Sema Kaygusuz'un Sandık Lekesi'nde dil ve karakter


Sema Kaygusuz 1990’lı yılların sonlarına doğru öyküleriyle edebiyat dünyasına girdi ve ardından roman, tiyatro, deneme gibi farklı türlerde pek çok eser kaleme aldı. Tüm bu eserlere baktığımızda hepsinin ortak bir paydada buluştuğunu görüyoruz: anlatım dilinin özgünlüğü. 

Yazarla yapılan röportajlarda, katıldığı programlarda konu hep dil meselesine geliyor. Dil onun için bir iletişim aracı olmaktan daha fazlası. TRT Belgesel’in Genç Kalemler programında bu durumu şöyle ifade ediyor:

“Yağmuru betimlemek istemiyorum, yağmur olmak istiyorum. Karı betimlemek istemiyorum, kar olmak istiyorum. Sadece zihinsel olarak mümkün olanı dilde mümkün kılmaya çalışıyorum.”[1]

Belli bir düşünceyi aktarmaktan ziyade hisleri anlatmaya, sezdirmeye, hatta doğrudan onları hissettirmeye çalışıyor. Bunun yolu ise kelime seçiminden geçiyor.

Ele almak istediğim kitap, Sandık Lekesi. 2000 yılında yayımlanan ve Cevdet Kudret ödülüne layık görülen Sandık Lekesi, Sema Kaygusuz’un ikinci öykü kitabı.  Günlük yaşamdan kısa kesitlerin sunulduğu bu kitap on üç öyküden oluşuyor. Sema Kaygusuz’un dil konusundaki düşünceleri bu öykülerde somutlaşmış durumda. Kelime seçimlerinde ve alışılmışın dışındaki betimlemelerinde yazara has üslup dikkat çekiyor.

Öykülerde dil, karakterleri ve yaşanan olayları arka planda bırakacak kadar etkili kullanılmış. Her öykünün kendine özgü bir anlatım tarzı var. Bu dil konusunda belirleyici olan ise karakterlerin duyguları ve içinde bulundukları ruh hali. Öykülerin çoğunda karakterlerden farklı, dış öyküsel bir anlatıcı kullanılıyor. Buna rağmen karakterlerin tesirini anlatıcının dilinde görmek mümkün. Sanki anlatıcının dili, karakterlerin zihninden süzülüyor gibi.

Kahramanın anlatıcının diline olan sirayetinin en yoğun şekilde hissedildiği öykü, Tacettin. Kullanılan kelimeler ve ifadeler sanki kahramanın zihninde şekillenmiş etkisi yaratıyor. 

“İki tane adamdan bozma hıyarto, jüt olmuş Titiz Tacettin’in devede gider gibi sallana sallana geldiğini görünce, Tacettin’i çaparize getirip, cüzdanını çarpmaya kalktılar.”

Tacettin kabadayı, dediğim dedik, sert bir adam. Anlatıcı, tam da onun karakterine uygun olarak argo ifadeler ve hakaretlerle olayları anlatıyor.  Hatta Tacettin’in bakış açısına geçildiği bazı anlarda düşüncelerin ona mı yoksa anlatıcıya mı ait olduğunu tespit etmek dahi güçleşiyor. Aslında birkaç cümle dışında Tacettin’in sesini duymuyoruz. Fakat çizilen Tacettin portresi, anlatıcının kullandığı sokak diliyle tamamlanıyor.  Anlatıcının polislerden bahsederken kullandığı kelimelerde Tacettin’in polislerden nefreti seziliyor. Aynı şekilde onun hemşireye karşı olan hisleri yine anlatıcının diline ve kelime seçimine sirayet ediyor. Böylece Tacettin’in duyguları, anlatıcının kelime seçimlerini şekillendiriyor.

Ortadan Yarısından’da, anlatıcı tüm mahalleyi saran, insanların huzurunu kaçıran ve sebebi bilinmeyen yoğun, öfkeli bir kokunun varlığından bahsederek konuşmaya başlıyor.  Anlatıcının bu olayları tanımlarken kullandığı dil ile olayların yaşanmasının belki de sebebi olan Gülümser Hanım’ın dili arasındaki benzerlik dikkat çekici. İkisinin cümlelerinde benzer tiksinti hissi kendini gösteriyor. Aynı zamanda anlatıcının cümlelerinde Gülümser’e, Gülümser’in cümlelerinde ise eşi Ali Bey’e karşı suçlayıcı tınılar seziliyor.  Düş ile gerçeğin iç içe geçtiği bu öyküde, yaşananların asıl sebebini bilen anlatıcının kullandığı dil, karakterinki ile bir bütünlük oluşturur nitelikte.

