üstüne Camel ile bir çay. Hafif bir doygunluk hissi midemde, buna da şükür.
Çay içerken etrafı gözlüyorum. Bankta bir adam yatıyor. Altına karton almış. Öylece uyuyor. Arada hareket ediyor. Yaz mevsimindeyiz ama havalar henüz tam ısınmamış. Geceleri hafif bir serinlik oluyor. Hafiften rüzgar esiyor, adamın başına vuruyor olacak ki, bir müddet sonra kalktı yattığı yerden, ayaklarıyla başının yerini değiştirdi. Kollarını çapraz kavuşturarak sardı gövdesini. Yumdu gözlerini. Derin bir uykuya daldı.
Yoldan geçen arabadan mesaj geldi. Bir adam bas bas bağırıyor:
Hadi git yat vakit hayli çok geç oldu git yat
Saat iki buçuk üç oldu git yat git yat
Büfeye gelip gidenler var, öğrenciler, taksiciler, sokakları yıkayan temizlik işçileri, polisler… Biraz daha oturup kalktım. Sekiz lirayı büfeciye verince iki lira kaldı cepte. Bir çay daha içerdim ama sabaha çok var, ne olur ne olmaz.
Havuz başındaki banklardan birine oturdum. Sabah ablamdan pantolonumu ütülemesini istemiştim. Ütülemeden çıkmış ablam. Sinir oldum. Çoğunlukla benim kullandığım ortak bilgisayara şifre koydum. Sonra da ütüsüz pantolonun altına kahverengi ayakkabılarımı giyip çıktım evden. Akşam eve döndüm, modem yok. Küçük ablamın işi. Bir hışımla saç baş birbirimize girdik. Ablam da küçük ablamın tarafını tutunca iyice sinir oldum. Biraz fırlanıp dolanır, yatışıp dönerim diye attım kendimi dışarı.
Biraz üzgünüm ama; biraz ezildi şuram ve küsüm biraz da
Sabah ezanı başladı. Allah’ım ne güzel sesi var müezzinin. Abdest alayım, camiye gireyim diye kalktım oturduğum yerden. Ağır ağır yürüdüm şadırvana doğru. Sokaklardan ihtiyarlar birer birer çıkıp camiye geliyor. Abdest aldım girdim camiye. İmam Yasin okuyordu. Namaz, tesbihattan sonra imam sohbete başladı. Birkaç hadis okudu, hadisler üzerine konuştu biraz. Önümüzdeki perşembeyi cumaya bağlayan gece kandilmiş, günlerden pazar. Oruçtan bahsetti, dinleyelim: “Cemaat, kandil günü oruç tutmak büyük sevap. Perşembe gününü, imkanınız varsa oruçlu geçirin. Peygamberimiz pazartesi perşembeleri oruçlu geçirirmiş, tutmuşken pazartesi de tutun. Kalıyor iki gün arada, salı ile çarşambanın günahı ne, o günleri de oruçlu geçirin, tam olsun.”
Camiden çıktığımda güneş yeni doğmuş, gökyüzünü hoş bir renk kaplamıştı. Hafif de bir esinti… Bugün pazar, otobüs seferleri geç başlar. Sahilde tur atayım biraz, vakit geçsin. Eli oltalı adamlar doldurmuş sahili. Geçtim yanlarından. Elimi cebime attım, iki metal para, iki birlik. Birini büfeciye verdim, karşılığında karton bardakta çay aldım. Diğer bir lira ile de tuvalete giderim artık. Öyle de yaptım. Önce otomobiller geçmeye başladı caddelerden, otobüs firmalarının servisleri, işçi servisleri… Dolmuşlar başladı sonra. Sonunda Kadıköy otobüsü de geldi. Atladım otobüse.
Kadıköy’e geldim ama eve giden otobüse binmek istemiyorum. Biraz da burada vakit öldüreyim. Hem bir bankaya uğrarım, belki bekçilikten kalma alacağım yatmıştır. Patatesli börekle güzel bir kahvaltı yaparım para yatmışsa, üstüne de yaktım mı bir Camel. Değme keyfime.
Sallana sallana bankamatiğin önüne geldim, cüzdandan kartı çıkarıp yerleştirdim kart bölmesine, kart içeri girdi. Şifreyi tuşladım, tam o ânda içimde paranın yattığı yönünde bir his. Ve hesap bakiyesi: 350 TL. Ayaklarım yerden kesildi sanki, bir mutluluk bir mutluluk. Sigara içeceğim ulan! Parayı çektiğim gibi bir börekçi buldum. Hızlıca bitirdim tabağı, attım kendimi dışarı. Yaktım sigaranın ucunu, derin derin üç nefes aldım. Dünya varmış be.
