7 Ekim: Siyonizm mitinin sonu


Thomas Hobbes’un bundan 350 sene önce kaleme aldığı ünlü eseri Leviathan’ın kapağında sol elinde süslü bir asa, sağ elinde ise kılıç taşıyan bir kral var. Kralın gövdesinde ise bir sürü küçük insan figürü yer alıyor. Gövdede yer alan bu insanlar, Leviathan’ın hakimiyeti altında yaşamak zorunda olan insanları temsil ediyor. Ve bu devasa görünümlü gövde, gerek Yunan mitolojisinde gerekse Tevrat ve İncil’de deniz canavarı olarak da geçen Leviathan’ın sosyal ve siyasi hayata akseden görünümünden başka bir şey değil. Devleti temsil eden bir metafor Leviathan. İşte bu yüzden, baş kısmının üzerinde yazan Latince sözler de oldukça dikkat çekici: “Non est potestas super terram quæ comparateur ei iob.” Yani: Yeryüzünde onunla mukayese edilebilecek hiçbir güç yoktur

Sol elinde süslü bir asa, sağ elinde bir kılıç taşıyan Leviathan tasviri, toplumu teşkil eden insanların güvenlik ve barış içinde yaşayabilmeleri için gerekli olan bir güç sembolü olarak anlatılıyor. Hobbes buna gerekçe olarak, Leviathan’ın yani devletin olmadığı yerde, insanların fıtratlarından gelen kötü tarafları ile birbirleri üzerinde baskı ve zulüm uygulayabileceğini, bunun sonucunda da adaletten eser kalmayacağını söylüyor. Bu bakımdan Hobbes, devlet felsefesi anlamında, o zamana değin Jean Bodin ile özdeşleşmiş olan mutlakiyetçi devlet düşüncesinin çok ateşli bir biçimde temsilcisi oluyor, hatta Fransız Bodin’in sahip olduğu birtakım çekinceleri dahi kesin bir dille reddediyor.

Bu bakımdan, İngiliz tarihinin en kanlı dönemlerinden birinde yaşamış olan Hobbes’a göre, Leviathan’ın vücut bulmasına neden olan kargaşa ortamı düşünülür ve hele de sonunda insan soyunun dahi yok olabileceği hesaba katılırsa, Leviathan insanların çıkarları için mutlaka gerekli. O nedenle insanların akıllarını kullanarak, güvenliklerine öncelik vermeleri gerektiğini ve bir araya gelerek bir toplum sözleşmesi yapmaları gerektiğini söylüyor. Ve bu sözleşme de, tüm hakların Leviathan’a bırakılacağı anlamına geliyor.  

Vatandaşları yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güven altına almanın yolu bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir... Toplum içinde yaşayan insanlar birbirlerine ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanlar topluluğuna veriyorum demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu devlet ya da Latince Civitas olarak adlandırılır. Bu büyük Leviathan’ın doğması demektir.

Thomas Hobbes, 1651

Yapılan toplum sözleşmesinin temeli, güvenlik esası üzerine kuruluyor. Ve bu yapıya göre insanlar, biz ve düşmanlarımız olarak iki kampa bölünüyor.  Ancak kuruluş amacı vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak olan Leviathan zamanla bir canavara dönüşüyor. Buzdağının altında kalan kısmı ortaya çıkıyor. Sürekli taze tuttuğu korku mekanizması ile kendi bekasını güvence altına almaya çalışan, İncil ve Tevrat’ta geçen ismiyle müsemma bu ejderha, çevresine saçtığı tüm kötülüğü, hastalıklı bir güvenlik arayışının ardına sığınarak meşru hale getirmeye çalışıyor.

Leviathan bugün akıllara İsrail’i getiriyor. Zira amaçları uğruna güven sağlamak için kendi evlatlarını dahi gözünü kırpmadan yutabilen Leviathan gibi İsrail de mevcudiyetini sağlamak için milyonlarca Yahudinin dahi kanına girebiliyor. Tuzak kurarak tutuklattıkları Haham Michael Weissmandel’i, Mauritus adasına gidecekken yoldan döndürdükleri diğer 300 hahamı, Slovakya’da, Macaristan’da ya da başka yerlerde ölümüne sebep oldukları binlerce Yahudiyi biliyoruz mesela. Alman Gestapo birimi 1941 ve 1942 senelerinde Yahudi nüfusun trenlerle İspanya’ya taşınmasını ve bunların orada yaşayan varlıklı Yahudilerin yardımıyla, Amerika’ya veyahut İngiliz kolonilerine aktarılmasını organize etmiş olmasına rağmen, bu organizasyonun Siyonist otoritelerce engellenerek bu binlerce insanın ölüme terk edildiğini de biliyoruz. Ya da İngiliz meclisinden 270 vekilin, Alman hükümeti ile 500.000 Yahudinin İngiliz kolonilerine göç ettirilmesine dair bir anlaşma yapmak üzere olduğundan haberimiz var. Ancak anlaşmanın Siyonist otoritelerin baskıları ile iptal edilerek, bu insanların da ölüme terk edildiğini ve hemen ardından Siyonist gazetelerde “Jews can only go to Palestine,” yani “Yahudiler sadece Filistin’e gidebilir,” şeklinde haberler yapıldığını da biliyoruz.  Yani II. Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi ölümlerinin birinci elden ortağı olanlar, İngiliz İç Savaşı esnasında yaşanan karışıklığın Leviathan’ın doğumuna vesile olmasına benzer bir şekilde, türlü bahanelerin ve korkunç yalanların ardına sığınarak kuruyorlar İsrail’i.

