I'm not no red football: Sinead O'Connor
1990 yazı. Liseyi bitirmişim, üniversite kaydı için memleketten dönmüşüm. Ankara sokakları iki yabancı şarkıyla çalkalanıyor: Still Got the Blues ve Nothing Compares 2 U. İki şarkı da İngilizce olduğu halde her yerde çalıyordu ve bilmeyen yoktu. Duygusal şarkılar olmaları, melodik yapıları ve Sezen Aksu’nun o yaz albüm çıkarmamış olması sayesinde iki şarkı da Türkiye’ye mal oldu. Dünyada da öyleydi galiba. X Kuşağı’ndan olup da Gary Moore ve Sinead O’Connor’ın bu efsane hitlerini bilmeyen yoktur.[1]
Gary Moore’un klibini izlediğimi hiç hatırlamıyorum; şarkı Moore’un attığı gitar solosu ve “Still got the blues for you” line’ı dışında bir şey bırakmamış bende. Şarkı üç aşamalıydı: Önce gitar solosu,[2] sonra balad, en sonunda mesaj yani still got the blues.
Balad 80’lerde çok önemliydi. Aslında bir şiir türü balad. Anlatıma dayalı, konusu çeşitli olmakla birlikte modern dönemde kırık aşk hikayelerini anlatmak için kullanılan bir şiir ve şarkı formu. Bizim koşmalara benzediğini söyleyebiliriz. Özellikle İngilizler ve İrlandalılar baladda usta. Hem Gary Moore hem Sinead O’Connor’ın Kuzey İrlandalı olması şaşırtıcı değil.[3] Her iki şarkının Türk dinleyicisine bu kadar sıcak gelmesi kırık aşk hikayeleri olmasından diye düşünüyorum.
Gary Moore’u tek şarkısıyla biliyoruz. Sinead O’Connor’sa hayatımıza başka türlü girdi; tam tekmil ve bir daha çıkmamacasına. Civciv saçları, İrlanda yeşili gözleri ve masum yüzü hemen zihnimize yerleşti. Ben iz sürmeyi sevdiğim için, bu balad söyleyen, çığlık atan, âdeta yardım isteyen sesin ötesini merak ettim ve müzik marketlerde Sinead O’Connor albümü kovalamaya başladım.
Normalde benim sevdiğim kadın şarkıcılar Bonnie Tyler, Tina Turner, Laura Branigan, Alannah Myles, Melissa Etheridge gibi güçlü figürlerdi; kurt yelesi saçlar, boğuk ve derin ses, coşkulu ritim, vahşi hareketler. Diğer türlü de Suzanne Vega’nın minimalist tarzını kendime yakın buluyordum. Sosyal sorunlar, şairane minimalizm, yazma becerisi, gizem. Büyük kalabalıklara hitap etmeyen ama gene de dünya listelerine girebilen bir şarkıcı Suzanne Vega.
Benim vahşi şarkıcılarımda da entelektüel olanlarda da eksik olan politik yan, Sinead O’Connor’da hazır ve nazırdı. Onu Kuzey İrlanda’nın kurtuluş mücadelesinin bir sesi olarak tanıdık. İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nu (IRA) övdüğünü biliyorduk. Bu, İngilizler için nasıl bir skandalsa, İngiltere’nin menfaatlerinden bize ne, bizim için o kadar ilgi çekiciydi.
Şimdi bu şekilde düşünmüyorum elbette. Sinead O’Connor gerçek anlamda politik olabilecek kadar tutarlı bir insan değildi. Kuzey İrlanda onu politik olmaya itti diyebiliriz. Adını bile (Sinéad Marie Bernadette) İrlanda’nın ilk cumhurbaşkanının karısı, Hz. Meryem ve 19. yüzyılda yaşamış bir Katolik azizeden almış. Dünya geliş koşulları itibariyle Katolik, Kuzey İrlandalı. Üstüne de aile travmaları geliyor. Anne babası boşanmış. Annesi sert, acımasız bir kadın. Sinead, ortaokuldayken davranış bozuklukları sergiliyor; hırsızlık yaptığı için Katolik ıslah evine gönderiliyor. Sonra da annesini bırakıp babasının yanına ABD’ye taşınıyor. Aynı sırada annesi trafik kazasında ölüyor vb.
