Batı’nın günahlarını örten şal: Nazizm
19 Ekim 2015’te Kudüs’te düzenlenen 37’nci Dünya Siyonist Kongresi’nde konuşan İsrail’in mevcut Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Hitler Yahudileri yok etmek değil sürgün etmek istemişti. Filistin Müftüsü Hacı Emin Hüseyni Berlin’e giderek ona, ‘Yahudileri sürgün edersen hepsi buraya (Filistin’e) gelir’ dedi. Hitler, ‘Peki ne yapayım onlara’ diye sordu. Hüseyni ‘Onları yak’ dedi” demişti. Netanyahu’nun tarihi tahrif eden bu açıklamasına bazı Yahudi tarihçilerin ve Netanyahu muhalifi siyasetçilerin Holokost’u, Nazizm’i ve Hitler’in Yahudilere yönelttiği şiddeti küçülttüğü gerekçesiyle itiraz ettiğini belirtelim. Binyamin Netanyahu’nun bir tarih profesörü olan babası Benzion Netanyahu’nun evinde büyümesine rağmen Hitler’in Yahudilere dönük şiddetinin 1941’in Haziran’ında başladığı gerçeğini ıskalayarak bu açıklamayı yaptığına dikkat çekildi o tartışmalar esnasında. İşin ilginç yanı Hitler’in sorumluluğunu Müslümanlara yıkmak isteyen Netanyahu’yu eleştirenler arasında Almanya Başbakanı Merkel’in sözcüsü Steffen Seibart da yer alıyordu. Seibart “İnsanlığa karşı işlenen bu suçun sorumluluğunun Almanlara, bize ait olduğunu biliyoruz” demişti.
Binyamin Netanyahu’nun Hitler’i aklayan, ona fikri Kudüs Müftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin telkin ettiğini savlayan bu konuşmasının onun tarih bilgisizliğinin aksine tarihi bile isteye tahrif ettiğini gösterdiğini düşünüyordum o sıralar. Şimdi de aynı düşüncedeyim. Bu sözlerin HAMAS’ın öncülük ettiği Aksa İntifadası’nın hemen evvelinde kamuoyuna tekrar yansıtılmasını birileri muhakkak başka türlü yorumlayacaktır. Hatta aynı dönemlerde -deli saçması ifadelerin tekrarlandığı dönemlerde- New York Times gazetesinde “Bebek Hitler’i Öldürmeli miyiz?” sorusunu esas tutan anketin -ki gazetenin okurlarından yüzde 40’ı bu soruyu olumlu cevaplamış, evet öldürmeliyiz demiştir- de yer aldığını bize hatırlatan musavver yorumcularımız, yönetimi başta olmak üzere medyası, şirketi, istihbaratı, askeri, bombasıyla İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırımın ve bebek katliamının gerekçelerinin bu saldırıdan önce hazırlandıklarını söyleyebilecekler. Elbette bu perspektif en nihayetinde Aksa İntifadası’nın İsrail’in yapmayı zaten düşündüğü katliamı gerekçelendirilmesini sağladığını söylemeye kadar varıyor. Neredeyse İsrail saldırılarında katledilen çocukların ölümünden HAMAS’ın suçlandığını görüyoruz. İki ayı aşkın bir süredir çocuklara, BM binalarına, hastanelere, kiliselere, camilere saldıran İsrail ama suçlanan HAMAS. İsrail’in soykırım yapmasını meşru gösteren açıklamaların Batı’da hükümetler düzeyinde yoğunlaştığını söylemek gerekiyor. 7 Ekim tarihinde gerçekleşen Aksa İntifadası’nı gerekçe gösteren bu açıklamaların hemen hepsi ölenleri bile bühtan altına almaktan çekinmiyor, onları suçlu ilan ediyor.
