Tutti colpevoli, nessuno colpevole: İnsanları Seveceksin


İnsanları Seveceksin filmi zengin adamın nadide konsolunu merdivenlerden yukarı çıkarmaya çalışırken öksürmeye başlayan, ardından da ölen hamalla açılır. Hamal ölür, oğlu acıya boğulur, zengin adam konsolunun derdindedir. “Bunun bedelini ödeteceğim!” diye bağırır, gözünün önünde çalışamayacak kadar yaşlı bir adam ölmemiş gibi. Çocuk gelir, lüks aynaya bir yumruk sallar. “Bunun da bedelini ödet ulan,” der. Çocuğun büyüyüp Cüneyt Arkın olacağını o ân anlarız.

Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı İnsanları Seveceksin, 1978 yapımı bir Melih Gülgen filmi. Aktörün oyunculuğa başladıktan 15 sene sonra oynadığı, olgunluk zamanlarına denk gelen bir film. Türk-İtalyan yapımı diye geçiyor, filmde İtalyan oyuncular da var. Mafya filmine İtalyan oyuncu koymak tam Türk sinemasının yapacağı iş. Filmde mafyanın içinde bir abi ve mafyayla savaşan bir kardeş hikayesi var ama ilk ânda anlaşıldığı şekilde değil.

Halil (Cüneyt Arkın) babasının ölümünden sonra annesi ve kardeşine bakmak için kumarhanede çalışmaya başlar. Babası, ölürken annesiyle kardeşini Halil’e emanet etmiştir. Kumar esnasında kodamanlardan biri adam öldürür; Halil’den suçu üstlenmesini ister, ailesine bakacağının teminatını verir. O zamana kadar annesiyle kardeşinin açlık ve sefaletle boğuşmasını izleyen Halil, bunu kabul eder. Kardeşine göre evden gider. Ama aslında hapse girer.

Hapishane sahneleri kolayına, çarçabuk anlatılıp geçilmiyor filmde. Zaten Tatar Ramazan da dahil olmak üzere bu kadar çok polisiye filme imza atan bir yönetmenden aksini beklemek hata olur. Hapishane koşulları, devletin ilgisizliği, basının haber peşinde koşmaktan başka bir şey yapmaması gibi konular spot halinde veriliyor; fakat filmin daha da ellerini kirletip cesaretle daldığı bir başka konu var: oğlancılık. Hapishanenin zenginleri gözlerine kestirdikleri erkek çocuklarını istiyorlar, yanlarına getirtiyorlar. Halil bu oyunu bozunca çocuklardan biri onu bıçaklıyor, bıçaklarken de “O benim ekmek paramdı,” diye haykırıyor. Dönemine göre çok cesur hatta cüretkâr bir sahne. Hem bu işin zenginlerin eğlencesi olduğunu göstermesi hem de buna nasıl rıza gösterilir bunu anlatması bakımından. Halil’in bir fert olarak kahraman, kurtarıcı olması da kâr etmiyor; zira düzen bozuk, düzen zenginin ve kötünün düzeni.

Zaten kendisi de hapishanede verdiği röportajda ikrar ediyor bunu. “Bireyin suçunda toplumun izi vardır,” diyor. Filmin temeli ve insanı düşünmeye asıl sevk eden kısım da burası. Bir çocuğun işlemediği suçu üstlenmesinde babasız kalan aileye sahip çıkmayan toplumun hatta devletin payı var. Bir çocuğun ekmek çalmasında da aynı sahipsizlik var. Toplum bozuk yapılanmışsa sadece işlenen suçlar değil günlük hayatta normal addedilen çarpık davranışlarımızdan, tutumlarımızdan bile tek başımıza sorumlu olamayız. Ama bu çarpıklığı işaretlemek için bile bir kahraman lazım. En azından içimizde. Film biraz da sürekli kahramanlık yapan, hem kurtaran hem kötü görünmeyi göze alan birinin fedakarlığının bile bozuk düzene yetip yetmediğini sorgulatıyor. Tabii Türk filmi olduğu için adam İtalyan mafyasına bile yetişiyor ama gerçek hayatta bir kahramanın eli en çok nereye yetişir? Bizi kurtarmaya çalışan biriyle karşılaştığımızda ilk tepkimiz oradaki menfaatlerimizin korunmaması olmaz mı hapishanedeki oğlan çocuğu gibi? Hem tek başına kurtuluş bir işe yaramıyor diyorsak tek başına kahramanlık ne işe yarar?

Birçok işe yarayabilir. Aç bir çocuğun karnı doyar, dünyası güvenli hale gelir ve böylece mesela çetelere ve suça karşı savaşmayı seçebilir. Filmde Halil’in kardeşinin yaptığı tam olarak bu zaten ama bunun için kendini feda eden bir abi var ortada. Demek ki tek başına bir kahraman pek çok şeyi kurtarabiliyor. Halil bu arada grev yapan işçileri de destekliyor. İşçilerin düşmanı adamla başta bundan haberi olmadan iş yapmaya kalkışıyor ama bakıyor işçiler grevde, haklarını arıyorlar, hemen onların yanına geçiyor. Yani kendi adalet anlayışını her yerde tahkim eden bir kahramanla karşı karşıyayız. Ne ki böyle güçlü bir adam oğlu karşısında çaresiz kalıyor.

