Ateşten yaratılmışlarla toprağın kavgası bu!
Bu yazıyı yazmayı, Gazze hakkında bir satır da olsa yazı yazabilmeyi hiç ama hiç düşünmüyordum. Sebebi gayet açık bunun: O insanlar genci yaşlısı, çoluğu çocuğu, erkeği ve kadınıyla İsrail denen zulüm düzeneğine karşı “Bedr’in arslanları” kadar şanlı bir direnişin insanları iken benim bir anlamda elimle değil, dilimle kalemimle kalbimle, buğzetmenin daha hafif halleriyle o insanlara yardım etmeye çalışmam neresinden bakarsanız bakın zillettir. Yanlış anlaşılmasın: Bu zulme dair yazmamak ise zillet üstüne zillettir. Hele yapılan bu zulmü alkışlayanları gördükçe, sessiz kalmanın bu zulmü alkışlamak anlamına geldiğini bildikçe; kendi suskunluklarını o ya da bu biçimde haklılaştıranların, Filistin halkının direnişini “terör” olarak adlandırmaya çalışanların, onların direniş örgütlerini terörist olarak yaftalayanların hedeflerinin var olan, var olmasıyla hepimizi kahreden bu zulüm düzeneğini meşrulaştırmak olduğunu keşfettikçe bu zulmü yazmanın, kayıt altına almanın gerekli olduğu sarihtir. Yazı gerekçem benzer şekilde gayet açık: Sosyal medyaya düşen bir videosunda “Biz ışığın insanlarıyız, onlar da karanlığın insanları, İşaya'nın kehanetini gerçekleştireceğiz” demiş uzunca bir süredir Gazze’yi okul, hastane, ambulans, mülteci kampı, kilise, cami, BM binası demeden bombardımana tabi tutan İsrail’in Başbakanı Benjamin Netanyahu.
İşaya’nın kehaneti dediği Mesih’in gelişini hızlandırmayı amaçlayan saldırılarını artıracağı anlamına geliyor elbette. Ama Netanyahu’nun “Biz ışığın insanlarıyız, onlar da karanlığın insanları” derken neyi kastettiğine ilişkin düşündüm bir süre. Bu basit bir kıyaslama, her zaman iyiliğin ve adaletin simgesi olarak görülmüş ışığı ahfadı olarak yüceltme, ışığın yokluğu olarak addedebileceğimiz karanlığı ise zemmetme gayesiyle söylenmiş bir söz mü? İsrailoğulları’nın handiyse genetiğine işlenmiş, kendisini diğerlerinden seçkin ve üstün tutan anlayışı mı? Elbette bunlar Netanyahu’nun söylediklerinin ilk elde yapılabilecek yorumları. Oysa bununla yetinmenin bildiğimize katacağı ya da onu teyit etme şeklimizi kuvvetlendireceği herhangi bir şey yok. Hz. Adem’in yaratılışını ve şeytanın ona secde etmeyişini anlatan kıssa geldi sonra aklıma. Şeytanın Cenab-ı Rahman’a verdiği cevap…
Araf suresinin ilgili ayetini tekrar okudum: “Allah buyurdu: Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.” Ateşten yaratılmasını üstünlük alameti olarak algılayan düşünme şeklinin İblis’e, şeytana mahsus olmadığını Netanyahu’nun sözleri o kadar güzel açıklıyor ki. Netanyahu, “biz ışığın insanları” derken “biz ateşin çocukları” demek istiyor. Ateşten yaratılmışın çocukları. İblisin çocukları… Hatta denebilirse ışık ile karanlık arasında bir kıyaslama yapabilmesini de mümkün kılan o “üstünlük” hissi. O üstünlüğü ontolojik düzleme yansıtmaya çabalaması bundan. O üstünlük hissini taşımasa üstünlüğüne gerekçe yapabileceği kıyaslamaya da zahmet etmeyecek türden bir zihin. Üstünlük dediği şeytan oluş. Işığa ilk yorumlarda atfettiğimiz adalet, iyilik vb. niteliklerine zıt ve bu anlamları taşıyan ışığın aydınlatıcılığına muhtaç, tam da kastettiği şekilde “karanlık” bir adam Benjamin Netanyahu. Gazze bombalanırken söylediği diğer sözler de farklı değil elbette. Aynı karanlığın dışavurumu hepsi o kadar. Onun “karanlığın insanları” olmakla suçladıkları ise has be has toprağın insanları, Filistin topraklarının asıl sahipleri… ABD’nin Irak’a “demokrasi” götürmesine benzer, hatta ondan daha şedit bir biçimde bombalanıyor Gazze. Irak’a demokrasi götürdüğünü iddia eden ABD’nin Irak’ta yapamadığını yapıyor belki de… Sözüm ona o toprağın insanlarını kendi “ateşten benliğiyle” aydınlatıyor.