Olağanüstülüklerle dolu bir sefer: Amat
Postmodern edebiyatla birlikte hakikatin tek ve tartışılmaz olduğu fikri geride bırakıldı, farklılıkların bir arada bulunduğu çoğulculuk anlayışı ön plana çıktı. Yazarlarca ters yüz edilen hakikat, yoruma açık hale geliyor. Bunun başlıca yöntemlerinden biri ise metinlerarasılık. Bu tür çalışmalarda, herkesçe bilinen, kabul görmüş metinlerdeki malzemeler ironik bir bakış açısıyla tekrar ele alınır. Gerçekle düşün bir arada bulunduğu, fantastik unsurların dahil olduğu, zamanın akışının bozulduğu bu romanlarda adeta bir karnaval havası eser. Bu noktada ise karşımıza önemli bir kavram çıkar: oyun. Postmodern yazar, kullandığı ironik dil ve kesin bir anlam dikte etmeyen anlatımı vasıtasıyla okuyucu ile bir çeşit oyun içindedir. Okuyucunun da yazar kadar aktif olduğu bu romanlarda her okuma deneyimi aynı zamanda bir yeniden yazma şeklinde de görülebilir.
İhsan Oktay Anar, Amat adlı romanında metinlerarasılık vasıtasıyla herkesçe bilinen anlatılardan yararlanıyor, kullandığı malzemeyi oyunsulaştırarak yeni bir dünya yaratıyor. 1670’li yıllarda, İstanbul’un Galata semtinden yolculuğa atılan Amat isimli geminin sefer sürecine şahit oluyoruz. Yola çıktıkları andan itibaren –ki uğursuz bir gün olarak nitelenen ve yeni bir işe başlanmaması gerektiği düşünülen salı gününe denk gelmiştir- pek çok musibetin yaşandığı tuhaf bir yolculuk olur bu. Romanda referans alınan en önemli kaynak Kuran-ı Kerim’dir. Ayetlerle anlatılan pek çok olayın dönüştürülerek anlatıya uyarlandığını, pastiş yöntemiyle romanı zenginleştiren birer malzeme olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Karakterlerin çoğunluğunun peygamber isimlerine sahip olması dikkat çekici. Romanın asıl oyunu da burada karşımıza çıkar, gerçek ile kurgu birbirine karışır. Bazı karakterler ismini aldığı peygamberlerin özelliklerini de taşıyorken diğerleri farklı peygamberlerin sahip olduğu nitelikleri anımsatıyor.
Mürettebatının tamamının günahkârlardan oluştuğu bu gemi, adeta gerçek dünyanın karanlık bir alegorisi. Romanda sıkça bahsedilen siyah çerçeveli, üzeri atlasla örtülü ayna, anlatının bir sembolü gibi görülebilir. Aynanın gerçekliği yansıttığı ve siyah renginin de günahı, kötülüğü çağrıştırdığından hareketle günahkârların bulunduğu dünya, olduğu gibi yansıtılmamış atlasla yani bir gemi seferiyle üzeri örtülü olarak anlatılmıştır. Bu olağanüstü yolculuğa çıkan geminin yapım süreci de ele alınıyor. Amat, Navarin adlı bölgedeki gemici mezarlığında yetişen meşe ağaçlarından yapılıyor. Osmanlı ve Mısır gemilerinin saldırıya uğrayıp yakıldığı Navarin olayı 1827 yılında gerçekleşiyor. Yani roman zamanından 157 yıl sonra yaşanacak bir hadise. Bu noktada romandaki zaman çizgisinin kırıldığını ve zamanın da oyuna dâhil olduğunu görüyoruz. Bununla beraber anlatı boyunca zaman kavramına getirilen farklı görüşler de söz konusu. Geçmiş ve geleceğin var olmadığı, zamanın yalnızca şimdiden ibaret olduğu fikirleri dile getiriliyor ki roman boyunca bizi bu görüşe götüren hadiseler yaşanıyor.