Hapishaneye röportaja gelen kadınla evlenip ondan bir çocuk yapıyor Halil; biz bu çocuğun yeni yetme hallerini görüyoruz. Babası başını sürekli belaya soktuğu için evde değil, baba görmemiş. Annesiyle büyümüş ama eve sadece annesinden para almaya uğrayan şımarık bir çocuk başta. Ama film ilerledikçe babasızlığının acısını neyden çıkaracağını bilmeyen, girdiği zengin ortamlarından da çok sıkılan, hatta onlara “Hepiniz manyaksınız,” diye bağıran çok dobra bir karakter çıkıyor bu şımarık görüntünün altından. Bu dobralığını babasının canını sıkmak için de kullanıyor bol bol. Çocuk en başta zengin, evli bir kadınla beraber; sürekli ot partilerinde. Ama bir noktadan sonra bunun da anlamsızlığını görüp bırakıyor o işleri.

Halil oğluna yaklaşmak, onunla bağ kurmak için elinden geleni yapıyor. Onunla geziyor, konuşuyor, kıyafet alıyor, araba alıyor, ortamlara sokuyor, dilini anlamak için uğraşıyor ama ne yapsa kâr etmiyor. Oğlu onsuz geçirdiği yıllar, mahrum kaldığı imkanlar, görmediği babalıktan ötürü çok kızgın. Çok güzel bir cümlesi vardır Halil’in bir yerde, “Neden dost olamıyoruz” der. Kendini fütursuzca her mazlumun önüne atan, haksızlıklara karşı var gücüyle duran kahraman kendi oğluna yaptığı haksızlığı bir türlü telafi edemez. Bu paradoksu çok güzel işler film, gerçekçiliği biraz burada da yatar.

Aklıma bağ kurulamayan bir başka oğul, Kevin geliyor bu noktada. Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin, 2011) filmini bilirsiniz. Kevin’ın annesi istemeden hamile kaldığı oğluyla bir türlü bağ kuramaz ve oğlu da en sonunda kardeşi ve babası da dahil olmak üzere onlarca insanı öldürdüğü bir seri katliam yapar. Kevin, annesiz, kendisiyle bağ kurulmamış bir çocuk tabii bu yüzden sadece şiddet uyguluyor her alanda, her düzeyde. İnsanları Seveceksin filmindeki oğulun hem onunla bağ kuran, şefkat sevgi gösteren bir annesi var hem de babası kendisine yönelen saldırıları göğüsleyecek güce sahip. Yüzeyde bir bağ yok gibi duruyor ama babanın karakteri derinlerde o bağı kurmuş çoktan. Baba, çocuğun saldırılarına alan açıyor; bunu kendine çekiyor ve aslında bir nevi suçtan koruyor oğlunu. İçerdeki şiddeti dışarı çıkartan, akıtan, çocuğu konuşturan bir baba karşımızdaki ve yine aslında kendi benliğini feda ederek yapıyor bunu. Bu da kahramanlık. Üstelik suçun miras kalmasını engelleyen bir kahramanlık. Hatalarını üstlenerek, sorumluluk alarak oğlundan bir suçlu yaratılmasının da önüne geçiyor baba.

Halil’in savcı kardeşi bir yerde “Suç mirastır,” diyor, “baba suçluysa oğul da suçlu olur.” Halbuki suçlu bir ağabeyin kardeşi. Ama suça karşı savaşıyor. Aslında ağabeyinin de kendi başına bir suçu yok, toplumun kurbanı. Halil’in kardeşi özcü bir yaklaşım sergilese de biz bütün film boyunca Halil’in o noktaya gelmesinin hiç genetik bir şey olmadığını, tamamen toplumsal koşullardan ve kendi tercihlerinden kaynaklandığını izliyoruz. En sonunda kardeşini korumak için hem mafyayla savaşması hem de onun önüne atlaması Halil’in miras aldığı tek şeyin insanları sevmek, sevdiklerini canla başla korumak olduğunu gösteriyor. Babasının sözünü miras alıyor aslında, ilk sahnede ölürken “Ananla kardeşin sana emanet,” demesi ömrü boyunca boynundan indirmediği bir vazife. Babasının o hasta haliyle hamallık yapması da ailesi için kendini siper etmesiydi bir bakıma. Savcı kardeş büyük nutuklar çekerken, kelle koltukta mafyayla dalaşa giren yine Halil oluyor. Halil yine kardeşi yaşasın, gün görsün diye kendini feda etmekten çekinmiyor. Halil ölürken kardeşi neden diye soruyor, Halil ise sadece kardeşinin gözlerine bakıyor. Anlıyor mu anlamıyor mu bu kısmı seyirciye bırakılmış. Kardeşlik genetik miraslardan ve ortaklıklardan çok daha başka bir şeydir diyor bir yandan film bize, büyük bir sevme kapasitesi gerektirir.

İtalyan mafyasının ünlü bir lafı var: Tutti colpevoli, nessuno colpevole. “Herkes suçluysa kimse suçlu değildir,” anlamında. Bireyin suçunda toplumun izi olmasıyla paralel bir laf. Mafya için de kullanışlı bir laf tabii. Fakat Türk gerçekçiliğine pek o kadar uymuyor. Bizde kimsenin suçu yoksa illa herkesin bir parmağı oluyor.

İnsanları Seveceksin her suç filminin sordurması gereken o soruyu atıyor ortaya: Bir insanı katil yapan şey nedir? Gelgelelim, polisiye filmlerde bu konu üzerine uzun uzadıya düşünürken burada tek bir adamın her şeye karşı savaşması, kendini sürekli feda etmesi ve başlı başına Cüneyt Arkın o denli kanımıza giriyor ki kahramanlık kader midir ya da bir kere kahraman olan hep kahraman olmak zorunda mıdır diye düşünüp duruyoruz. Üstelik nutuk atanın elleri kirlenmezken, insanları seven hep mi ölür be kardeşim diye üzülmekten sosyolojik bir bakış da geliştiremiyoruz.

Etiketler
Cüneyt Arkın Melih Gülgen İnsanları Seveceksin Tatar Ramazan mafya filmi suç filmi Türk sineması kahraman