Kül Ormanı: Anlam arayışı ve teslimiyet
Kuşlar yeryüzünü terk etse veya deniz bulunduğunuz kıyıdan çekilse ne yapabilirsiniz?
Kül Ormanı romanında Güzide Ertürk bu soruların peşinden koşuyor. Azra, kıyıdan çekilmiş Ege’yi geri döndürmek için gizem peşine düşüyor, Simurg ile kesişiyor yolu.
Bilindiği üzere Simurg, kuşların ulaşmak için yola çıktığı hakikattir. Yolculukta çeşitli nedenlerden dolayı kuşların bazıları geri döner. Yolu tamamlayanlar ise Simurg’un aslında kendileri olduğunu görürler. Kadim anlatı bize “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisini hikâye formunda anlatmaktadır.
Kül Ormanı’nda yolun bir noktasında Azra’nın hayatının Simurg ile kesişmesi, aradığı denizin kaybettiği hakikat olduğunu gösterir. Deniz ordayken, hep önündeyken bir anda çekip gitmiştir. Yapacağı şey onu geri getirmektir. Geri getirme detayı bize hakikatin aslında bizimle var olduğunu, bizim ondan uzaklaştığımızı ve aradığımızın bir geri getirmek eylemi olduğunu gösterir. Biz hiç bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz bir kaybı aramayız; aradığımız bizatihi kendimizin bir parçası hatta kendimizin aslıdır.
Kuşların Simurg’u bulduğunda Simurg’un kendileri olduğunu görmeleri, ancak kendileri olmaktan çıktıklarında Simurg’a ulaşılabileceği gerçeğindendir. Bu da iki aşama ile gerçekleşmektedir: Teslimiyet ve feda. Teslim olan kendisi olmaktan vazgeçmiştir. Kendisi olmaktan vazgeçen, kendisini feda etmiştir. Kişinin kendisini feda edeceği tek gerçek, hakikattir. Ve hakikat, teslim olunacak tek değerdir.
Bu yüzden deniz geri geldiğinde suların onu arayanları yutması, bir felaketi veya yanılgıyı göstermez. Bilakis suyun onları yutması, onların suya teslim olduğunu; teslim oldukları için suya kavuştuklarını anlamamızı sağlar.
Lilith’ın Azra’ya “Seni karanlık yanınla, kabuslarınla karşıladım. Birçok insan onları gizlemeyi sever, bense aşikâr etmeyi. Acıları iyileştirmenin yolu onlara dokunmaktır. Kaçarsan önce bir dumana, sonra irin dolu bir çıbana dönüşürler” demesi; hakikatin celal ile cemali cemettiğini, ikisiyle de bütünleşip ikisinde de yok olamadıktan sonra hakikatten mahrum kalınacağını işaret eder. Kişi, karanlık yanlarını görmek istemez ve onları bastırır. Böyle olduğunda da hayatı boyunca yarım kalmışlığa mahkûm olur. Çünkü karanlık yanı, hariçte değildir. Onu aşikâr edip aydınlığa kavuşturmadığı sürece, o karanlık kişiye azap olarak dönecektir. Birçok mutsuzluğun nedeni bu süreçten kaçmaktan ileri gelir.
Önce bir dumana sonra da irin dolu bir çıbana dönüşmesi, kişinin eninde sonunda yutulacağı gerçeğini belirtir. Kişi aradığını bulamadığında, aramaya bile çıkmadığında; kaybolduğu yerde sonlanmak zorunda kalacaktır. Bir kayıp, her zaman sahipsizdir. Sahipsizlik, daimî bir boşluktur. Boşluk ise onu yutacaktır. Kişi, hakikat deryasına karışmak zorundadır. Su yerini çıbana bıraktığında, akıbet kaybetmekten daha ötesi olmayacaktır.
Romanda karakterlerin iç hesaplaşmasının, sorgulamalarının, düşünsel ve duygusal huzursuzluklarının ayrıntılı anlatılması; arayışın ve arayışın eksikliğinin sonucudur. Yosunlu Köy, bir köy olmaktan çıkarak insanın benliği konumuna geçmiştir.
Edebiyat bize görünmeyeni anlatmasıyla esas hüviyetini kazanmıştır. Görünmeyeni, göstererek anlatmaması da derinliğindendir. Kül Ormanı; okurun görünmeyenin izini sürerek, kendi saklı yanlarını araması için iyi bir fırsat.