Bir kılavuz, bir teşekkür
Üç anekdotla başlayalım. Birincisini Murat Belge aktarıyor. Kemal Tahir bir gece yarısı Sencer Divitçioğlu’nu arayarak “Yahu bu devlet işini ne yapacağız?” diye sormuş. İkincisi, İsmail Coşkun’un Kemal Tahir romanlarının okuru çapraz sorguya aldığı şeklindeki tespiti. Üçüncü ve son anekdot, Kemal Tahir’in Hür Şehrin İnsanları metninde geçen bir cümle: “Her şey evvela siyasidir, sonra her neyse o.”
Kemal Tahir’in devlet için kurduğu cümleyi edebiyat kamusunun bir üyesi için kursak merkezde yine Kemal Tahir olurdu. Öyle sanıyorum ki dikkatli bir Kemal Tahir okurunun arkadaşını arayarak “Yahu bu Kemal Tahir işini ne yapacağız?” diye sorması kuvvetle muhtemeldir. Bu soru Coşkun’un tespitinden kaynaklanır bir yönüyle. Çapraz sorguda olduğumuzu hissederiz Kemal Tahir okurken. Sözgelimi Kemal Tahir’in fikirlerini Doktor Münir’in, Abdülkerim Bey’in, Gazeteci Murat’ın ya da başka bir merkezî karakterin dillendirdiğini düşünürüz. Üç beş sayfa ilerledikten sonra görürüz ki Kör Şaban, Dadal Efendi, Gülnihal Dadı gibi, Kemal Tahir karakterleri deyince ilk elden akla gelmeyecek isimlerin fikirleri bize daha cazip gelmeye başlamıştır. Hatta yazar, aslında kıyıdaki karakteri tutuyor diye düşünürüz. Roman biter ve kime hak vereceğimizi bilemeden öylece kalırız. Gerçeği zapt etmemize yarayacak bir yorum bekleyen kolaycı tarafımıza hitap etmemiştir kitap. Fikir curnatası yaşarız deyim yerindeyse.
Türk edebiyatında diyalektik, kendinden çok adı var olmuş bir yaklaşımdır. Kemal Tahir’de gördüğümüz ise gerçek anlamda diyalektik düşünce; roman eleştirisine Bahtin’in kazıdığı kavramla söylersek diyalojidir. Diyalektik ve diyaloji arasındaki ilişki, özle biçim arasındaki uyumu, teorinin pratik tarafından her defasında sınava tabi tutulduğu bir yazma biçimini ifade eder. Gerçeğe sadakat, Kemal Tahir romanlarının en temel özelliğidir. Gerçeğin bir kez ele geçirilip sürgit kullanılamayacağını söyler. Bu konudaki katı ısrarını bir benzetmeyle açabiliriz. Karşımızda bir insan olduğunu ve onun yüzüne baktığımızı düşünelim. Bakışlarımız hiçbir zaman karşımızdakini ânın içerisinde yakalayamayacaktır. Zaman akıp gitmekte ve baktığımız yüz boyuna değişmekte, yaşlanmaktadır. Karşımızdaki yüzün gerçekliği akış halindedir. Bu örneği abartılı bulanlar olabilir. O halde bir anekdot daha. Aziz Nesin Kemal Tahir’den aktarıyor: “Evinin kapı numarasından bile şüphe edeceksin. Değiştirdiler mi, duruyor mu diye...”
Gerçeğe sadakat, her şeyin evvela siyasi olduğu düşüncesini beraberinde getirir. Nesneler, olaylar, insanlar birer sabit öz değil, çeşitli ilişki ve koşullar içerisinde bize kendini gösteren (yahut gizleyen) durumlardır. Siyasi bakış sayesinde söz konusu ilişki ve koşullar belirgin hale gelir. Her şey evvela siyasi ise, okuma eylemi de siyasidir. İlişkisel okuma, anlık duygulanımlardan kurtularak metne nüfuz etmeyi, metnin siyasetini en geniş bağlam içerisinde çözümlemeyi sağlar. Bu açıdan kılavuz metinler zor yazarlar için işaret fişeği işlevi görür.
Türkiye’de düşünce ve edebiyatın en fakir olduğu alanlardan biridir okuma kılavuzu yazımı. Kılavuz tarzı çalışmaların neredeyse tamamı çeviri metinlerdir. Telif metinlerin de çeviriden farkı yoktur. Zaten bunların çoğu Marx, Heidegger ya da Adorno gibi isimler hakkındadır. Okuma kılavuzu meselesinin bir diğer yönü de reel politikadır. Stalin hakkındaki bir okuma kılavuzunun parti mevzuatından aman aman bir farkı olduğu söylenemez. Sosyal bilimler alanında kaleme alınmıştır kılavuz metinlerin çoğu. Bir edebiyatçı için kılavuz hazırlamak kimin aklına gelir? Elbette üniversitelerdeki edebiyat kürsülerinin, demek istiyor insan. Halbuki sosyal bilimcilerin edebiyata ilgisi, edebiyat profesörlerinin ilgisinden daha canlı, daha bugüne ilişkindir.
