Romantizm: Genel bir muhasebe
Romantizmle ilgili İngilizce kaynaklar genelde romantizmin Fransız İhtilali’yle ilgili olduğunu söylerler; İhtilal’in neyle ilgili olduğunu ise pek söylemezler. Genel geçer açıklama herkesin malumu: özgürlük, halkın öfkesi, aristokrat şımarıklığı vs. Bunlar aynı zamanda romantik imgeler olduğu için, analitik geçerliliklerinden şüphe etmeye hakkımız var.
Romantikler halktan insanlar değillerdi. Öte yandan, halkın konuya dahil oluşu romantikleri önceler; en azından Herder’e kadar geri gider. Johann Gotfried Herder, romantik edebiyat akımının değilse de romantik felsefe ve siyaset anlayışının başlatıcısı sayılabilecek 18. yüzyıl Alman filozofu, yurttaşları Kant ve Hegel’in aksine bir sistem filozofu değildi. Biraz rasgele yazması ve yer yer ortaya çıkan tutarsızlığı, bugüne etki etmesine engel olsa da, akranlarına olduğu gibi kendinden sonraki Romantiklere de ciddi etkiler bıraktığı iddia edilebilir.
Bu etkilerin ilki filozofun kendine mahsus diyalektiğidir. Herder, insanlığın hakikate ulaşmasının yolunun zıt fikirlerin yarışmasından geçtiğini düşünüyordu. Bu yarışma, savaş veya çatışmadan çok müzakere biçimindedir. Mesela meşhur Alte Volkslieder (Eski Halk Şarkıları) yazısında bütün ulusların kökeninde halk şarkıları olduğunu söyledikten sonra bunları derleyip benzer ve farklı yönlerini açığa çıkarmak için birbirleriyle karşılaştırmayı öneriyordu.[1] Farklı ulusların şarkıları birbirlerinin dillerine tercüme edilmeliydi; böylece en eski geçmişe ait halk şarkılarının kökensel karakteri insanlığın ortak geleceğini şekillendirmede kullanılabilsin. “Romantik,” değil mi?
Herder’in Romantiklere bıraktığı bir diğer etki doğanın merkezi konumuyla ilgilidir. Doğayı da insanlığı, daha doğrusu etnik insan topluluğunu yani ulusu da bir organizma gibi gören filozofa göre, dil doğadan kaynaklanır ve dilin mecazi yapısı doğanın yansımasıdır. Mesela (Türkçede olmayan) eril/dişil ayrımı doğadaki cinsleri yansıtır. Ayrıca dilin oluşumu şu şekilde gerçekleşir: Nesne algıya, algı imgeye, imge düşünceye, düşünce ise dile dönüşür. Bir başka romantik klişe.
Romantizmi etkileyen tek filozof Herder değildi. Immanuel Kant’ın da Romantikler üzerinde hatırı sayılır bir etkisi oldu. Romantik filozof ve şairlerin Kant felsefesine sadakati tartışılır; ama zihnin fenomenler yahut dünyanın görünüşleri karşısında pasif değil aktif bir rolde olduğu[2] genel kabulü, ki romantizm için temeldir, Kant’tan aldıkları rahatlıkla söylenebilir. Özellikle erken modern İngiliz edebiyat tarihinde dünyayı olgusal, zihni pasif değerlendiren Neo-Klasik şiir akımı ve Aydınlanma düşüncesinin Romantizmden hemen önce hakim olduğu gözetilecek olursa, Kant’ın söz konusu etkisi daha anlamlı hale gelir.