Aksa İntifadası’nın bunu tetiklediğini varsayan yorum çizgisini baz alan perspektifin bu açıdan son kertede bir tür İsrail propagandası olduğunu söylemeli. Gerek bu yorumlar gerekse bu perspektif Netanyahu’yu ve İsrail denen zulüm düzeneğini aklamak anlamına geliyor bir yerde. Başta ABD olmak üzere Batılı hükümetlerin, Batılı medyanın canı gönülden bu aklama işini gerçekleştirdiklerine şahit oluyoruz. Hatta teoride ‘müzakere’den yana olan Habermas gibi bazı sosyal bilimcilerin bile bu aklama işine dahil olduklarını, pratikte yaptıkları açıklamalarla bu perspektifi açıkça desteklediklerini belirtmemiz elzem. Oysa hem bu perspektifin değerlendirme hatalarını göstermek hem de onun Netanyahu ve İsrail zulüm düzeneğini aklamasını engellemek, hiç değilse kayda almak gerekli. Bu perspektif hatalarını düzeltmenin bir yolu elbette etkin tarihi gündeme getirmekten geçiyor.
Netanyahu’nun “tarih tahrifi” olarak değerlendirilen yukarıdaki açıklamalarının bir anlamda toprak gaspının ardından tarihin gaspını da amaçladığını görmeli. Aslında Netanyahu’nun tahrifi olarak değerlendirilen durum yirminci yüzyıl tarihinin, bir anlamda Filistin topraklarının Siyonistler tarafından gaspının hikayesinin de meşrulaştırılması olarak anlaşılmalıdır. Sözümona Netanyahu, Kudüs müftüsünün Hitler’e verdiği akıl sebebiyle Filistin topraklarını Siyonistlerin işgal ettiğini iddia etmektedir. Netanyahu’nun yaptığı açıklamanın Nekbe’nin sebebini Shoah olarak göstermesi bir yana, bu açıklamayla Belfaur deklarasyonu ve devamındaki Siyonist çetelerin İngiliz mandasındaki Filistin’de yaptığı Müslüman ve Hıristiyanlara yönelik şiddet eylemlerinin de perdelenmesinin amaçlandığı besbelli. Halbuki daha Shoah yaşanmamışken, İkinci Dünya Savaşı bile çıkmamışken İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarında önemli bir Yahudi şiddeti ve yerleşimci sorunu vardı. Bu şiddet eylemlerinin saklanması için iyi bir gerekçe sunmaya çalışan Netanyahu’nun niçin Kudüs müftüsünün Adolf Hitler ile görüşmek istediğine değinmemesi ise ilginç değil bu bakımdan.
Esasen Netanyahu’nun ileri sürdüğü Müslümanların Nazilerle iş birliği iddiası da yabancı değil, bu iddianın bir benzerini -hatırlayanlar bilir bu deli saçmasını- Aliya İzzetbegoviç (dolayısıyla Bosnalı Müslümanlar) için Bosna Savaşı esnasında Sırplar dile getirmişti. Sözümona Aliya İzzetbegoviç Nazilerle iş birliği yapmıştı. Netanyahu’nun 2015’teki konuşmasının 2023’te Aksa İntifadası’nın hemen öncesinde tekrar servise konmasının sebebi böylelikle anlaşılabilir. İsrail şu ya da bu şekilde girişeceği büyük katliamı meşrulaştırmaya çalışıyordu. İntifada dolayısıyla HAMAS’ı suçlamaya varan tez canlı yorumcuları boşa düşüren açıklamayı ise HAMAS siyasi lideri Halit Meşal yaptı: eğer bu intifada olmasa idi Mescid-i Aksa’yı da yıkmayı hedefliyordu bu katliamla İsrail. Bunun meşruiyet gerekçesini devşirmek için 2015’teki konuşma tekrar servise kondu ve Shoah’ın, Yahudilerin Hitler eliyle maruz kaldığı o büyük katliamın meşrulaştırıcılığı çağrıldı. Böylelikle söyleyebiliyoruz ki Naziler ne sadece İsrail’in katliamlarının meşrulaştırıcı figürü ne de Sırpların. Doğrudan ABD ve AB ile simgeleştirebileceğimiz Batı’nın katliamcılığının kötü, şeytani figürü Naziler. Bu katliamcılığın “insan hakları, hümanizm, demokrasi” vb. şallarla örtülmesinin de aracı. Batı kendi günahlarının üstünü böylelikle örterek dünyaya insan hakları, hümanizm, demokrasi pazarlayabiliyor pekâlâ. Ben değil, benim öteki yüzüm yaptı demenin kibarcası belki de.