Kemal Tahir'i Okuma Kılavuzu da bir sosyal bilimci tarafından yazılmış. Sosyolog Mehmet Güven Avcı, yukarıda bahsettiğimiz ilişkisel okumanın gerekliliğini net bir biçimde ortaya koyuyor. Kitapta cevabı bulunabilecek birkaç soru, ilişkisellik derken neyi kastettiğimi anlatmama yardımcı olacaktır. Kemal Tahir romanlarını hangi sırayla okumak gerekir? Bu romanlar hakkında yapılan Esir Şehir üçlemesi, Çorum üçlemesi (Ömer Yalçınova “Narlıca üçlemesi” diyor), köy romanları, hapishane romanları, şehir romanları gibi tasnifler doğru bir yaklaşım mıdır? Kemal Tahir romanlarının yerleştirilebileceği en geniş okuma bağlamı nedir? Romanlarda yer alan ortak karakterler, okuma eylemine verilecek düzeni nasıl etkiler? Kitapların tefrika ve yayın tarihleri neyi ifade eder? Kemal Tahir’in sanatı ve biyografisine ilişkin temel metinler nelerdir ve hangi tarihsel koşullara yaslanır? Romanlar etrafında dönen belli başlı tartışmalar, tabiri caizse yayın olayları nelerdir? Kemal Tahir’i Okuma Kılavuzu bunlar gibi daha pek çok soruya cevap veriyor. Okuma eylemine tarihsel derinlik katacak bir bakış önerisi sunuyor.
Yazıyı sonlandırmadan kişisel tecrübemi paylaşmak, böylece Kılavuz’un önemine dair bir hususun daha altını çizmek isterim. Kemal Tahir’i ilk olarak üniversite yıllarımda, Ankara’da okudum. Birleşik Kitabevi’nden başka kitaplarla beraber Yorgun Savaşçı’yı da aldığım günü dün gibi hatırlıyorum. Uzun zamandır okumayı düşündüğüm bir romancıya nereden başlayacağımı bilmiyordum ve ancak bugünden bakınca tespit edebildiğim kişisel gerekçelerle Yorgun Savaşçı’yı seçtim. Neydi o kişisel gerekçeler? Savaşmayı önemsiyordum. Savaşın, savaşmanın bugünkü anlamı üzerine kafa yoruyordum. Neo-epik şiirle tanışmıştım ve bu şiir, kahramanlık şiiriydi. Ama nasıl bir kahramanlık? Elbette Homeros ya da Dede Korkut’taki gibi iyinin ve kötünün olanca yalınlığıyla seçildiği bir kahramanlık değildi bu. Ne sosyal kökenim, ne elimdeki imkanlar, ne de hayatın akışı kahramanlığa geleneksel anlamlar yüklememe izin veriyordu. Kahramanlık düşüncesindeki ihtişama öğrenci evinin sıradanlığı, savaşma arzusuna kent hayatının sebepli sebepsiz yorgunluğu eşlik ediyordu. İttihatçılar gibi olmasa da ben de kendimi bir çeşit yorgun ve savaşçı olarak algılıyordum galiba.
Yıllar geçti ve Kemal Tahir’in metinlerini, hakkında yazılanları defalarca okudum. Bu sefer kendi hikayemden dışarı çıkarak metne yaklaşmayı denedim. Romanları okurken her defasında “Kemal Tahir’in başyapıtı hangisi?” diye sordum kendime. Kişisel hikayemden veya ideolojik reçetelerden yola çıksam sorunun cevabı son derece basit olurdu. Ne var ki Kemal Tahir'i Okuma Kılavuzu’nu okuyunca bir kez daha fark ettim ki Kemal Tahir’in başyapıtı Kemal Tahir romanlarıdır. Bibliyofilin kulağına hoş gelmese de böyle bir bütünsellikle karşı karşıya olduğumuzu vurgulamam gerekiyor. Kılavuzu bu yüzden hak ediyor Kemal Tahir. Bu hakkı teslim eden Mehmet Güven Avcı’ya Türk okuru olarak teşekkür borcumuz var. Bu kısa yazının gerekçesi de başka bir şey değil.