Hakan'a

Annem kendime dikkat etmediğim için hasta olduğumu zanneder. Kimse bilmez, ben üzüldüğümde hasta olurum. Biz küçükken, kız kardeşimle oynarken bazen birbirimize haksızlık ederdik. O ağlardı, ben bağırırdım. Annem yanıma gelir, “Üzme onu, boğazları şişer, hasta olur,” derdi. Gözünün ucunda yaşı bazen nazlı nazlı bazen de etini kesiyorlarmışcasına haykırarak ağlardı. Benim boğazım içime şişerdi. Yumruk olur inerdi mideme doğru bir öfke; sonra kaçardım, sokakta koşmaya başlardım.

Kızkardeşimle aramızda üç yaş fark vardı. O incecikti, ben büyüktüm. Onun gözleri yuvarlak, kocamandı; benimkilerse badem şeklinde yukarıya doğru hafif çekikti. Onun parlak ve bana göre biraz daha cansız saçları beline kadar uzanırken, benimkiler hep kısa olurdu, erkek tıraşıydı. Annem, bitlenmeyeyim diye hep kısa kestirirdi. Tıraşın adı “erkek traşı”ydı, ama ben kızdım. Saçlarım kocamandı ve parlaktı. Dört kız çocuğu saçı vardı kafamda. Sağlık fışkırırdı tepemden omzuma. Annem tepemden aşağı inmesine izin vermez, keserdi.

Kötülük olsun diye yapmadığını biliyorum. Ya da belki de yaptı; bilmiyorum. Ne düşündüğünü bilmiyorum, kendimi de pek bilmiyorum son zamanlarda. Tek bildiğim, saçlarımın yılkı atı gibi savrulurken sonsuza kadar uzanabildiği. O çizgiden hep korktum. “Dur,” dedim, “oraya geçme, paramparça olursun. İnfilak edersen, kimse toplamaz seni. Kimse... hiç kimse. Ortada kalırsın, toprağa düşen ceset parçaları gibi. Çürümene izin de vermezler, çünkü hayattasın, varsın parlaksın. Kalkana benziyorsun gürze, daha çok çeliğe…”

Yılkı atıyım yorgunum; terli, koca göğsüm kafeste inip kalkıyor. Saçlarım yorgun. Kulaklarımda sürekli bilenen çeliğin sesi var. Bir de kesik kesik bir nefes.

Kız kardeşimle hiç evcilik oynamadım. Annecilik oynardık biz, çünkü annem pazara giderken bana emanet ederdi onu.

O günü hiç unutamam. Annem, “Bak,” dedi, “o kardeşin, iki yaşında.” O ân annem benim yaşımı unuttu. Durdu, sonra hatırlamış gibi oldu ama unutmuştu. “Kardeşine dikkat et,” dedi, “sakın yabancılara kapıyı açma, sakın balkondan aşağıya sarkma, sakın.” Kardeşime baktım, sessizdi, orada duruyordu. O hep sessiz. Kulaklarında altın küpeler vardı. Zöhre Teyze, iğneyle delmişti kulaklarını. Sarımsak sürmüştü, iğnenin ucunu önce çakmakla yakmıştı. Kardeşim, kulağının delindiği zamanı çok ağlayarak geçirdi. Ama şimdi çok mutlu, o sallanan küpeleri çok sever. Annem, kendi sallanan küpelerini takar ona, o da mutlu olur. Başını iki yana sallar, sonra güler, gözlerini yere düşürür. Utangaçtır, sessizdir kardeşim.

Etiketler
Ayşegül Örün İnfilak öykü hikaye perşembe öyküleri perşembe öyküsü