İdare-i devlet; mukaddesdür...


“Osmanlı; dengedir, teennîdir. Kuvvetli İslâmî terbiye almalarına rağmen, dalkavukların belasından, şöhretin gururundan kendilerini korumak için, Osmanlı Sultanları, askere “Mağrur olma Padişahım! Senden büyük, Allah var.” diye, bağırtırlardı. Bunu bağırtanlar, Kâdir-i Mutlak’ın yanında hiçbir önemleri bulunmadıklarının hatırlatılmasında, fayda mülâhaza ederlerdi. Şöhrete karşı yegâne zırh olan imanı kuvvetlendirmenin yollarını ararlardı.”[1] Ne zamana kadar, diye bir suâl tevcih idersenüz, biz de dirüz ki, 7 Zilhicce 1293 (24 Aralık 1876) tarihli Memâlik-i Devlet-i Osmâniye Kanûn-ı Esâsîsi hâiz-i mer’iyyü’l-icrâ oluncaya dek. Çünkim mezkûr Kanûn-ı Esasînin 5. Maddesi şu hükmü âmirdir: “Zât-ı hazret-i Pâdişâhînin nefs-i hümâyûnu mukaddes ve gayr-i mesûldür.”[2] Daha vâzıh bir ifade ile “idare-i devlet, onun yed-i iktidarındadır, mümtaz ve mübarek kuldur, kendüsine, avâm ü havass bir zerre hudûd ve mesûliyet irca idemez.”

Kanûn-i Esâsî müstahzirîni, bu hükm ile Pâdişâh-ı Devlet-i Aliyyeyi, âciz kulluktan ihrâc eyliyor, tebaayı kullaştırıyor; “devlet-i mukaddes”i de pespâyeleştiriyorlar idi. Hakikat ise; “İslâm devletinin temelinin, insanın, Allah’tan gayrısına kul olmaktan kurtarılması emeline dayanmasının sebebi de Âdemoğlunun gaye varlık kabul edilmesindendir… İslâm’da kişi, devlet için bir vasıta değildir. Bilakis devlet, kişinin refah ve saadetini temin, birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek, hürriyetlerini korumak zorundadır. Kişilerin hürriyeti de devletin bağışı değildir. A’raf sûresinde, Cenab-ı Allah, “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” diye buyuruyor. İslâm inancına göre Allah, Kâdir-i Mutlaktır. Âyetin, soru şeklinde olmasının elbette hikmetleri vardır. Allah u âlem, “Evet” veya “Hayır”ın yaratılmış kula bırakılmasından, âyet, soru şeklinde nâzil olmuştur. Bu da hürriyetin, kullarına lütfu bulunduğunu göstermektedir. Allah’ın, ferde lütfettiğine, devlet, riayet etmek zorundadır. Başkaları, riayet etmiyorsa, onları da riayet ettirmekle mükelleftir. Bunun içindir ki İslâm devleti, despotizme kapalıdır. Zalim hükümdarlar kadar, kimsenin kötülenmemesinin sebebi de bu olmalıdır.”[3]

Devlet, vicdanlarda sarsılmaz itimad ile berhayat bir kenz-i lâ-yefnâdır. Onu sarsan ve tüketen ise alay-ı zadegânînin, idare-i devleti ele geçirmesidir. Halbuki “Vatandaşın, devlete inanmamasından daha tehlikeli iş olur mu?... İslâm devleti olabilmesi için kuvvetin, kanunda toplanması, adalet, müşavere, liyakat ve sosyal dayanışma gibi esaslara sahip olması gerekmektedir. Bu esaslar üzerine, devlet inşa edilir… Devlet, temellerini, vatandaşın vicdanında bulur. Devletin sağlamlığı ve geleceği, vatandaşın vicdanındaki yerine bağlıdır. [4]  Milletin vicdanından koparılan devlet-i âli, ebedmüddet degüldür.

