Spasiba Bay Gorki. Siyonist ütopyaya! hizmet ettiğin için…
Rus Çarı II. Aleksander 13 Mart 1881 günü St Petersburg’taki kışlık sarayına gitmek için atlı arabasına binmiş tıngır mıngır giderken, Narodnaya Volya yani Halkın İradesi isimli meşhur örgüt tarafından uğradığı bombalı suikast sonucu hayatını kaybecekti. Bir süredir onu öldürmeyi kafayı takan Narodnaya Volga üyeleri için, ki Vladimir Lenin’in abisi Aleksandr Ulyanov da aralarındaydı, zor bir suikast olmuştu bu. Önce bir bomba atmışlar ama bu bomba çarın sadece arabasına zarar vermişti, kendisi sapasağlam duruyordu. Çar neler olup bittiğini anlamak için arabasından indiği zaman ise ikinci bombacı ortaya çıkmıştı. Daha önce defalarca kıl payı kurtulan II. Aleksander’ın şansı bu kez yaver gitmeyecekti. Ve ölümünün ardından yapılan soruşturmada, çarı öldüren bombanın suikasttan önce Yahudi bir kadının evinde saklandığı ortaya çıkmış, suikastle ilgisi olduğu düşünülen bir sürü Yahudi de tutuklanmıştı. Rus Yahudileri arasındaki huzursuzluk had safhadaydı. Yollara düşmenin vakti gelmişti artık.
İşte o an birileri onlara Filistin topraklarını işaret etti. Amerika ya da Batı Avrupa’ya giden Yahudiler de olmuştu ancak Filistin toprakları tarıma da oldukça elverişliydi, burada hayallerindeki gibi özgürce yaşayabilirlerdi. Böylelikle koca Rusya’da yaşayacak yer bulamayan 3000 Yahudi, yollara düşerek Yafa yakınlarına geldi. Ve kısa sürede örgütlenerek, bir koloni oluşturdular. Bu koloninin adı, Rishon Le-Ziyon’du. Rishon Le-Ziyon, seneler içinde işgal genişledikçe büyüdü ve Tel Aviv’in güneyinde kocaman bir şehir haline geldi.
Onlar orada yerleşedursun, aynı esnada Rusya’da da bir sürü dernek kurulmaya başlamıştı. Kendilerine Chibbath Siyon yani Siyon Sevgisi adını veren bir hareket tarafından kurulan Siyon Sevenler Derneği bunların en güçlüsüydü. İbranicenin diriltilmesini, ulusal bir Yahudi vatanı fikrinin güçlenmesinin en önemli şartlarından biri olarak gören bu grup, Polonya doğumlu Siyonist Doktor Leon Pinsker’in liderliği altında birleşmişti. Ve kendilerinden önce Filistin’e giden Yahudileri methediyorlar ve bu göçe kutsal bir anlam yüklüyorlardı. Ama bunlara bir de para lazımdı elbette. O kadar işi parasız yapamayacaklarına göre… İhtiyaç duydukları nakit ise Rotschild ailesinin Fransa’daki üyesi, meşhur şarap imalatçısı Baron Edmond James de Rothschild’ten gelecekti. İki tane takıntısı vardı. Nerede bir parça arazi alsa, hemen şarap fabrikası kurardı. Ve yakaladığı her Yahudi’yi, sorgusuz sualsiz hemen Filistin topraklarına göndermeye çalışırdı.
Her ne kadar, Osmanlı devleti 1888 senesinde, Yahudilerin Osmanlı topraklarına göç etmesini yasaklayan ve Filistin’e olan hac yolculuklarını kısıtlayan bir karar alarak, siyasi Siyonizm’in gelişmesinin önüne en azından bir süreliğine set çekmişse de, işe koyulmuşlardı bir kere. Siyasi Siyonizm’in desteklenmesi gerekiyordu ve bunun en iyi yolu da edebiyattı. Üstelik edebi Siyonizm, siyasi Siyonizm’den daha erken dönemlerde ortaya çıkmıştı. İngiliz yazar George Eliot'un meşhur romanı Daniel Deronda’daki Mordecai karakteri açıkca, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması gerektiği çağrısını yaptığında, tarihler 1876 yılını gösteriyordu. Daha Rus Çarı II. Aleksander falan da hayattaydı yani. O karakter şöyle söylüyordu; İsrail kazandığında dünya da kazanacaktır. Doğu'nun ön saflarında, her büyük milletin kültürünü, sempatisini bağrında taşıyacak bir toplum olacaktır. Güçlü bir toplum olacaktır.