Çok erken keşfedilmesinin bedelini ağır ödedi bence Sinead O’Connor. Genç yaşta etrafı müzisyenlerle, bir başka deyişle yaşça büyük erkeklerle çevriliydi. Çok cesurdu, dengesizdi ve inanılmaz yetenekliydi. İlk albümü Lion and Cobra’daki (Aslan ve Kobra) (1987) şarkılara göz atınca O’Connor’ın kendini İrlanda’yla özdeşleştirdiğini görüyoruz. Özellikle Troy (Troya) şarkısını öneririm. Şarkı, her zamanki gibi kırık bir aşk hikayesini anlatıyor; ama aynı zamanda William Butler Yeats’in Second Troy şiirine bir gönderme. İrlanda’nın küllerinden doğacağını ima eden bir şarkı. Burada tabii, Kuzey İrlanda söz konusu.
Nothing Compares 2 U, O’Connor’ın ikinci albümü I Don’t Want What I Don’t Have Got’la (Zaten Benim Olmayanı İstemiyorum) (1990) beraber geldi. Albüm baladlarla dolu. Albüme isim veren şarkı, şarkıcının annesiyle bir hesaplaşması, ama son hesaplaşma değil. Sinead O’Connor birçok şarkısında annesi ve sevgilileriyle hesaplaştı. Bu hesaplaşmalar O’Connor’ın tüm yetişkinlik hayatını olduğu gibi kariyerini de kapladı desek abartı olmaz.
Çırpınıyordu Sinead O’Connor. Bu çırpınmanın 3 sonucu oldu sanıyorum: Birincisi, özel hayatındaki karmaşa diyebilirim. Dört kere evlendi, sonradan intihar eden oğlunun velayeti konusunda çocuğun babasıyla sorunlar yaşadı, cinsel kimlik karmaşası yaşadı, Peter Gabriel dahil birçok erkek tarafından suiistimal edildi, hiç bitmeyen sağlık problemleriyle boğuştu vb.
İkincisi sonuç, Türkiye’de Sinead O’Connor müziğini dinlemeyenlerin bile onu tanımasına sağlayan yaşam biçimi ve inanç tercihlerindeki gelişmedir. Ulusal devrimci ve solcu olarak çıktığı yolu kurumsal olmayan bir Katolik kilisesinde rahibe olarak devam ettirdi ve nihayetinde Müslüman olup Şüheda Sadakat ismini aldı. Onu takip edenler daima huzur aradığını fark etmişlerdir. Dilerim ömrünün son yıllarında huzuru bulabilmiştir. İslam’ın ona bu konuda yardım ettiğine dair bir izlenimim var, ama doğrusunu Allah bilir.
Sinead O’Connor’ın çalkantılı hayatının son ürünü, ki biz yabancıları asıl ilgilendiren de bu, harikulade sanatı ve birbirinden güzel şarkıları oldu. 1987 ve 1990’da çıkardığı ve soul, rock ve funk türlerini harmanlayan şarkılarını 1992 ve 1994’te çıkardığı iki albümle zirveye çıkardı. 92’de çıkan Am I not Your Girl (Ben Senin Kadının Değil Miyim) ünlü jazz şarkılarının Sinead O’Connor yorumudur ve salt güzel şarkı dinlemek isteyenlere önerilecek kalitededir. Ama 94’te çıkan Universal Mother (Evrensel Anne) bana göre, Sinead O’Connor müziğinin zirvesidir. Hem politik hem sanatsal hem duygusal olarak sakin, bütünlüklü, derin ve güçlü şarkılar var albümde. Yine bir hesaplaşma baladı olan Thank You for Hearing Me (Beni Duyduğun İçin Teşekkür Ederim) eleştirmenlerce çok övülse de ben en çok bu yazıya başlık yaptığım Red Football’u severim. Famine (Kıtlık) de İrlanda patates kıtlığında (1845-1852) ölen İrlandalıların anısını yaşatan bir şarkıdır.
O’Connor’ın sonraki işleri o kadar parlak olmadı. Hepsi güzel şarkılar olsa da 1987-1994 arasında yaptığı şarkıların ateşi diğerlerinde yok. Sonraki şarkılar daha çok yanıp da küllerinden doğan bir kadının dünya, insanlar ve hayatla barışmasını anlatıyor diyebilirim.
Sinead O’Connor 26 Temmuzda aramızdan ayrıldı. Allah taksiratını affetsin.
NOTLAR
[1] Nothing Compares 2 U, Billboard Listesi’nde dünya 1 numarası olmuş; Still Got the Blues ise İngiltere ve ABD İlk 100 listesine girmiş.
[2] Daha sonra bu gitar solosunun Jud’s Gallery isimli bir Alman psychedelic grubunun 1974 tarihli Nordrach şarkısından intihal olduğu ortaya çıktı. Alman mahkemesi, 2008’de Gary Moore’u tazminat ödemeye mahkum etti.
[3] Nothing Compares 2 U’nun Amerikalı siyah şarkıcı Prince tarafından yazılıp bestelendiğini unutmamak lazım tabii.