Aksa Tufanı ile sona eren yalanlar, yerle bir olan hayaller

7 Ekim’den beri, 1948’den sonra ilk kez bir elinde süslü bir asa, diğer elinde ise kılıç tutan o figürün nasıl paramparça olmaya başladığını izliyoruz aslında hepimiz. İlk kez kendi evinde vurulan İsrail’in yenilmezlik mitinin nasıl da yıkıldığına şahitlik ediyoruz. Şimdiye kadar savaşı hep dışarıda sürdürmeye çalışan Siyonist devletin, kalbinin orta yerine yediği kurşunla, yıllar boyunca bütün dünyanın zihnine yerleştirmeye çalıştığını “yenilmez” imajının nasıl da yerle bir olduğunu izliyoruz. 100 seneden bu yana ellerinde sapan tankların üzerine yürüyen o çocukların, korkusuzca İsrail askerlerinin üzerine yürüyen o kadınların, yiğitçe savaşan o adamların hikâyesinin, bugün gelinen noktada, dünyanın en büyük sömürgeci güçlerinin desteğini arkasına alan bir devletin savunma sistemini birkaç saat içerisinde nasıl yerle bir ettiğini görüyoruz.

7 Ekim’den beri, ilk kez Filistin halkının soylu öfkesinin ve imanının, yeni bölgesel dizayn hedefleri peşinde olan İsrail’in tüm planlarını nasıl da yerle bir ettiğini izliyoruz her birimiz. Bir direnişçi olarak doğan ve bir direnişçi olarak yetişen gençlerin yorulmak bilmeksizin verdikleri o kavganın, İsrail’in oyun kurma tekelini nasıl da elinden aldığına şahitlik ediyoruz. Her biri farklı mülteci kamplarında dünyaya gözlerini açan ve aynı ortak haysiyet kavgası içerisinde birbirine yoldaş olan dünün çocuklarının-bugünün savaşçılarının, dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinden birinin, o buz gibi kapalı kapılar arkasındaki masa başlarında belirlediği stratejileri nasıl da boşa düşürdüğünü görüyoruz. 

7 Ekim’den beri, ilk kez İsrail’in nasıl da çatır çatır kaybetmeye başladığını görüyoruz. Sürekli taze tuttukları korku mekanizmasının havası sönen bir balon gibi pörsümeye başladığını görüyoruz. Güvence altında! tutmaya çalıştıkları vatandaşlarının, nasıl da birer birer delirmeye başladığını, ruhlarının nasıl çekildiğini, akıllarının başlarından nasıl da gittiğini izliyoruz. Kendilerini bekleyen o korkunç sonun nasıl da idrakine varmaya başladıklarına şahitlik ediyoruz.

Ve 7 Ekim’den beri, ilk kez dünyanın Siyonizm’in gerçek yüzünü nasıl da görmeye başladığını izliyoruz. Büyük bir rezalet içerisinde, sefalet içerisinde, yüzlerine tükürükler yağarak, dünya halklarının gözünden düşüşlerine şahitlik ediyoruz. Senelerdir yürüttükleri pek çok propaganda taktiklerinin bir anda nasıl da işlevsiz kaldığını görüyoruz.  Rezil rüsva oluşlarını izliyoruz.

Ne mutlu ki bizler, 7 Ekim’den bu yana sona eren yalanlara, yerle bir olan hayallere şahitlik ediyoruz. Rabbimize şükürler olsun ki, kaybedişlerini izliyoruz. Ve sol ellerinde tuttukları süslü bir asanın ve sağ ellerindeki kılıcın, nasıl da kendi bir taraflarına girdiğini görüyoruz.

Etiketler
Leviathan Siyonizm 7 Ekim Filistin Gazze Peren Birsaygılı Mut Thomas Hobbes Jews can only go to Palestine