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah –dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm suresi, 41. ayet)
Ayette bahsedilen ilahi düzenin bozulmasından kasıt kasırga, sel, ölümlerin artması gibi felaketler. Sefer boyunca bu gibi felaketlerinin yaşandığını görüyoruz. Ayrıca romanın önemli karakterlerinden biri olan Süleyman Reis’in gemiye ayak basması, “ilahi düzenin bozulması” olarak niteleniyor. İnsanların yapıp etmelerini mürettebatın işlediği günahlar olarak yorumladığımızda yaşanan felaketlerin de bu günahların birer karşılığı olduğunu görüyoruz.
Geminin kaptanı olan Diyavol Paşa, kara ilimlerle ilgili kitaplarla dolu kamarasında oturan, en büyük günahını unutmak amacıyla sarı bir iksir içen, düşman gemileriyle savaş anında kamarasından çıkmayıp keman çalmaya devam eden, zaman zaman kaybolup ansızın ortaya çıkan belki de romanda tanımlaması en güç karakterlerden biri. Mürettebat tarafından adeta bir tanrı gibi görülen ve saygı duyulan Diyavol Paşa’nın sözlerinde Kuran ayetlerine benzer ifadeler bulunur. Örneğin kaptan gemideki herkesin işlediği günahları bilir. En gizli ve kimsenin şahit olmadığı günahları dahi bilmesi tayfada şaşkınlığa yol açar.
“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (Kâf suresi, 6. ayet)
Bu ayetten benzer bir ifadeyle kaptan da, “Ben oradaydım. Ben sana, günah işleyen ellerinden daha yakınım,” cevabını verir.
Tayfadan biri, gemide cehennem olarak adlandırılan odada, cehennemin katlarına açılan bir kapağın hayalini görür. En alt katta sonsuza kadar azap çekecek olan tek bir günahkâr vardır. Bu kişinin çizilen tasviri bizi kaptana götürür. Bakara suresinde, Hz. Süleyman devrinde şeytana kanıp büyüyü öğrenen böylece kâfir olan insanlardan bahseder. Kaptanın odasının büyüyle alakalı kitaplarla dolu olması ve en büyük günahını unutmak amacıyla sürekli olarak iksir içmesi bu günahı yüzünden cehennemlik olduğuna işaret eder.
Ayrıca gerçek adının Diabolos -şeytan- olduğunu öğrendiğimiz kaptanın, Navarin’deki gemiyi inşa için kullanılan ağaçlardan kendisine secde etmesini istediğini görüyoruz. Bu durumda Hz. İbrahim döneminde yaşayan, önce putlara taparken daha sonra tanrılık taslayıp kendine tapılmasını isteyen Nemrut’u hatırlatır bize. Böylece tanrı rolüne girmeye çalışan, bu uğurda şeytanlaşan, günahkâr bir kaptan portresi çizilir.
“Hani, Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamd ederek daima seni teşbih ve tasdik ediyoruz,’ demişlerdi. Allah da, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim,’ demişti.” (Bakara suresi, 30. ayet)
Diyavol Paşa, gemide kendisinden sonra gelecek ikinci kişiyi Süleyman Reis olarak seçince, gemidekiler ‘Gemide bozgunculuk edip kan dökecek birini mi kendine vekil seçiyorsun’ diyerek bu seçime karşı çıkarlar. Fakat kaptan ‘Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim!’ cevabını vererek bu itirazları susturur. Bu diyalogda açık bir şekilde kaptanı tanrı olarak konumlandırılırken Süleyman reisi de Hz. Âdem’e işaret eder. Allah’ın kendine halife yaratacağını ilan ettiği ayet ile kaptanın kendi halifesini seçtiği ifadelerde metinlerarasılık örneği kendini gösterir. “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır,” hadisinin tezahürünü ise geminin sol kaburga kısmında bulunan dengesizliğin giderilmesi için Süleyman Reis’in emriyle kadın heykeli yapılmasında görüyoruz.
