Feroz Ahmad'i nasıl bilirdiniz?


Tarih okumaya ne zaman başladım diye düşünüyorum. Sanırım 2008’de. Hiç şüphesiz öncesinde tarihin farklı dönemleri ve isimleri hakkında okuduğum metinler vardı. Ama bunlar tarih okumak şeklindeki entelektüel pratiğin miladı olmayı hak edecek uğraşlar değildi. Neydi 2008’i milat kılan? Ankara’ya gidişimin ikinci yılı, Fayrap’ta yazmaya başlamamın ilk zamanlarıydı. Benim için bir fakülte olan uzun yürüyüşlerimizin birinde yolumuz kitapçıya düştü. Hakan Arslanbenzer, Bernard Lewis’in 2007’de Tarih Kurumu’ndan çıkan kitabı Modern Türkiye’nin Doğuşu’nu elime tutuşturdu. Kitabı birkaç gün içinde bitirdim.

Bu kadar hızlı davranmam, şehre karışmaya ilişkin yazımda bahsettiğim nedenlerle açıklanabilir. Tüm nedenler arasında ilk sıraya kimlik meselesini yazmam gerekiyor. Şehre karışmak, kafa karışıklığıydı bir nevi. İlk defa kim olduğumu merak ediyordum. Babam şimdi anımsamadığım binbir sebeple Türkmen olduğumuzu söylerdi hep. İki komşu köyümüzün yörük olduğunu da ekleyerek uzun hikayeler anlatırdı. Kılıçtan dönme Müslümanlık, Hıdırellez, “Yonan gavurları,” “rahmetli Kenan Evren,” Kara Oğlan… Hafızamı ve okuyucunun sabrını zorlasam uzayıp gidecek olan bu listeden bende ne kaldı? Babamın yüz hatları dışında belli belirsiz imgeler.

Kim olduğum sorusu geçerliliğini koruyordu haliyle. 1988’de doğmuştum ama bir hayatım olduğunu söylemem imkansızdı. Hayatı önce şiirde, hemen peşinden tarihte aradığımı fark ediyorum şimdi. Kracauer’un tabiriyle “sondan bir önceki şeyler”i anlamak, yani Ankara’da ve o ândaki Murat’ı anlamak (Var etmek mi demeliyim?) için tarih okumaya başladım galiba. Dolayısıyla Modern Türkiye’nin Doğuşu’na gayet öznel bir doğuşun eşlik etmesini gözetiyordum.

Yazının kompozisyonu iyiden iyiye şahsi ve muhterem bir yere kayıyor, farkındayım. Yine de burada vurgulamak istediğim şey, şahsilikle gayrişahsilik arasındaki bir ilişki biçimi ve bir yönüyle de bana özgü değil. Yirmi yaşında insan en yakın tarihten başlamak üzere genel bir tarih anlayışına sahip olmak ister. Kültür tarihi, siyasi tarih, askeri tarih, düşünce tarihi gibi alt başlıklar altında sıralanan ve kılı kırk yaran metinler böyle birine hitap etmez. Sıraladığım başlıkların hepsini kapsayan, genel tarih kitabı diyebileceğimiz metinler daha davetkardır.

Bernard Lewis’in öğrencisi Feroz Ahmad’in Modern Türkiye’nin Oluşumu (Oluşum sözcüğünün Doğuş’a nazaran erekselcilikten uzak olduğunu belirtmekte fayda var) kitabı da böyle bir eser. Hocasından sonra bu konuyla ilgili kitaplığıma girmiş ikinci isim aynı zamanda. Devamında yine Kaynak Yayınlarından çıkan Niyazi Berkes’e ait Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler’i edindiğimi hatırlıyorum. Bu kitaplar deyim yerindeyse Kenan Akyüz’ün edebiyat alanında yaptığını yapan metinlerdir. Sahayı tanımayı, güncelin üzerindeki gölgesi henüz kalkmamış meseleleri toplu halde görmeyi, egemenliği altında yaşadığımız devletin anatomisini çıkarmayı sağlar. Çıkarımların ne kadar sağlıklı olduğu sonradan anlaşılacaktır. Zaman zaman kendisine dönülecek metinlerdir ilk elden okuduklarımız.

Okuryazarlık serüvenimde Feroz Ahmad’e farklı isimler üzerinden döndüğümü söyleyebilirim. Tek başına merak ettiğim ya da unuttuğum bir konu için Ahmad’e dönmedim hiç. Lewis, Zürcher, Niyazi Berkes, Doğan Avcıoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Hikmet Bayur, Sina Akşin, Çağlar Keyder, Ahmet Kuyaş gibi isimleri okurken yolum düştü daha çok. Aykut Kansu, Selim Deringil, Kaan Durukan, Christine M. Philliou, Gavin D. Brockett ve daha pek çok ismi Feroz Ahmad’e şöyle bir dönüp bakmamı sağlayan yazarlara ekleyeyim.