Tebaanın refahı, müdirânın mesûliyet-i evvelidir. “Hz. Ali, mâlî imkânsızlığına üzülenlere, şunları söyler. “Devlet reisinin vazifesi, yönetimi altında bulunan kimselerin en aşağı seviyede olanının hayatı ne ise, onu talep etmektir. En fakir tebaanın hayatını yaşamayan, onun ıstırabını nasıl duyar?”[5]  İnkâr edilemez bir tarihî hakikattir ki “Devlet, milletin bekasından sorumludur. Bekamız da millî karakterimizi dokuyan değerlerimizde ve motiflerimizde yatmaktadır.”[6]

Devlet-i ebedîyi, fenâ ile hemderd eyleyen mühim bir âmil-i diğer de “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” ikazını derhatır etmeyen, keyf-i makam ser-hoşlaridur. “Batı medeniyetinde rütbelerin, unvanların altında, insan kaybolmuştur. Rütbe, unvan; onlarda, bizim idrâk edemeyeceğimiz kadar önemlidir… Bizim medeniyetimizde önemli olan, insandır. Rütbeler ve mevki, teferruattır.”[7] Maatteessüf ki ilmî cihetimiz de bu serhoşluk ayıbından nasibedârdır. “Ne zaman ki manevi dünyamız, sosyal hayatımız erozyona uğramaya başladı, etkisi hemen maddi dünyamızda da görüldü… İlmin iki düşmanı vardır; biri, içimizdeki ihtiraslar, diğeri, dışımızdaki otoritedir. İhtiras, birtakım umutlarla, ilim adamını, otoritenin emrine sokar. Sonra da hakikat yerine, siyasîlerin arzuları, ilim adına üretilir.”[8] Devr-i esbâkda, Türk-İslâm medeniyetinin “İman, müminden samimiyet ister.” düsturunu sildiklerini zannederek, “iman gemi bulunmayan nefsleriyle” Napolyonvâri arz-ı endam eden suhtegân, bir Rus generalinin, Çar’a yazdığı mektupta, “Türkleri yenebiliriz fakat hatıralarını yenemeyiz.”[9] ifadesindeki samimiyetten bîhaberdiler…

Davetimize teveccüh buyurup, Vaniköy’de ağırladığımız idare-i kamu mütehassıslarından Erdal, Tutku Beyefendiler ve İrem Hanımefendi ile bu minval üzere sohbet derinleşmiş iken, Tutku Beyefendi, Adanalı Hayret Efendiden bahis açıp, “Yerde ünvandır bana Hayret, acep devletliyim? Söylen ey rûhâniyân, göklerde ünvanım nasıl?” beytini söyleyüp, kibr-i azametini fâş eyleyince, biz de şunu okuduk: “Adana’nın zenginlerinden, aynı zamanda da ünlü bir şair olan Hayret Efendi, mebusluğa adaylığını koyunca, yakınları şaşırmışlar. “Neye ihtiyacın var? Başına niçin dert açıyorsun?” diye soranlara, şöyle cevap verirmiş. “Bir kelimenin yerini değiştirmek için mebus olmak istiyorum.” Hangi kelimenin olduğunu soranlara da şu izahatı verirmiş. “Anayasamızın beşinci maddesi şöyledir: Zât-ı hazret-i Pâdişahînin nefs-i hümâyûnu mukaddes ve gayr-i mesûldür. Bu maddedeki “gayri” kelimesini, mukaddesin önüne alıp, maddeyi, şu hâle getireceğim: Zât-ı hazret-i Pâdişahînin nefs-i hümâyunu gayr-i mukaddes ve mesûldür.”[10]

 

Kaynak

[1] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.203

[2] Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük – Prof. Dr. Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri 1839-1980, A. Ü. SBF Yay. Ank. 1982

[3] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 2, Devlet, Marifet Yay. İst.1992, s.30

[4] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 2, Devlet, Marifet Yay. İst.1992, s.20,35,36

[5] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 2, Devlet, Marifet Yay. İst.1992, s.72

[6] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.112

[7] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.81-82

[8] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.87-88

[9] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.52

[10] Dr. M. Niyazi Özdemir, Türkiye’nin Meseleleri 1, Kültür, Marifet Yay. İst.1992, s.188