Sergiler ve konserler kimindir?


İlkokul öğretmenimiz bizi arkeoloji müzesine götüreceğini söylediğinde bende oluşan ilk duygu merak ve heyecandı. Okul gezileri her çocuk için aynı anlamı ifade eder mi bilmiyorum ama, benim için yeni olan her şey gibi bu da çok özeldi.

Okul gezilerinin klasik rutinleri vardır. Gereken izinler alınır, birkaç sınıf birleştirilir ve servis ayarlanır. Öğretmenle beraber gönüllü yardımcı veliler gelir. Sıkı tembihler sıralanır: 

“Tek sıra halinde itiş kakış yapmadan ve öndeki arkadaşınızın omzuna hafifçe dokunarak sıra olun. İp gibi. Müzede bağırmak ve eşyalara dokunmak kesinlikle yasak. Gruptan ayrılmayın. Tuvalet ve diğer ihtiyaçlarınız için öğretmeninize seslenin. Söz almadan evvel parmak kaldırın. Sırayla konuşun…”

Bazısı benimle aynı heyecanı paylaşırken bazısı kendi eğlencesine dalmış, kurallara harfiyen uyanlar ve bu durumu umursamayan bir sürü çocuk. Meraklı gözler. Duyarlı kulaklar. Sorumluluk duygusu ile biraz gergin yetişkinler ve umarsız çocuklar.

Öğretmenimiz diğer sınıfın öğretmeni ve sınıf annesi ile her ân iletişim halinde, iki sefer kontrol ederek baş sayıyor. 90’larda sınıf annesi çok popüler bir pozisyondu. Hâlâ öyle mi bilmiyorum. Bu, bilirkişi edasıyla sınıfın şefkat timsali olan kadın her türlü etkinlikte mağrur ifadesini takınarak başı çekerdi. Benimse o yaşlarda aklımda deli sorular: Bu kadını bu makama kim atıyor? 

Atatürk’ün evini ziyaretle taçlanacak arkeoloji müzesi gezisi benim ilk müze tecrübem. Özel aydınlatılmış nesnelerin ifade ettiği anlamları düşünürken müze görevlisinin anlattığı karmaşık şeyleri anlamaya çalışıyorum. Bir sürü Latince ifadeden anladığım tek şey buradaki nesnelerin çok ama çok eski zamanlardan kalma olduğu. Evet, çok ama çok uzun yıllar… 

Şu ân bunları idrak ederken ve kısacık ömrümüzün ifade ettiği sayısal değeri düşünürken çocuk aklımla o heykel ve nesnelerle ilgili ne düşündüm bilmiyorum. Muhtemelen orada gördüğüm, yüzlerce yıl öncesine ait su kabından içen kızı hayal etmişimdir. Karanlık bir ortamda, özel korunmuş cam kutularda aydınlanmış nesnelerin etrafında sakince dolaştığımı hatırlıyorum. Merak ve heyecanımı paylaşan arkadaşlarım ve hiç de aynı tadı almayan diğer akranlarımla beraber müze ziyaretimizi tamamladık. 

O günden sonra bana bir şey oldu. Sonraki sergi ve konser ziyaretlerimle pekişen bu his, bendeki, asılı pencerelerin ardında duran şeyleri görme arzusunu katlanarak büyüttü. Duvarlara asılı pencerelerden, bazen yüzyıllar öncesine bakarken bazen de bir sanatçının tuvaldeki kalbine, bedenine, gözlerine, düşünce dünyasına bakabiliyordum. İnsan hikayelerini dinlemeyi, diğerlerinin hayatına bakmayı seven bir çocuk olarak, ben bakayım izleyeyim diye asılı duran materyaller büyüleyiciydi. 

Sanatın büyüsüne bir ânda kapılırsın. Renklerin ya da renksizliğin, hislerin, hissizliğin şiirsel anlatımı karşısında bakakalmak. Yorgun bacaklarının seni uyandırması ile büyülü ândan ayrılmak. 

Bazen beni şaşırtan şeyler olduğu gibi, başkalarıyla ortak bir duyguda buluştuğumdaki bütünlenme hissiydi beni büyüleyen. Zamanla konser, sergi ve tiyatro müptelası oldum. Sanatın cömertçe sunulduğu her duvarın ve sahnenin önünde durdum ve seyrettim. Nuri İyem’in Üç Güzeller’ine, Miro’nun Kuş Tutan El’ine, Zaha Hadid’in modern mimari yapılarına ideolojik fikri, yaşam tarzı ve mensup olduğu sanat akımına bakmaksızın, sanatın üstüne eğildim. İnsan o dünyanın içine daldığında ve asılı yaşamlardaki hisli bütünlüğü bir kez tattığında bir ömür o duyguyu özleyerek yaşıyor. Kulak güzel bir müzik duymak, göz iyi bir heykel görmek, kalp ise hazla dolmak istiyor. Sanat hazzı…

Henüz liseye giderken, Adana’da her hafta düzenlenen senfoni konserlerinden haberdar oldum. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası, Adana Şehir Tiyatrosu binasında her hafta orkestra tematik konserler düzenliyor ve canlı performans sergiliyordu. Babam entelektüel birikimi ve okur yazarlığı olan bir adam olduğu, müze ve tarihî mekan gezmeyi sevdiği halde konser, opera ve sergiye ciddi mesafeli bir adam. Galeri, fuaye ve sahne sanatlarının gösterildiği mekanları belli bir cemiyete ait algılıyor. Ait olmadığı zümrenin üretimindeki ürünleri, ait olmadığı bir toplulukla izlerken aidiyet hissetmediği için ötekilik duygusu yaşadığını tahmin ediyorum. Ama ben genç yetişkinken ve dünyadan habersizken, henüz bir zümreye ait hissetmiyordum kendimi. Ait olduğum bir grup varsa da farkında değildim. 