Zihnin aktif olmasından birçok anlam çıkıyor. Romantikler bu fikirle imgeleme üstün bir konum vermek istediler. Romantik anlayışta asıl yaratıcı insandır ve bunu duyular karşısında pasif olmayan imgeleme borçludur. Burada tabii herhangi bir insanın imgeleminden değil yaratıcı birey olarak sanatçının imgeleminden, namı diğer dehadan söz ediliyor. Deha sahibi sanatçı imgelemi yardımıyla dünyayı değiştirebilir; yani doğa veya nesneyi olduğu gibi bırakmayıp ona kendi görüşünü geçirir ve böylece yeni bir doğa elde eder: sanatın doğası, soyutlanmış nesne.[3]
Romantikler İngiltere, Almanya ve Fransa üçlüsünde edebiyatta Neo-Klasizme, düşüncede Aydınlanma akılcılığına karşı durdular. Aslında burada gizli bir devamlılık da vardır bu düşman akımlar arasında. Her iki yaklaşım da insan zihnine merkezî bir yer vermek suretiyle dinî yargılara, geleneğe, kurumlara, kutsala karşı çıkar; aynı zamanda empirizmi reddederler. Gerçek hayat deneyimi ve araştırma, Romantizmde sanattan dışlanmıştır. Aynı zamanda Romantiklerin sanatçıya tanıdıkları tanrısal rol de dinden kopuşun bir işaretidir.
Jean Jacques Rousseau’nun Romantiklere etkisinin inançla, daha doğrusu tüm gelenekle veya kutsalla ilgili yanı daha belirgindir. Rousseau’nun Romantikler üzerindeki etkisinin esasını vicdanı aklın, dolayısıyla da krallık ve kilise dahil tüm geleneksel kurumların yerine ikame etme çabası oluşturur. Daha doğrusu Rousseau’ya has duygu-akıl çatışması[4] ilk olarak Romantiklere yayılmış, oradan tüm modern akımlara geçmiştir.
Duygu-akıl çatışması yahut T. S. Eliot’ın tabiriyle “duygu-düşünce kopuşu”[5] modernliğin alametifarikasıdır. Rousseau bu çatışmayı her satırında yaşayan bir yazar. Bazen duygularına yenik düşüp Julie gibi bir idil yazıyor; bazen de aklı galip gelip siyasi yazılarındaki şiddet dili ortaya çıkıyor.[6]
Hani başta dedik ya Romantizm, Fransız İhtilali’yle ilgili görülüyor ama İhtilal’in bağlamı pek dile getirilmiyor diye. Sanırım burada Fransız İhtilali’nin Batı Avrupa’nın, sonra tüm dünyanın kaderini değiştirmedeki yeri hakkında konuşabiliriz.
Birincisi, Romantikler İhtilal’i tam da dediğim gibi karşıladılar. Ben inanarak söylemedim elbette; ama Romantikler, İhtilal sayesinde dünyanın kaderinin gerçekten değiştiğine, insanın esaretten kurtulduğuna, tüm köhne kurumların çöktüğüne (din dahil), özgür bireylerin yepyeni bir dünya kuracaklarına inanıyorlardı. Bu inancın nesnel karşılığı din ve aristokrasi kurumlarının yıkılıp yerlerine romantik-ulusal kurumların; krallık yerine cumhuriyetin, kilise babalarının yerini öğretmenlerin, kateşizmin yerini ilkokul müfredatının, saray hazinesinin yerini maliye bakanlığının, ayrıcalık beratlarının yerini ticaret sözleşmelerinin ilh. almasıdır –ki öncekiler kadar hatta onlardan daha çok baskıcı oldukları, özgürlüğü kısıtladıkları ve eşitsizliğe yol açtıkları tartışılmıştır.
İkincisi, tarif ettiğimiz naif inancın, iyimserliğin siyasi şiddeti davet eden bir söylemle gölgelenmiş olmasıdır. Romantikler sadece çiçek böcek edebiyatı yapmadılar. Aynı zamanda çoğunlukla soyut olsa da yer yer somutlaşan devrimci bir söylemi de içselleştirdiler.
Burada “halkın öfkesi”ne geri dönebiliriz. Romantiklere göre Fransız İhtilali, halkın haklı öfkesinin bir tezahürüydü. Bir anlamda “öfkenin demokratikleşmesi”[7] söz konusuydu. Aslında bu söylemin Fransa dışındaki Batı Avrupa için dahi sokakta bir karşılığı yoktu. Devrimci şiddet Fransa’yı vurduğu gibi ne İngiltere ne de Almanya’yı vurdu. Ayrıca öfke ve şiddeti yazan Romantikler ya aristokrat ya kalem efendisi tarzı insanlardı; hayatlarında devrimci şiddetin esamisi okunmuyordu. Tıpkı Tevfik Fikret ve paltosundan çıkan diğer devrimci memur şairler gibi. Sis şairi gerçek hayatında Robert Kolej’deki işinden arta kalan zamanını Boğaz’daki saray yavrusu Aşiyan’ı inşa etmekle meşguldü.[8]
Demek ki Romantizmin duygu merkezliliği stabil olmasına da mani. Hem sakin ve garanti bir hayatı var hem de acı, öfke, kin, intikam gibi ağır duyguları harekete geçirmeye, halkı isyana teşvik etmeye çalışıyor. Hem nefret kusuyor hem de insanların sevgilisi olmayı başarıyor.[9] Hem samimi duygularıyla ânlık olarak hareket ettiğine inanmamızı istiyor hem de profesyonel tekniklerle şiir yazıyor.
