Telif, müellif, yapay zeka
Shakespeare’in kim olduğunun bir önemi var mı? Hemen söyleyeyim, hayır. Yok. Ha, olsa ne olur? Kimsenin elinde birkaç uydurma bilgi dışında bir şey de yok zaten. Ama mesela Shakespeare üzerine yazan belki de binlerce müelliften birisi olan Terry Eagleton’ın kim olduğunun önemi çok. Hatta Eagleton Oxford’da değil de Columbia’da çalışsaydı, bu bile çok belirleyici önemli bir detay olurdu.
Homeros kimdir bilen var mı? Veya bunun bir önemi var mı? Aklı başında bir okur yazar için Homeros bizim dünyamıza nerdeyse anlattığı mitolojik karakterler kadar uzaktır. Onlardan birisidir hatta. 16. yüzyıl Batı dünyasıyla 21. yüzyıl arasında sadece 500 yıl değil bir gezegen farkı vardır. Tarih okurları olarak her birimiz diyelim ki bundan iki yüz yıl önceyi okurken anakronizme kayabiliriz. Bugünün anlayışıyla dünün dünyasını dünün şartlarını düşünüp değerlendirmeyi akıl etmeden dünü kavramaya çalışırken ayağımızı anakronizm çukurunda burkabiliriz. Aynı hatayı 16. yüzyıldan öncesi için yaptığımızda ise ölürüz. Çünkü mesela 16. yüzyıldan önce Batı’da birey yoktur. O yüzden de telif yoktur. Müellif yoktur. O isimler, eserlerin, mimari yapıların, müzik, edebiyat, düşünce eserlerinin müellifleri, koca koca isimleri olan bilim adamları filan aslında birer temsilî karakterdir.
Shakespeare örneğini özellikle verdim; çünkü 16. yüzyıl bütün Batı dünyası için şahsiyetin inşasında, bireyin yaratılmasında milattır. 16. yüzyılda artık yavaş yavaş birbirinin aynısı eserler üretilip de bir tane temsilî karakter öne çıkarılmayacak. Shakespeare’inki kadar karakteristik olmasa da yaratıcı ve ayırıcı vasıfları olan eserler, düşünceler doğmaya başlayacak. Ekonomik ve sosyal tarih meraklıları bu süreçleri sınıfların hareketlenmesiyle, coğrafi keşiflerle filan birlikte okusun. 18. yüzyıl sonuna kadar çok eğlenceli. Fransa taşrasını da erken İtalyan kapitalizmini de, İngiliz emperyal aklını da okusanız benzer katmanlara ulaşırsınız.
Konudan sapmadan birkaç örnek de İslam tarihinden vereyim. Sözgelimi meşhur Taberî tarihi veya tefsiri doğrudan Taberî’nin telif ettiği bir eser değil o dönemdeki tarihsel anlayışı yansıtan rivayetlerin mecmuasıdır. Ya da İbn Rüşd’e ait olduğunu sandığımız bir metin pek tabii İskenderiyeli bir filozofa veya antik Yunan’da adını bile bilmediğimiz bir alime ait olabilir. Böyle çok örnek var. Kadı Beydavi’nin tefsirinde doğrudan Zemahşerî’nin Keşşaf’ından alınmış pasajlar var.
Kimse kimseye telif atmıyor tabii o yıllarda. 13. yüzyıl. İslam tarihinde bugün ilahiyat alanının dışında çok havasını atmayı beceremediğimiz kocaman bir konu var ki bu çerçevede çok ilginç zengin verilerle dolu. Özellikle hadis edebiyatının içinde doğmuş olan tabakat kültüründen söz ediyorum. Bu kitaplarda Rical’in yani kendisinden rivayetler yapılan Sahabe, Tabiin, Etba-ı Tabiin ile ilgili çok çarpıcı dönemin bütün dünyadaki uygulamalarının dışında ayrıntılar var. 10. yüzyıldan itibaren binlerce sosyal, ekonomik veya sınıfsal olarak önemsiz veya en azından sıradan diyeceğimiz insanların biyografilerindeki sosyal, ekonomik ve kişisel ayrıntılara ulaşabiliyoruz. Başka yerde böyle bir şey imkansız. Usul-i Hadis, çok erken bir tarihyazım metodu.
Shakespeare’in bir önemi yok dedik. Eagleton’ın var. Homeros’un yok. Foucault’un var. Hatta modern dönem öyle bir dönem ki bu dönemde eserden çok kişi önemlidir. Yani bir sözün önemi ve değeri kadar onu Foucault’nun söylemiş olması kritiktir. Bir yerden sonra Picasso’nun resimlerindeki çarpıcılık kadar o resimleri yapanın Picasso olması daha önemlidir. Galileo hakkında hiçbir şey, hadi birçok şey diyelim, bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmiyor. Ama Einstein’ın cinsel hayatından dolabındaki elbiselere kadar bilmediğimiz detay yok. Telif, modern dönemde müellifin öneminin önüne geçemiyor. Ne dendiği değil kimin dediği öne çıkıyor. Modern dönem yıldızların, liderlerin, ikonların, kültlerin dönemi.
Son zamanlarda başımızı nereye çevirsek bir yapay zeka yorumuyla, sürpriziyle veya güzellemesiyle karşılaşıyoruz. Öte yandan önüne gelenin ağzından teknolojinin bu yanıyla ne kadar yıkıcı, tehlikeli ve şeytanca bir karakteri var onu dinliyoruz. Yapay zeka üzerine birkaç kelam edeyim derken aklıma telif meselesi gelmişti. Konuya giremeden yazı bitti iyi mi.
Söyleyeceğim şu ki, yapay zekanın bir sonraki durağında telif konusu artık geri alınamayacak biçimde kimlik değiştirecek. Daha şimdiden herhangi bir sanat eseri, bilimsel çalışma veya ticari ürünün teknik altyapısını telif sınırlamalarına takılmadan yeniden üretebiliyorsunuz. Bu konu daha çok iş dünyasını, teknolojiyi, sanayii, istihbarat, finans veya güvenlik gibi alanları ilgilendirdiği ölçüde tartışılıyor. Bu alanlarda da telif yine maddi karşılığı üzerinden konuşuluyor.
Bununla birlikte telifin öneminin hızla 16. yüzyıl öncesine doğru ilerlediğini görebiliyoruz. Telifin kişisel veya kurumsal bir varlık, koz, değer olmaklığı zayıflıyor. Buluştan ziyade uygulamanın, tasarımdansa veya orijinalliktense işlevin önde olduğu bir döneme giriyoruz. Çalışkanlık, zeka, yetenek, bilgi, birikim, istikrar, sabır yine belirleyici olacak, yine ayırıcı vasıflar sayılacaktır. Komplolarla veya dünyanın değişim hızıyla kafayı bozup oyalananlar olduğu gibi kendi güzergahını yaratanlar, kendi mecralarını bulanlar da olacaktır. Hem içinde yaşadığımız coğrafyanın hayatta kalmayı ve adapte olmayı icbar eden karakteri hem Türkçenin kazandırdığı zihin, uygulama ve tasarım imkanları bizler için, böyle değişim zamanlarında, büyük imkan diye düşünüyorum. Hızla ayak uyduruyoruz. Yapay zeka konusu eğer dünyada öngörüldüğü kadar mühim bir milat olacaksa, işimize yarar.
Uygulama ve adaptasyon bizim işimiz. Bunun telifle ne alakası var derseniz, haklısınız. Ama var da aslında.