“Bana artık Suriyeli mülteci demeyeceksiniz, sadece Suriyeli diyeceksiniz”


Muğla kıyılarında küçük bir çocuk güneşleniyor, denizde yüzüyor, kıyıya çıkıp kumdan kale yapıyor. Neşeli, gülümsüyor. Güneşten yanmış, pul pul olmuş tenine ışık vurdukça parlıyor, sanki onlar kum değil de üzerine incecik serpilmiş simler. Saçlarına kum taneleri bulaşmış. Annesi, eve döndüklerinde onu yıkarken “Diplerine bile kum yapışmış, nasıl bu kadar doldu saçlarına?” diye şikayet edecek. Ama onun umrunda bile olmadan daha keyifli kıkırdayacak. Emin olduğu; annesi saçlarını kurularken gülümseyerek yanağından öpecek. Şimdi kıyıda, kendi dünyasında mutlu. Arada bir ağzına giren kumları umursamadan çıtır çıtır çiğniyor. Bazen de saçlarından yüzüne süzülen tuzlu suyu dudaklarıyla yalıyor. Çocuğun saçları sarı, gözleri mavi.

Saç ve göz rengi koyu olsaydı, bedeni sahilde cansız yatıyor olabilirdi.

2015’de dünya Bodrum sahilinde kıyıya vuran küçük bir bedenle sarsıldı. Aylan Kurdi’nin (Alan Şenu) cansız bedeni, küresel vicdanı derinden yaralarken mülteci krizinin sembolü haline geldi. Onun sahildeki hali, umudu ve insanlık onurunu yitirmiş bir dünyanın aynası oldu.

Aylan’ın hikayesi, bir yandan mülteci krizinin trajedisini akıllara kazırken diğer yandan geri dönüş hikayelerini ve bu süreçte ortaya çıkan etik sorunları düşündürüyor. İnsanlar, doğdukları topraklara döndüklerinde geride bıraktıkları hayatlarını yeniden inşa etmeye çalışıyor. Ancak dönüş, sadece fiziksel bir hareket değil; aynı zamanda bir hesaplaşma ve sorgulama süreci.

Suriyeli kardeşlerimizin sevincini gözyaşları ile paylaşıyoruz. Yıllar sonra ülkelerine geri dönen Suriyelilerin yüzünde, sadece doğup büyüdükleri topraklara kavuşmanın değil, aynı zamanda “Artık mülteci değiliz,” diyebilmenin gururu var. Her türlü olumsuzluğa ve zorluğa karşın Türk halkına canı gönülden teşekkür ediyorlar. Topraklarını terk etmek zorunda kaldıklarında yanlarında götüremedikleri köklerini bulmanın sevinciyle dopdolular. Hepsinin ağzında aynı sözler dolaşıyor: “Vatanımıza dönüyoruzArtık biz değil Esad mülteciBu, bizim toprağımız!”

Dönüş sadece fiziksel değil; bir kimliğin ve onurun yeniden inşası.

Sednaya: Kayıpların gölgesinde

Ancak bu sevinç, Sednaya Hapishanesi’nin korkunç gerçeği ile gölgeleniyor. Binlerce insanın işkenceye uğradığı, kaybolduğu ve bedenlerinin bile bulunamadığı bu hapishane, rejimin vahşetini en çıplak haliyle yansıtan bir yara gibi. Sednaya’dan kurtulan kişilerin bir kısmı, akıl sağlığını yitirmiş durumda. Sağ çıkanlar ise yaşadıklarını anlatmakta zorlanıyor. En öz ifadeyle “Sednaya canlıların gömüldüğü bir mezardı,” diyorlar. Hapishanenin gölgesinde büyüyen kayıp hikayeleri, bugün geri dönen Suriyelilerin zihninde hâlâ taze. Ancak bu karanlık anılar, onların yeniden bir millet olma hayalini gölgeleyemiyor. Mültecilerin ülkesine dönüşü, geçmişin vahşetini unutmasa da geleceğe dair bir umut.

Batı’nın en güzel yaptığı şey teori üretmek. Hiç durmadan felsefe yapan, ahlakı yazılı kurallar çerçevesinde şahane tanımlayan bir kültür. Tarihi ise uzaktan baktıkları kanlı soykırımlarla dolu. Faaliyete geçmeyen gelişkin ahlak anlayışları, yazınsal ifade bağlamında evrensel değerleri özetlemek açısından yardımcı olabilir.

Kant’ın etik anlayışına göre insan, eylemlerini yalnızca çıkarlar üzerinden değil, evrensel ahlaki ilkeler çerçevesinde gerçekleştirmelidir. Bu bağlamda, Suriyeli mültecilerin dönüşü iki temel soruyu beraberinde getiriyor: Birincisi, bir rejimin baskısıyla terk edilen topraklara geri dönmenin getireceği zorluklarla baş etme yöntemleri ve yeni kurulacak düzenin uluslararası siyasette getireceği avantajlar ve dezavantajların doğru değerlendirilmesi. İkincisi, uluslararası toplumun, mültecilerin güvenli ve onurlu bir şekilde geri dönebilmesi için yeterince çaba göstermesi ve ahlaki sorumluluğun gerekliliği.

Ahlakla adalet arasında sıkışmış bir dünya

Aylan Kurdi’nin fotoğrafı, insanlığın ahlaki çöküşüne işaret ederken aynı zamanda bir çağrıydı: Daha adil, daha kapsayıcı ve daha insan odaklı bir dünya yaratma çağrısı.

Bir yanda Suriyelilerin ülkelerine geri dönebilmeleri, savaşın sona erdiği izlenimini verirken, diğer yanda geri dönenlerin karşı karşıya kaldığı riskler var. Gelecek rejimin politikaları, dönüş yapan birçok mülteciyi tekrar hayatta kalma mücadelesine itmemeli. Bu durum, etik ve ahlak kavramlarını sadece bireysel düzeyde değil, uluslararası toplumun kolektif vicdanı düzeyinde de tartışmaya açık.

Bugün Aylan Kurdi yaşasaydı, belki o sahilde kumdan kaleler yaparken gülümseyen bir çocuk olacaktı. Belki de memleketinde özgürce oynayan bir çocuk olarak büyüyecekti. Ancak o ve ailesinin yaşadığı trajedi, insanoğlunun daha adil bir dünya yaratma sorumluluğunu hatırlatmaya devam ediyor.

Mültecilerin geri dönüş hikayeleri, sadece coğrafi bir hareket değil; aynı zamanda insanlık onuru, ahlak ve adaletin sınandığı bir süreç.

Öte yandan Filistin’i de unutmamalıyız. İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımı tüm vahametiyle devam ediyor. İnsanlığın utanç tarihi yazılmaya devam ediyor. Bir millet daha yurdundan kovulmak ve tarihten silinmek isteniyor. Bu direnç onlara işkence ve ölüm getirse de yıllardır direniyorlar. Özgür ve onurlu bir yaşamı her insanın hakkı kılacak bir dünya yaratmalıyız.

YAŞASIN ÖZGÜR FİLİSTİN!

Etiketler
Ayşegül Örün Suriye devrimi Beşşar Esed Aylan Kurdi Suriyeli mülteciler Suriyeli sığınmacılar Halep Şam Gazze Filistin İsrail soykırım