Ahmad, modern Türk tarihçiliğinde konumlandırılırken özellikle Zürcher’le karşılaştırılıyor. Başta Zürcher’in kendisi Modern Türkiye’nin Tarihi’nde Ahmad hakkında “Bakış açısı şaşmaz şekilde Kemalisttir,” diyerek karşılaştırmanın işaret fişeğini ateşliyor. Zürcher söyleyip geçtiği bu yargıyı Bir Ulusun İnşası’nda açıyor ve Ahmad’in milliyetçilik ve laikliğin “hemen hemen herkes tarafından” kabul edildiğini söylemesini eleştiriyor. İki tarihçiyi pek çok yönden karşılaştırmak mümkün. Kısaca söylemek gerekirse Zürcher Post-Kemalist bakış açısını önceleyenlerin bayraklaştırdığı bir isimdir. Ahmad ise başka hususlar yanında Zürcher’in hiç sevmediği devrim kelimesini sıklıkla kullanırken Post-Kemalist anlatının uzağında, klasik Kemalist anlatının yakınındadır. Neden içinde veya merkezinde değil de yakınında? Sanırım bu soruya cevap, sınıf meselesine Ahmad’in tüm metinlerinde merkezî bir alan açmasıdır. Bu yönüyle 60’ların düşünce iklimini hatırlatan bir tarihçi tarzına sahiptir. Kemalizm kaçınılmaz gerekliliktir Ahmad’e göre. Ne var ki yeterli olmadığına da kuşku yoktur.

Kemalist, üçüncü dünya tarihçisi, sosyalist tarihçi… Ahmad için kullanılan sıfatlardan bazıları. Ahmad’in hayat hikayesine kabaca göz atmak bile bu ifadelerin hepten yersiz olmadığını gösterir. Rivayete göre Mısır’ı çalışmak istemiş Ahmad. Hocası Lewis Türkiye’yi çalışmaya ikna etmiş onu. 38’de Delhi’de dünyaya gelmiş, ülkesinde sert dönüşümlere şahit olmuş, farklı Batı şehirlerinde bulunmuş ve Türkiye’de hayata gözlerini yummuş bir tarihçiden söz ediyoruz. İttihatçılık, Kemalizm ve Türkiye’de demokrasinin seyrini sınıf laytmotifi üzerinden tartışmış bir isimden.

Tartışmış ifadesi abartı olur belki. Ahmad okurken detaylarda boğulacak vaktinin olmadığını hissedersiniz çünkü. O yazarken nefes nefesedir, siz de okurken. Peki, Feroz Ahmad’den geriye kalan nedir? Resmî tarihe göz kırpan, bugünden çok 60’lara yaklaşan bir tarihçilik. Alternatif tarih söylemine zırnık koklatmama çabası, tarihin cümbüşünden de mahrum bırakır Ahmad’in metinlerini. Meşhur süreklilik-kopuş tartışmalarında kopuşun tarafında yer aldığı sıkça dillendirilir. Ne var ki kopuş veya devrim bile ortalığı velveleye vermeden gerçekleşir onun metinlerinde.

Çeyrek asra yaklaşan AK Parti iktidarı, Doğan Avcıoğlu’nun belli kesimlerde yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Bu bağlamda Türk solunun cuntacılık ve Kürtçlükle ilişkisi, Kemalizmle ilişkisini belirleyen temel parametreler olarak yorumlanabilir. 60’ların düşünce iklimine yakın düştüğünü söylediğim Feroz Ahmad, Avcıoğlu gibi kısmi bir popülerlik yaşayabilir mi? 2014’te kendisine Cumhurbaşkanlığı tarafından Liyakat Nişanı tevcih edilmesi gibi bir anekdot yanında önceki paragrafta savunduğum fikirler bunun mümkün olmadığını ima ediyor. Ölümünün ardından yazılanlara baktığımızda, siyasi atmosferin olanca müsaitliğine rağmen bir bayraklaştırma çabasının olmaması da bunu destekliyor. Böyle olunca, modernleşme tarihimizi merak eden genç okuryazarın yolun başında karşılaşacağı, ilerleyen kilometrelerde nadiren dönüp göz gezdireceği bir isim diyebiliriz Feroz Ahmad için. Tıpkı benim hikayemde olduğu gibi.

Etiketler
Feroz Ahmad Bernard Lewis Modern Türkiye'nin Doğuşu Modern Türkiye'nin Oluşumu Murat Küçükçifci Doğan Avcıoğlu Erik Jan Zürcher Niyazi Berkes