Maksim Gorki’nin Siyonist Çeteci Dostları
Nekbe öncesi Filistinlilere yönelik çete faaliyetlerinde ismini sıkça duyduğumuz iki adam var. İlki, 1920 senesindeki Nebi Musa Festivali esnasında, içlerinde Hacı Emin el Hüseyni’nin de bulunduğu Müslümanlara saldıran Yahudi Savunma Alayları isimli çetenin kurucusu Vladimir Jabotinsky. Jabotinsky, 3 Filistinli gencin idamıyla sonuçlanan 1929 senesindeki Burak Duvarı Olayları’nın da baş aktörü. Yüzlerce Filistinli’nin şehit edildiği köy baskınlarının da başındaki adam. Diğeri de, Haganah isimli Siyonist çetenin kurucularından Pinhas Rutenberg. Rutenberg, aynı zamanda Rusya’da 1905 ve 1917 senesinde gerçekleşen devrimlerinin de önemli isimlerinden birisi.
Vladimir Jabotinsky, 1902 senesinde, İsviçre’ye doğru uzun bir tren yolculuğuna çıkmadan önce sevdiği bir yazar dostuna bir mektup kaleme almış ve yazdığı 15 sayfalık Charlotte Corday isimli şiirin yayınlanması ricasında bulunmuştu. O dostu Maksim Gorki’ydi ve ricası hemen karşılık bulmuştu. Şiir, Maksim Gorki’nin araya girmesiyle onun yayıncısı tarafından basılacaktı. İkilinin ortak bir arkadaşları daha vardı; Pinhas Rutenberg. Öyle ki, Maksim Gorki 1905 Devrimi esnasında çıkan kargaşada Rutenberg’in kaçmasına yardımcı olmuş ve düpedüz hayatını kurtarmıştı.
Vladimir Jabotinsky, bir süre sonra dönüp dolaşıp St. Petersburg’a döndüğünde, Gorki’nin Znamenskaya Caddesi'ndeki evine 10 dakika mesafade bir apartman dairesi tutacaktı. Burası Rus Siyonistleri’nin sık sık toplandığı Fontanka Rıhtımı’na da oldukça yakındı. Ve Gorki, mağdur Yahudi kimliği ve kültürü destekleyen coşkulu bir taraftar haline gelmişti artık. Toplumsal gerçekçiliğin ustası olarak bilinen yazar, 1901 tarihinde yazdığı meşhur öyküsü Pogrom’da bunu göstermişti zaten. Hikayeyi Rusya’daki Yahudi düşmanlığına karşı yazdığını söylüyordu. Ve ezilen bu Yahudiler, hayalini kurdukları devrimde önemli bir rol oynayabilirlerdi.
Pogrom, Çocukluğum, Ana ve diğerleri
Gorki, Pogrom’u kıtlıkla mücadele eden Yahudilere adıyordu. 1880’lerde Volga bölgesinde gördüklerinden etkilenerek kaleme almıştı çünkü. Kısa bir süre sonra İngilizce’ye çevrilen öykünün önsözünde ise, Gorki’nin bu öyküyle sadece Yahudilere duyduğu ilgiyi göstermediği, Rusya dışında da ciddi bir etkiye sahip olacak modern Yahudi edebiyatının başlamasına yardımcı olduğu ileri sürülüyordu.
Öte yandan 1889 senesinin bir yaz günü Hayfa’ya gelen Teodor Herzl, şehri çok beğenmiş ve buranın kurulmasını düşündükleri İsrail devleti için büyük bir potansiyele sahip olduğunu söylemişti. Hayfa, Siyonizm hayallerinin hayata geçirildiği bir merkez olacak ve herkes tarafından parmakla gösterilecekti. Bunu istiyordu. Hatta bu ziyaretten 3-4 sene sonra yazdığı ütopik romanı Altneuland’ta bu düşüncesine yer vermişti.
Siyasi Siyonizm, sonradan görünür olmasına rağmen edebiyatı kendisine biçilen rolü daha iyi oynaması için kolayca planlarına dahil ediyor ve tek bir amaca hizmet etmek üzere çalışan devasa bir makine haline getiriyordu artık. Bu esnada İbranice’nin din dilinden milli bir dile dönüşmesiyle birlikte, Siyonizm fikrini desteklemek için kaleme alınan edebî eserlerin kahramanları da, dini birer kahramanından olmaktan çıkıp siyasi kahramanlara dönüşecekti. Gorki’nin siyasi kahramanları ise sosyalist ya da kurtuluşu sosyalizm sayesinde olacak Yahudiler’den oluşacaktı elbette. Otobiyografisinin ilk bölümü olan Çocukluğum’da, henüz küçük bir çocukken karşılaştığı bir Yahudi çocuğu anlatıyor, daha sonra Yahudileri savunmak için Rus edebiyatından parçaların yer aldığı bir antolojinin ortak editörlüğünü yapmıştı. Çarlık Rusyası’nda Yahudilerin uğradığı adaletsizliği anlatmaya ve kahramanlar yaratmaya devam ediyordu. Meşhur romanı Ana’da polis tarafından öldürülen masum Yahudi şair de bunlardan birisiydi.
