Dünyanın başındaki parazit
Ketebe Yayınları’nın Teori serisi içerisinde yayınlanan Michel Serres’nin Parazit isimli eseri Türkçeye çevrilen üçüncü Serres çalışması. Ben, Serres’ni Türkçede ilk kez boy gösterdiği Doğayla Sözleşme isimli eseri ile tanımıştım ve hatta 2021 tarihinde bir yayınevinde çalışırken, baskısı çoktan tükenen fakat çerçevelediği mesele itibariyle güncelliğini koruyan Doğayla Sözleşme’yi yeniden basmayı planlamıştık fakat ne yazık ki bazı aksilikler sebebiyle isteğimizi gerçekleştirememiştik.
Ketebe’nin, Serres’nin önemli eserleri arasında ilk sıralarda yer alan Parazit’i Türkçeye kazandırmasını heyecanla karşıladım çünkü Serres’nin ülkemizde tanınırlığı, dikkatli okurlarımızın fikir dünyasına Michel Foucault veya Jacques Derrida’nın tanınırlığından daha önemli katkılar yapacaktır diye düşünüyorum. Elbette bu düşüncemi ispata kalkışmak için bu yazıyı bir vesile olarak kullanmayacağım, fakat Parazit ve Serres hakkında söylemeye çalışacaklarımın önemine vurgu açısından küçük bir parantez açmayı uygun gördüm.
Serres bir eleştirmenin vurguladığı ve benim de hoşuma giden bir tabirle, “Düşünceye karşı düşünür.” Aslında herkesin böyle olduğunu düşünebilirsiniz. Bu sebeple burada köşeli bir parantezle şunu belirtmem gerekiyor, [Serres kendi düşüncelerine karşı düşünür.] Düşüncenin ne denli sahiplenilen bir şey olduğunu fark edemeyiz çoğu zaman. Belki de bir parazit gibi yaşar bizimle bu sahipleniş. Mesela insanların en çok parayı sahiplendiği söylenir fakat aslında o parazitin adı ‘paraya sahip olma’ düşüncesidir. Filhakika Serres, kendi düşüncelerine karşı düşünmekle, birçok düşünürden daha dikkat çekici bir tavra sahip olmuştur ve böylece paraziti beslemekten kaçınmıştır.
Parazit isimli eserde o kadar çok konu ve problem ayrıntılamaya çalışılıyor ki direkt olarak işaret edilebilecek tek bir noktayı bulmak nâmümkün. Çoğu zaman sualler ile bezenmiş bir metin sonuçsuzmuş gibi görünür fakat hangi soruyu sormamız gerektiği üzerine düşünmemizin önemini vurgular, Serres de çoğu noktada sualler ile yazılarını tamamlıyor. Dünyanın başlangıcında ne vardı suali üzerine düşünmek meşhurdur. Serres, Parazit’te ‘başlangıçta gürültü vardı’ düşüncesi ile kapıyı aralamaya başlıyor. Aralık kapıdan Serres’nin fark ettiği ilk şey, Parazit’in ‘hiçbir şey alıp vermeyen’ bir yapıda olduğu. Bu düşünce kimilerine göre olumsuz olarak nitelendirilebilir fakat Serres bununla Parazit’in dışlanması gereken bir şey olmadığına dair bir pencere açmaya çalışıyor.
Yazımın bu noktasına kadar Parazit konusunda, bazı okurlarımın kafasında belirsizlik hüküm sürüyor olabilir. Mesela, Serres’nin anlattığı Parazit’in ne olduğunu sanki söylememiş gibi görünebilir. Bu sebeple tekrara düşeceğimi bilerek, Parazit’in Gürültü ile eşleştiğini söylemenin iyi olacağını düşünüyorum. Hatta Serres’den bir iktibas ile çerçeveyi genişletmeye çalışayım. “Fare sesine dayanamayan Descartes, temelini daha iyi bulabilmek adına kendi evini yakar.”
Bu paragrafın başında, aslında ne denli zor bir işe giriştiğimi fark ediyorum. Parazit isimli eser hakkında bir kritik hazırlamak belki de tamamlanamayacak bir çaba fakat bir taraftan da eğlenceli. Parazit bir roman olsaydı ki roman dememek için kendimi zor tutuyorum, hikâyesinin ilgi çekici noktalarını kelimelere döküp işin içinden sıyrılabilirdim. Parazit bir film olsaydı ki film olması zor olsa da müthiş bir belgesel konusuna sahip, sinematografisinin veya objektifle yakaladıklarının güzelliğinden bahsederek kendime kolaylık sağlayabilirdim. Bunları yapamadığım için kendime çaresiz bir hâlde kızıyorum fakat yine de Parazit’in hem roman hem de belgesel olmamasına da bir şey diyemiyorum. Üstelik roman ve belgesel olmamasına da mutlu oluyorum içten içe.
Ve belki de Parazit eseri hakkında yazılabilecek bir yazı en iyi nasıl bitirilirse, öyle bitiyorum. Şu kitabın ismini anarak: The Mushroom at the End of the World.