Elif’in E’si öyküsünde geçen “diyelim ki” ifadesi hem öyküye şiirsel bir anlatım katıyor hem de bir leitmotiv olarak sık sık tekrarlanıyor. Daha sonra fark ediyoruz ki anlatıcının kullandığı bu ifade aslında öykü karakterinden Neriman’ın zihninde geçen ve bir türlü ifade edemediği, söylemek için fırsat kolladığı cümlelerin bir yansıması. “Diyelim ki Neriman’ın ay ışığına ertelediği bir iki konu kalmıştır,” “aklında ‘diyelim ki’ diye başlayan cümlecikler kurgulayıp.” Karakterle anlatıcıyı ortak noktada birleştiren bu ifadeyle Neriman’ın aklının düşüncelerle ne kadar meşgul olduğu daha çarpıcı bir şekilde okuyucuya gösteriliyor.

Son olarak değineceğim öykü ise Engereğin Oğlu. Üç sayfa tutan bu kısacık öyküde çok fazla duygu geçişi söz konusu. Tüm bu duyguları yaşayan karakter, Zilver. Dış öyküsel anlatıcıdan dinlediğimiz olaylar, Zilver’in duygu durumuna uygun bir dille aktarılıyor. Avluda oturan çocuğunun elinde büyük bir engerek olduğunu görüyor öncelikle.

“Âzem, güzel Âzem, küçük oğlan! Sırtı, kolları, bacakları çıplak, üstünde papatyadan daha beyaz bir don, göğsünde sinek ısırıkları. Elinde siyah, koca bir canavar, bir kayış, nereden buldu… bir kırbaç, ışıl ışıl bir kılıç, hay allah bir yılan!”

Zilver’in şaşkınlığı, telaşı, korkusu ve kendi çocuğuna karşı duyduğu merhamet anlatıcının cümlelerinde kendini gösteriyor. Engerek, çocuğa zarar vermiyor. Hatta boynunu sıkmasına, kendini öldürmesine direnmiyor bile. Anlatıcı bu kısımda Zilver ile engerek arasında bir özdeşleşme kuruyor: “Zilver de ağlıyordu, engerek de. Her ikisinin ağıdı ibadet kadar sessizdi.” İlerleyen cümlelerde Zilver’in engereğe karşı duyduğu saygı, üzüntü ve acıma anlatıcının betimlemelerine sirayet ediyor. Öykünün tamamına duyguların yoğun olarak hissedildiği ve karakterin ruh haline göre değişim gösteren bir dil hakim.

Sandık Lekesi’nde dış öyküsel anlatıcının kullanıldığı diğer öykülerde de karakterlerin, anlatıcının dili üzerindeki tesirini görmek mümkün. Bunun bir neticesi olarak da her öykü birbirinden bambaşka anlatımlara sahip. Aralarında üslup bütünlüğü söz konusu değil.  Necip Tosun, öykülerin bir kitapta toplanmasının etkisini şöyle ifade ediyor: “Öykü türünün zaaflarından biri bu: Kitap bütünlüğüne geldiğinden, dünyalardan dünyalara, karakterlerden karakterlere geçiş ve sonunda parçalı, birbirinden kopuk bir okuma serüveni.”[2]

Bahsedilen bu hadiseyle Sandık Lekesi’nde karşılaşmak mümkün. Üslup bütünlüğünün olmaması öyküler arasındaki geçişi sekteye uğratıyor. Dolayısıyla akıcılık, dil kullanımına feda ediliyor. Buna karşın tercih edilen dil, her öyküyü kendi içinde daha etkili kılıyor. Anlatıcı ile karakterlerin bir noktada buluşması oluşturulan atmosferin okuyucudaki tesirini arttırıyor. Denilebilir ki Sema Kaygusuz “şey olma” meselesindeki anlatımına yaklaşıyor.

NOTLAR

[1] https://vimeo.com/23144460

[2] Tosun, N. (2023). Öykü Terimleri Sözlüğü. Ketebe.

Etiketler
Sema Kaygusuz Sandık Lekesi Ortasından Yarısından Tacettin Elif'in E'si öykü Türk öyküsü hikaye Türk hikayesi modern öykü modern hikaye