Yahudilerin kendi kaderini tayin hakkı; siyonizm!
Bu arada yarım kalan birkaç girişim, Bolşeviklerin daha fazla hırslanmalarına sebep olmuştu. Uzun yıllardır süregelen çabaları sonuç vermek üzereydi artık. Romanov ailesi, kendilerini bekleyen sona her geçen gün biraz daha yaklaşıyordu yani. Abisi, Çar’a düzenlenen başarısız bir suikast girişimi sonucunda yakalanıp idam edilen Vladimir Lenin, bir süredir kaldığı Almanya’dan çıkarak gizli yollardan Rusya’ya varmış, 1917 senesinin Nisan ayında, Bütün İktidar Sovyetlere sloganıyla meşhur Nisan tezlerini yayınlamıştı.
Lenin Almanya’dayken, Maksim Gorki iki Siyonist dostu Jabotinsky ve Rutenberg’le birlikte 1.Dünya Savaşı’nın başladığı sene İtalya’ya gitmiş, üç adam İtalya’da kendilerine güvenli bir yer bulup, burada saklanmışlardı. Bu yol arkadaşlığı, seneler boyunca sürecek dostluklarını da pekiştiren bir şey olmuştu. Sonuçta birisiyle gizli yollardan yurtdışına giderek saklanmak, kader arkadaşlığı falan dediğimiz türden bir içlidışlılığı da beraberinde getiriyordu. Maksim Gorki, bu yolculuğa çıkmadan önce Siyonizm üzerine düşünceleri de artık açıkca belirtir hale gelmişti. Daha önce Çar’ın Yahudiler üzerine kurduğu baskıya isyan şeklinde görünen söylemleri, ki o kadarıyla kalsa yani tadında bıraksa bugün bu yazıya da konu olmayacaktı muhtemelen, artık açıkca Siyonizm ütopyasını savunur hale gelmişti. Şöyle söylüyordu; “Bana Siyonizmin bir ütopya olduğu söylendi; Bilmiyorum belki de sadece bir ütopyadan ibarettir. Ama bu ütopyada, Yahudi halkın da arzuladığı, büyük bir özgürlük susuzluğu görüyorum. Onların hayalleri için mücadele etmesi, insanlığın geri kalanına da manevi güç verebilir.
Gorki’nin altını çizdiği şey açıktı. Yahudilerin, uğruna mücadele ettikleri hayallerinin demirleyeceği liman belli olmuştu çünkü. Filistin toprakları. Ona göre Yahudiler, insanlığın güçlü mayası, dünyanın ruhu, yeni ve heyecan verici asil düşünceler peşinde koşan insanlardı ve kendilerine her zaman güvenilebilirdi. Kendi kaderlerini de tayin etmeye hakları vardı o nedenle. Sovyet tarihçisi Mikhail Agursky, 1980'lerin sonunda Gorki Enstitüsü'ndeki arşivleri karıştırırken, Gorki ve Jabotinsky’nin 1903 ile 1927 arasındaki dönemde birbirine gönderdikleri çok sayıda mektuba rastlayacaktı. 21 Ağustos 1915 tarihli bir mektupta ise Jabotinsky, dostu Gorki’ye uzun uzun Filistin’de bir Yahudi Lejyonyu kurma planlarını anlatıyordu. Ve bu konuda onlara en çok yardım edecek olan İngilizler’di. İkisinin de Yahudilerin kendi kaderini tayin etme konusunda gösterdikleri gayretten dolayı İngilizlere minnettar olduklarından şüphe yoktu. Gorki ise bu hayallerini gerçekleştirene kadar dostlarına olan desteğini bir an olsun çekmeyecekti.
Filistin halkının kaderini doğrudan etkileyen Balfour Deklarasyonu’nun imzalanması ve Bolşevik Devrimi, sadece birkaç ay arayla gerçekleşecekti. Biri Gorki’nin hayalini gerçek kılmıştı, diğeri ise Siyonist dostlarının. Aslına bakıldığında, birbirine rakip iki dünya görüşü tarafından rasyonelleştiren iki olaydı bu. Bir tarafta, geniş bir işçi ve köylü sınıfının haklarını savunma iddiasıyla ortaya çıkmış, sömürgecilik karşıtı ve enternasyonalist bir devrim, diğer tarafta Yahudilerin kendi kaderlerini tayin hakkını da kendine kılıf etmiş ancak gerçekte uzun vadeli bölgesel çıkarların peşinde emperyal bir deklarasyon. Uzlaşmaz gibi görünen iki karşıt güç olan İngiltere ve Rusya, Maksim Gorki gibi Bolşevik Devrimi savunucularının ve Sosyalist Siyonistler’in zaviyesinden yani Yahudiler ve Siyonizm ütopyası üzerinden kolayca uzlaşıvermişlerdi.