Gerçekten romans ve devrim, ifade olarak mutlak bir çelişki içinde görünüyor. Gerçi günlük hayatta “romantik İslamcı,” “romantik devrimci” gibi laflar kimseyi şaşırtmıyor ve tutarsız, çelişik, ergen irisi gibi davranan birilerine yönelik övgü olarak kullanılıyor; ama o romantiklerin hangi pratik nedenlerle nasıl da kansız profesyonellere dönüştüklerini biliyoruz.
Bu kıssada Romantiklerin hissesi, yaşlanabilen romantik şairlerin kendi zıddına dönüştüğüne dair klişedir. İlk resmi İngiliz romantiği William Wordsworth, Paris yıllarında bir devrimciydi. İhtilal’den iki yıl sonra yürüyerek Avrupa turuna çıkan şair, ertesi yıl mecburiyetten İngiltere’ye döndüğünde İhtilal’le büyülenmiş devrimci bir şairdi artık. Yanında Fransız partneri Annette Valon ve kızları Caroline de vardı.
Ne yazık ki Wordsworth ne Annette’le gerçekten evlendi ne de devrimciliğini sürdürdü. İhtilal’in yol açtığı şiddet ve İngiltere-Fransa zıtlaşması, Wordsworth’ü zaman içinde irticaa zorladı. İhtilal’den on yıl sonra meşhur Lyrical Ballads’ı yayımlayıp edebiyat tarihçilerine göre İngiliz romantizmini başlatsa da bu şiirlerde öfkenin esamisi okunmuyordu.
Her şair Wordsworth gibi kifayetsiz davranmadı elbette. Wordsworth hem öksüz hem yetimdi; İngiliz siyasi sistemi hakkında Byron veya Shelley gibi atıp tutamazdı. Ne var ki Byron ve Shelley’nin atıp tutmaları da ancak kendi sınıflarının, yani üst sınıfın radikallerinde belli derecede etki yapmıştır. İkisinin, tüm diğer Romantikler gibi, asıl etkisi lirik, duygu ve hafıza ağırlıklı sakin şiirleriyle olmuştur. Genel olarak ise Romantizm, doğuş ânındaki yıkıcı ve demokratik tınıyı zaman içinde kaybetmiş, duygu ağırlıklı bir elitizm türü olarak modern repertuvarda kendine bir yer kazanmıştır.
NOTLAR
[1] Johann Gotfried Herder ve Philip V. Bohlman, Song Loves the Masses: Herder on Music and Nationalism, Okland, U of California P, 2017, 86.
[2] Kathleen M. Wheeler, Kant and Romanticism, Philosophy and Literature 13 (1), Nisan 1989, 42.
[3] Modern dönemde giderek şiirin konusunun şiir olmasının, otobiyografi ve otoportre gibi işlerin aşırı önem kazanmasının altında bu romantik etki yatıyor.
[4] Paul de Man, The Rhetoric of Romanticism, Columbia UP, 1984, 21-22.
[5] T. S. Eliot, Edebiyat Üzerine Düşünceler, çev. Sevim Kantarcıoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1983, 48.
[6] de Man, 22.
[7] Andrew M. Stauffer, Anger, Revolution and Romanticism, Cambridge UP, 2005, 1.
[8] Akla ister istemez Boğaz’a nazır villasında öfkeli yazılar şiirler yazan başka hangi yazarlar olabileceği sorusunu getiriyor.
[9] Stauffer, 16.
Kaynak: "Sis Denizi Üstünde Gezgin," Caspar David Friedrich, 1818.