“Demiştik ki: ‘Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara suresi, 35. ayet)
Süleyman Reis’in en büyük arzusu ölümsüzlüktür. Gemide kalmasının asıl sebebi de kaptanın odasında bulunan ve pek çoğu ölümsüzlükle alakalı olan kitapları okuyabileceği düşüncesidir. Bu isteğini farkında olan kaptan ona kitapları okuması için izin veri fakat birini yasaklar. ‘Diğer kitapları istediğin gibi aç, karıştır, oku. Ama yerle gök biraraya gelse dahi bu kitaba katiyyen dokunma! Sakın!’ ifadesiyle onu sert bir şekilde uyarır. Romandaki yasak ağaca işaret eden, ölümsüzlük bilgisini barındıran kitap, buradaki günahı daha da vurgular şeklinde kara bir renktedir.
“Süleyman’ın emrine de kasırga (gibi esen) rüzgârı verdik.” (Enbiyâ suresi, 81. ayet)
Süleyman Reis, Hz. Âdem’e benzer bir karakter şeklinde çizilse de adını aldığı Hz. Süleyman’ın özelliklerini de bünyesinde barındırır. Geminin yakalandığı büyük fırtınada rüzgâra bağırarak durmasını söylemesi ardından rüzgâr durur. Ayette ifade edildiği gibi Hz. Süleyman rüzgâra hâkim olma mucizesini gösteren bir peygamberdir.
“Hani meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ dediğimizde İblîs dışındakiler derhal secdeye kapandı. İblîs ise direnerek bundan kaçındı, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara suresi, 34. ayet)
Kaptanın Süleyman Reis’i seçmesine itiraz eden ve bu itirazından vazgeçmeyen bir isim var: Ali Reis. Bu seçime öfkelenerek kendinden aşağı birinin emirlerine uymayacağını söyleyen Ali Reis, küfre düşen şeytan gibi kovuluyor ve yetkilerini kaybediyor. Nasıl şeytan diriliş gününe kadar insanları kandırmak için mühlet istediyse Ali Reis de çıkılan sefer süresince düşman bellediği Süleyman Reis’i kandırmak için kaptandan izin istiyor. Asilik yaparak kovulmuş şeytan pozisyonuna geçen Ali Reis’in ilerleyen süreçte Süleyman’a yasaklı kitabı hatırlattığını ve onu okuması için kışkırttığını görüyoruz. Böylece Âdem, şeytan, yasak ağaç metaforunu Süleyman Reis, Ali Reis ve kitap üzerinden okumuş oluyoruz.
Nuh Usta, romanda dikkat çeken bir diğer karakterdir. Deli marangoz olarak adlandırılan Nuh, aynı zamanda gemiyi inşa eden kişidir. Sadece gemi inşa etme bakımından değil paraya itimat etmemesi bakımından da Hz. Nuh’a benzer.
“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” (Şuarâ suresi, 109. ayet)
Hz. Nuh, imana çağırdığı kavmine ayette ifade edildiği gibi hiçbir karşılık beklemediğini söyler. Nuh Usta da yaşadığı bölgede para peşinde koşmayan ve paranın satın alamayacağı tek insan olarak nitelenir. Kaptan onu kendisine yardımcı olarak seçmiştir fakat para için bu görevi yapmayan Nuh’un neden bu göreve seçildiği bilinmez. Aralarındaki bir diğer benzerlik ikisinin de eşleri tarafından deli olarak görülmesi, alaya alınıp küçümsenmedir. Hz. Nuh, Allah’ın emriyle gemiyi inşa etmiş, gemiye de yalnızca müminle binmiştir. Diyavol Paşa’nın isteği üzerine Nuh Usta’nın inşa ettiği Amat’a ise yalnızca günahkârların binmesi iki hadisenin zıtlığını ortaya koyar.
Romanda daha pek çok dini hadiseyi anıştıran olayların ve kişilerin olduğunu görüyoruz. Gemi neyi ifade ediyor, içindekiler kimlere karşılık geliyor, çıkılan seferin amacı ne, vb. gibi sorulara getireceği çeşitli cevaplarla okuyucu da bu oyuna dahil oluyor.
KAYNAKLAR
Anar, İ. O. (2021). Amat. İletişim.
Ecevit, Y. (2001). Türk romanında postmodernist açılımlar. İletişim.
Sayak, B. (2016). Oyun kavramı etrafında postmodernizm ve roman (Yüksek Lisans Tezi).