Bayan Gorki, siyonistlerin koruyucu meleği oluyor
Bu esnada Gorki’nin eşi Ekaterina Peshkova da, devrimden sonra Siyasi Kızıl Haç başkanlığına getirilmiş ve Siyonistlerin koruyucu meleği olarak anılır olmuştu. Bayan Gorki, Filistin topraklarına gerçekleşecek Siyonist göçünün tertipleyicileri arasındaydı. Mesela 1936-1939 seneleri arasında Filistin’de gerçekleşecek büyük isyanda, Müslümanlara saldırı emri veren ilk isimlerden, meşhur Siyonist Yisrael İdelson, onun sayesinde yerleşmişti Filistin’e.
Bayan Gorki 1930 tarihinde de, Sibirya’daki Rus Siyonistlerin, Filistin hapishanelerinde tutuklu bulunan bazı mahkumlar ile değiştirilmesini teklif eden bir fikir ortaya atacaktı. Başında bulunduğu Sovyet Kızılhaç’ı bu işi kolayca organize edebilir, hatta Filistin’e gidecek Siyonistlerin yol masraflarını da üstlenebilirdi.
Sovyet hükümeti, Sibirya'ya sınır dışı edilen Rus Siyonistlerin, şu anda Filistin hapishanelerinde tutuklu bulunan Komünistler ile değiştirilmesini teklif ediyor; müzakereler olumlu sonuçlanırsa, sürgündeki Rus Siyonistleri Filistin'e nakletmeye hazır. Sovyet Kızılhaç'ı, Filistin hükümetiyle bu konuda müzakerelerde bulunmayı üstlendi. Bayan Gorki, Filistin hükümetinden bu çağrısına karşılık bulamayacak ancak görevde bulunduğu seneler boyunca, Filistin topraklarına olan Siyonist göçün arkasındaki isimlerden birisi olacaktı.
Sovyetler’in edebiyat devinin karanlıkta kalan yüzü
Ana romanını okuduğum zamanı çok iyi hatırlıyorum. Lisedeydim ve bizim çevrede tabiri caizse bu romanı okumayanı dövüyorlardı neredeyse. Genç işçi Pavel’in annesiydi ana. Alınteri ile çalışarak ekmek kavgası veren oğlunun tutuklanmasının ardından onun davasını sahipleniyordu annesi de. Bir sürü acı ve gözyaşı, ben de ağlamıştım okurken galiba, herkes ağlıyordu zaten, ağlamayan pek azdı Ana’yı okurken.
Bugün Gazzeli anneleri gördükten sonra tekrar aklıma geldi Gorki’nin Anası. Hayatı boyunca Siyonizm hayallerine destek verdiği dostları, binlerce Filistinli anneyi evlatsız bırakmıştı oysa. Vladimir Jabotinsky’e bağlı silahlı çeteler, Filistin’de Nekbe öncesi gerçekleşen her katliamın tam orta yerindeydi. Nebi Musa’da, Burak Duvarı’nda, Hayfa’da… Dostu Jabotinsky, onlarca köy baskınına karıştı, çetesine bağlı askerler hamile kadınların karınlarını deşerken, gözünü kırpmadan başlarında durdu. Maksim Gorki o sırada hayattaydı. Ne diyordu peki arkadaşına? Ya da 1905 Rus Devrimi esnasında kaçmasına yardım ettiği arkadaşı Pinhas Rutenberg’e bağlı Haganah çeteleri, Filistinli kadınları kurşuna dizerken, kaçmaya çalışan çocukları ve yaşlıları sırtından vururken, ne yapıyordu mesela Gorki? “İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne. Asıl cinayet bu.” diyordu Gorki’nin kahramanı Pavel bir keresinde annesinde. Arkadaşlarının binlerce cinayet işlemelerine rağmen öldüremedikleri tek şey vardı, Filistinlilerin ruhu. Filistinlilerin topraklarını çalmışlar, kadınları, adamları, yaşlıları ve çocukları öldürmüşlerdi ancak ruhlarına dokunamamışlardı. Onların öldürdüğü Maksim Gorki’nin ruhuydu. Şeytanca ütopyalarına inandırarak ve alet ederek, Gorki’nin ruhunu öldürmüşlerdi.
Peki biz bunu neden konuşmuyoruz hiç? Maksim Gorki’nin kitaplarını adeta kutsal kitap gibi elinde gezdiren sol, bir yandan Filistin halkına destek olma iddiasına sahipken, neden Sovyetler’in edebiyat devi, emekten yana eşit bir toplum! idealinin savunucusu büyük yazar Gorki’nin ortak olduğu bu suça dair düşünmüyor hiç?