Babama bir gün, kız kardeşimle konsere gitmek istediğimizi söyledim. “Ne konseri?” sorusuna verdiğim “Senfoni,” cevabı babamı tatmin etmedi. “Olmaz,” dedi. “Sizin başörtülü fotoğrafınızı çekip gazeteye koyarlar. ‘Başörtülüler klasik müzik dinlemeye geldi,’ diye başlık atarlar.”  Anlattığım dönem 2000’lerin başı. Milenyuma girmişiz, güya uçuyoruz. Gazeteci olmayan babamın attığı profesyonel başlık beni hem incitti hem şaşırttı. “Ne alakası var?” dediğimi hatırlıyorum. Bir bağlantı kuramamıştım. 

Büyüyüp yetişkin bir kadın olduğumda, üniversite yaşantım boyunca konser, sergi, tiyatro, sahne sanatları, klasik ve modern dans olmak üzere her türlü gösteriyi izledim. Bir kere bile gazeteye manşet olmadım çok şükür. Ama ne zaman tuhaf bir bakış denk gelse ötekilik duygusu sardı, bir ân, bir saniye süren rahatsızlık beni her defasında babamın attığı manşete götürdü.

Bu ötekilik duygusu insanın paçasına her yerde yapışabilir. Burjuva değilseniz ve babanız caz dinlemiyorsa “Batılı” müzikler size yabancı mıdır? Yoksa, müziğin evrenselliği tüm toplumu sarıp sarmalar mı? Müzik bütüncül ve barışçı mıdır, evrensel midir? Peki, belli bir zümreye ait sınıfsal müzik türleri var mıdır? Caz, seçkinlere (!) ait bir tür müdür? Klasik müzik dinleyen soylu, türkü dinleyen köylü müdür? Bunlar basit, çocukça sorular. Otomatik, gerçek ve yalınkat.

Aidiyet, ötekilik ve klasik müzikten söz etmişken 2020’lerin dikkat çeken sanatçılarından Büşra Kayıkçı’yı anmadan geçemeyiz sanırım. Şahsen Kayıkçı’nın sanatıyla sosyal medya hesapları aracılığıyla tanıştım. Neo-klasik denilen bir müzik yapıyor. Minimalist ve multi disipliner bir sanatçı. Mimar-ressam-müzisyen. Sürekli tekrar eden notaları sade ve akıcı, müziğinin sesi yoğun ve güçlü. İlk albümü Eskizler’i Spotfiy’da dinlemiştim. Sonrasında müzik kariyeri boyunca kendisini ve müziğini takip ettim. 

Kayıkçı, 2020’de  27.’si düzenlenen İstanbul Caz Festivali’nde sahne aldı. Sonraki kariyeri malum. İlgi duyanlar sanatçının diskografiyesine ve çalıştığı sanatçılara bakabilir. Bakarken, Caz Festivali sonrası yediği linçlere de bakmayı ihmal etmeyin. Sanatındaki başarısını kanıtlamazdan evvel ona yapılan acımasız eleştirilere. Her yerden kuşatılan genç kadının yaşadığı duyguyu tahmin etmeye çalışın. Bir insanın cinsiyeti, dini, dili, ırkı, icra ettiği sanat dalı eleştiri konusu olabilir mi? Sanatçının, sanat eseri her türlü eleştiriye ve yoruma açık pozisyonda topluma sunulur. Sanatçı o eleştirileri basamak olarak kullanır ve yükselir. Övgüler ve alkışlar onu yüreklendirirken, eleştiriler ileriye taşır. Kendisinin etnik kimliği, dini ve yaşam tarzı eleştiriye açık değildir. Ortada olan, açıkta olan, cephede olan sanat eseridir. Saygı çerçevesinde, topla tüfekle dalabilirsiniz. Seversiniz ya da sevmezsiniz. Özgürsünüz ey halk!

Bir gün sanatçıyı kimliğinden dolayı hor görmediğimiz, mahallesinden ve yaşam tarzından bağımsız olarak eserlerini değerlendirdiğimiz bir seviyeye gelir miyiz bilmiyorum ama, işine bakan ve cesurca üreten sanatçılar alıp yürüyor. Bu tür sanatçılar önce yurt dışında rüştünü ispat ediyor ve Türkiye’de de ancak öyle saygı görmeye başlıyor. Evrensel başarıya (tarafgir ve ideolojik ödüllerden bahsetmiyorum) ulaşınca ülkede saygı gören sanatçılar…

Benim içimdeki sanat sevgisi, ilkokul gezisinde arkadaşımın omzuna dokunduğum ândan beri devam ediyor. Hâla aynı merakla sessizce ve  tek sıra halinde arkadaşımın omzuna dokunarak izlemeye devam ediyorum. Ruhu incelten, insana zerafet katan ve ufkunu genişleten bir disiplindir sanat. Çocuklarınızı ve ruhunuzu ilgi duyduğunuz sanat dallarıyla buluşturun. Konserler tiyatrolar, operalar müzeler, sergiler türküler, bozlaklar âşıklar hepsi bizimdir.

Etiketler
Büşra kayıkçı ayşegül temizer sanat çukurova devlet senfoni orkestrası adana şehir tiyatrosu zaha hadid nuri iyem miro